PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Recep Tayyip Erdoğan 28 Şubat’ın yıldönümünde, “Darbe hevesinde olanlar var.” diyor, ekliyor: “Sağda solda kendi kendilerine gelin güvey olan varsa, Aydın’dan hepinizi ikaz ediyorum. (…) Hayalinizde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi bir darbe veya cunta girişimi varsa, karşılaşacakları gerçek en hafif tabirle 15 Temmuz olacaktır.”
Konuşması uzun, ama oldukça kritik bir yer var, o da şu: “Gezi olayları, FETÖ’nün emniyet/yargı darbe girişimi, PKK ile vatan topraklarını parçalamaya, 15 Temmuz’da milletimize silah çektiler (devrik cümle kendisine ait). Teröristlerle vatan topraklarına kastettiler. Hiçbirinde başarılı olamayınca işi ekonomimizi mahvetme tehditlerine kadar vardırdılar. Saldırının gerisinde Türkiye’yi istedikleri gibi yönetmek isteyen emperyalist güçlerin olduğunu biliyoruz. Asıl büyük kavgayı bunlara karşı verdik.”
Bu konuşmanın metni önüme geldiğinde ilk sorduğum soru, durup dururken Erdoğan’ın bunları neden söylediği oldu. Yani bir 28 Şubat yıldönümünün sıradan konuşma metnini aşan bir şeyler vardı konuşmada. Acaba kendisine bir istihbarat ya da bilgi notu mu ulaştı? Ortada gerçekten de TSK’da bir darbe hazırlığı mı var? Kendisini devirmeyi hedefleyen bir cunta yapılanması mı deşifre edildi? Yoksa yerel seçimlerde mağduriyet edebiyatı taktiğiyle oy devşirmeye mi gayret ediyor? Eski Türkiye diskuru üzerinden insanları korkutarak kendisine oy vermezlerse çok ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkar, Türkiye yok olur ya da parçalanır türünden bir retorikle siyasal saf sıklaştırması stratejisi mi izliyor?
28 Şubat’a postmodern darbe denmesinin nedenini hiç düşündünüz mü? Bu müdahalenin anayasaya uygun hale getirilme çabasıdır bunun nedeni. Çünkü 28 Şubat’çılar bile darbelerin dahi anayasal ve yasal bir çerçeveye uydurulması gerektiğini biliyorlardı. Bu işin sonunda, darbe döneminin bitmesinin ve gücün tükenmesinin ardından, arkanızda yasal bir zemin olmasını istersiniz. Devri sabık olduğunuzda kendinizi savunacak zemin en çok ihtiyaç duyacağınız şey olacaktır.
Oysa Erdoğan ve ekibinin sivil darbesi ve bu Pandora kutusunun açılmasından sonra anayasanın paçavralaştırılması, onlardan bu anayasal-yasal zemini alıyor. Dönemleri bitince, yargılanacaklar. Hem adi suçlarından, hem de vatana ihanetten! 17 Aralık’la ilintili dosya bekliyor. Ayrıca anayasal düzeni ortadan kaldırmış olmaları da anayasa suçu, dolayısıyla hıyanet-i vataniye. İktidarı bu nedenle kaybetme lüksleri yok.
Gerekçesi ne olursa olsun, bu gerçekleri dikkate aldığınızda darbe tehlikesinden yakınabilecek en son kişi Erdoğan. Çünkü esasen 17 Aralık 2013 sonrası yargı erkinin yetki alanına müdahalede bulunmak açık bir sivil darbeydi. Bunu bizzat Erdoğan ve adamları yaptılar. Yürütülmekte olan yargısal sürece müdahalede bulunup onu akamete uğrattılar. Bunu yapmaya anayasal bir yetkileri yoktu.
O halde kendilerinde olmayan bir yetkiyi yaratıp metazori ve gayrı hukuki olarak yetkilerini aştılar, devletin mimarisine aykırı tasarrufta bulundular. Yürütme organı böylelikle kendisinden anayasal net direktifle ayrılmış olan bir başka erke, yargıya hâkim oldu. Güçler ayrılığı ilkesi böylelikle ortadan kaldırıldı, güçler birliğine geçildi. Bu anayasa suçudur ve bal gibi sivil darbedir.
Dahası, bu sivil darbe devam ettirildi. 17 Aralık 2013’ten 15 Temmuz 2016’ya kadar sivil darbe mümessilleri anayasa dışı güçlerini arttırdılar ve berkittiler. Yeni bir fiili rejim inşa edip seri adımlarla onu konsolide etmeye giriştiler. Bu yolda çok mesafe kat ettiler. 15 Temmuz diskurunu kaldıraç olarak kullanıp, muhalefeti Yenikapı Ruhu dedikleri konsensüse ittiler. Muhalefet buna dünden razı mıydı, yoksa buna zorlandı da kabul etmek zorunda mu bırakıldı, bu ayrı bir yazının konusu. Kaldı ki bu konuları daha önceki yazılarımda da sıklıkla irdelemeye çalıştım.
Esas mesele, gerçeği tespit etmek: Bu rejim bir sivil darbe üzerine inşa edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, sivil darbe yapmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenine aykırı işler yapılmış, hatta maksimum oranda devletin anayasal mimarisine halel getirilmiştir. İktidar sahipleri esas cuntadır. Bu bir sivil-askeri-bürokratik cunta! Tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir hainlikle, bu ihaneti planlayan ve gereğini yerine getiren bir ihanet şebekesi, Türkiye’nin yönetimini bir ahtapot gibi sarmış, tüm devleti felce uğratmış, onu tümüyle kontrol eder konuma gelmiş durumdadır.
Bakın izah edeyim: Sivil veya bürokratik, devlette hiçbir yetkili anayasaya aykırı iş yapamaz. Dahası, anayasanın kurmuş olduğu siyasal nizamı değiştiremez. Rejim değişikliği için anayasal değişim şarttır. Bunları bu tür bir yazıda ifade etmek bile esasında eskilerin ifadesiyle abesle iştigal etmek olarak değerlendirilmeli. O kadar temel bir şet bu! Türkiye devletinde bunlar dışında hiçbir sivil hükümet darbe yapmadı. Bu yazdıklarım yorum değil. Beni hayrete düşüren, açıkça Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi uygulamayan, işlemekte olan yargısal sürece aleni olarak müdahalede bulunan, anayasanın kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına gizleme gereği bile duymaksızın çıkan bu hükümetin sanki anayasaya uygun olarak hareket etmekte olan bir hükümetmiş gibi muamele görmesidir.
Açıkçası halen siyaset bilimcilerce, karşılaştırmalı politika uzmanları tarafından, diğer sosyal bilimciler, hukukçular ve özellikle de Anayasa Hukuku profesörleri tarafından bu garabetin ele alınmaması ve olması gereken bilimsel yargının yapılmaması anlaşılır gibi değildir. Bakın, tekrar okuyun: Anayasa hükümlerine uymayan, bariz güç aşımında bulunan, güçler ayrılığı gibi devlet mimarisinin kirişi-kolonu olan bir sabiteyi insanların güzünün içine bakarak, güzleme-saklama gereği duymaksızın ortadan kaldıran bir haydutluk, sözde muhalefet, işbirlikçi akademi, sahibinin sesi medya, korkak veya yandaş “aydın” kesim tarafından görmezden geliniyor.
Şimdi bu bilgiler ve tespitle ışığında Erdoğan’ın Aydın konuşmasına bir defa daha bakalım.
Erdoğan’ın karşısında kendisinin de bildiği gerçek şu ki, su testisi su yolunda kırılır. Düşünceme göre Erdoğan’ın en ciddi, kendisini asla rahat ettirmeyen, sürekli diken üstünde tutan korkusu, bir darbeyle ani ve beklenmedik bir şekilde iktidarını kaybetmek. Dolayısıyla ben bu Aydın konuşmasının safları sıklaştırıcı, ortalığa gaz verici, ekonomik faciadan dolayı toplumsal katmanlarda birikmiş olan gazı alıcı bir konuşma olduğunu düşünmüyorum. Bence metin dışına çıkan, içindeki korkuyu ortaya koyan, kontrol dışı bir konuşmaydı.
Kendisi darbe yapmış olan sivil darbe lideri Erdoğan, bu darbeyi elbette tek başına yapmadı. Öyle bir şey yok! O kapasite ve güç 2013 Aralık ayında Erdoğan ve ekibinde mevcut değildi. Destek aldılar. Hem de ciddi oranda. Kısacası olan şu: İmece bir sivil darbeyle, derin devletin güdümüne girdiler. Birkaç gün önce yine yazmıştım, tekrar edeyim: Önemli olan Türkiye’nin istikamet değişimiydi. Avrupa Birliği, açık toplum, çok seslilik, liberal demokrasi, hukuk devleti, insan haklarına saygı duyan devlet, gücü sınırlandırılmış ve denetlenebilir iktidar, etnik kimliğin yerine civic ve coğrafi kimlik getirilmesi (Türkiyelilik üst kimliği denen şey) gibi perspektifler birilerini çok rahatsız etmişti. Tabi buna bir de İslamcı kesimin de siyasete eklemlenmesini ekleyin. Yani bir taraftan Kürtler (kendilerini öncelikli olarak Kürt olarak tanımlayanlar), diğer taraftan Müslümanlar (kendilerini öncelikli olarak Müslüman olarak tanımlayanlar) rahatsızlık yaratmıştı.
Türkiye’yi istedikleri raya yeniden oturtmak için bir manivela ve bir karizmatik lider gerekiyordu. Unutmayın, karizmatik lider demek illa da gerçeğe tekabül eden bir kalifikasyon veya yetkinlik demek değildir. Karizma, halkın algılarıyla ilgili bir şeydir. Erdoğan’ın şişirilmiş, asla hak etmediği imajı, birileri için son derece kullanışlı olmasını sağlayacaktı. Öyle de oldu. Karşılarındaki İslamcı ve muhafazakâr kitlelere ve verse kabul ettiren bir sihirbaz vardı ve bu, Erdoğan’ın yargı sürecinden kurtarılmasının en önemli nedeniydi. Aynen bir suçlunun eğer itiraflarıyla ve ifşalarıyla işe yarayacaksa adli makamlarca içeriden çıkartılması gibi, Erdoğan da bahsettiğim sihirbazlık özelliğiyle yolsuzluk soruşturmalarından kurtarıldı. Karşılığında da esasında hiç hoşlanmadığı tiplere teslim oldu. Bu demek değil ki rolünü istemeden yapıyor. Erdoğan’ın hiçbir etik kaygısı, hatta ahlaksal bir meselesi yok. Olaylara son derece basit ve pragmatik bakıyor. Onun iktidarda seçimlerle veya sivil darbe neticesinde kalması arasında herhangi bir fark gördüğünü zannetmiyorum. Dolayısıyla ortak amaçlar veya düşmanımın düşmanı dostumdur yaklaşımıyla, her şeyi kabullendi.
Ancak cicim yılları bitti ve lambada yağ tükendi.
Özellikle ekonomideki dibe vuruş derin hipnozu bitirebilir ki kendisi de bunu hissediyor. Sokak bir raddeye kadar ezanlar susmaz, bayrak inmez gibi boş laflarla sakinleştirilebilir. Bunun da sınırına gelindi. Erdoğan, sihirbazlığı işe yaramadığı anda alaşağı edileceğini biliyor. Kendisinin suçlarını hasıraltı edenle, aynı maharetle o dosyaları yeniden servis edebilirler. Hatta belki de ellerinde daha fazla malzeme olabilir. Dolayısıyla yumuşak sivil darbeyle iktidara tutunan Erdoğan’ı yumuşak sivil darbeyle gönderebilirler. 15 Temmuz senaryosunun benzeri bir senaryoyla daha ciddi bir sürecin de düğmesine basabilirler. Bu bahsettiğim derin devlet çevreleri bu tür komploların üstadı. Erdoğan bun tiplerle iş tuttuğunun ve bunun tehlikeli bir şey olduğunun mutlaka farkında. İstediği kadar devlete adam yerleştirsin, her birimde en az kendisine destek olanlar kadar kendisinden nefret edenler de var. Türkiye tam bir cadı kazanı ve hiç kimse için yarının garantisi yok. Ülke giderek istikrarsızlığa kayıyor. Erdoğan ve avaneleri için süreç sıkıntılı bir dönemece giriyor.
Bu süreçte analizleri çok gerçeklerden kopartan varsayım, Erdoğan’ın tüm devleti tümüyle kontrol ettiği varsayımıdır. Bu doğru değil. Şu anki momentum Erdoğan’ın kontrolünü işaret etse de, bunun bir çıkar koalisyonuna dayalı olduğunu unutmamak gerekiyor. Evet, belki Erdoğan’ın karşısındakiler bunu açıkça belli etmekten kaçınıyorlar. Ve unutmamalı, bu odaklar Erdoğan’dan daha iyi, daha demokrat, daha vatansever falan da değiller. Kötüler arasına sıkışık bir şekilde, yarını umutsuzlaşan bir Türkiye ve toplum, karşımızda can çekişiyor. İyimserlerin bile somut olarak ortaya bir çıkış planı koyamadıklarını belirtmem gerekiyor. Yazıda düzelme değil, iktidar değişimi meselesini inceledim. Yani Erdoğan’ın gitmesi ille de düzelmenin başlangıcı olacak diye bir şart yok. Elbette kimse bu sistemi Erdoğan kadar mahirce bir arada tutamaz. Ama Erdoğan gider ve Türkiye düzlüğe çıkar diye bir neden-sonuç ilişkisi kurmak mümkün değil.
Şunu da ekleyeyim. Erdoğan darbe derken kendisinin iktidarına son verme sürecini başlatacak her şeyi niteliyor! Fakat somut olarak demokratik metotla iktidarını yitirme ihtimali bulunmuyor. Kendilerini yargı sürecinden kurtaran abrakadabraların benzeri bir operasyonla ayağı kaydırılabilir. Zayıf düştüğü anda kritik momentum gelmiş olacak ve bugünkü ortakları harekete geçecekler. Şu an için zafiyet devletin ekonomikman iflasıdır. Bu iflasın sonuçları hakla daha fazla yansıyacak. Ramazan ayında sorunlar daha fazla hissedilir hale gelecek.
Zor bir bahar, ondan daha zor bir yaz kapıda.
Özetin özeti: Paradoksal olarak darbecinin en büyük korkusu darbedir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***