M. NEDİM HAZAR | YORUM
Önce şu mutlak hakikatin altını çizelim; Türkiye isim olarak bir cumhuriyet sayılabilir. Ona bakılırsa Kuzey Kore de İran da birer cumhuriyet. Ülkenin rejiminin cumhuriyet olmadığı gibi, demokrasiyle de pek bir ilgisinin kalmadığı aşikâr. Bakınız “pek” dedim, “hiç” demedim. Bunun sebebi Tayyip Erdoğan’ın hala mutlak monarşiye geçmek için önünde birkaç engelin olduğudur.
Bir yandan muhalefeti tam konsolide etmesi, diğer yandan sayıştay (ki o da bitti gibi) ve Anayasa Mahkemesi gibi birkaç kurumu tamamen bitirmesinin ardından artık tamamen bir ‘siyasal İslamcı monarşiye’ geçmiş olacak Türkiye Cumhuriyeti.
Açıkçası ülkede muhalefetin de dahil, bu durumdan çok da rahatsız olduğunu kimse söyleyemez. Hatta Kürt siyaseti bile kendilerine uzatılan havucun büyüklüğüne göre bu gidişattan razı bile görünebilirler. Eh ne şahane olur değil mi, iktidar onlara, “Biz size kayyım atamayacağız artık, siz de büyük şehirlerde oyları bölün!” teklifiyle gitse!
Meraklanmayın daha fazla siyaset yok bu yazıda…
Diyeceğim şu; ülkenin bir tür ‘kabile devleti’ olduğunu artık herkes kabul etmiş durumda. Erdoğan’ın oğlu, eşi, kızları, damatları, dayısı, eniştesi, bacanağı ve daha tekmil aile üyelerinin tamamı ülkenin bir şekilde idaresine katkıda bulunuyor, pay kapıyor. Çatıda durum böyle olunca, alt katlara doğru kademe kademe kabileleşme yayılıyor elbette. Tekmil akrabasını birden işe alan rektörden tutun da tüm sülalesini yönetime alan THY yöneticileri filan.
Artık tavandan tabana tamamen liyakat ile değil akraba-i taallukat ilişkisiyle devletin ele geçirildiği bir dönemdeyiz. Bu kadar görünür bir kabile devletinde Merkez Bankası başkanının anne babasını kuruma getirip götürmesi nasıl bir sorun olabilir ki?
Bakınız atama filan yapmamış, sigortalı makam vermemiş. Ne yapmış peki?
Efendim özel bir mutfak yapmış, özel aşçı tutmuş, burada ev için de yemek hazırlatmış, babasına bir oda vermiş, annesi torunuyla beraber kreş olarak kurumu kullanıyormuş filan. Bunlar artık en küçük nahiye kurumlarında bile normal şeyler. Karısını sekreteri, baldızını araştırma görevlisi, yeğenini personel müdürü yapmayan müdüre halk arasında keriz olarak bakılıyor çünkü!
Dolayısıyla Hafize Gaye Erkan ile ilgili koparılan fırtınayı anlayabilmek için başka yerlere bakmak durumundayız.
Sizi bilmem ama bu ülkede bir şeyler olduğunda ben en önce Ergenekon tayfasının tutumuna bakıyorum. Çünkü, belli bir disiplin içinde hareket ediyorlar ve en başta belirttiğim Erdoğan’ın tam kontrolü sağlayamadığı kesimin başında belki de bu güruh geliyor. Bakınız ‘tam kontrol’ diyorum, yoksa elindeki bazı kozlarla atını istediği gibi koşturduğunu da sıklıkla görmek mümkün. Bakınız Balyoz davası, Hablemitoğlu suikastı filan.
İpi istediği gibi gevşetip gerebiliyor ama, karşı tarafın da tam teslim olduğunu söylemek mümkün değil. Hafize Gaye Erkan ismi kimsenin aklında bile değilken, Erdoğan’a fısıldadığı andan itibaren bir tedirginlik yaşandığı gerçekti. Erdoğan’ın “Kim bu hanımefendi?” diye önce Hakan Fidan’ı görevlendirdiği biliniyor.
Ardından kendisine ismi fısıldayanlar, “İsterseniz bir de Araplara sorunuz!” dediği için Katarlılara yöneliyor. Onların da referansıyla, bu sürpriz isim bazıları tarafından planlanan Cevdet Akçay ismini aşarak başkan seçiliyor.
Aslında her iki taraf için de (Saray ve Gaye Erkan) sınırları net çizilmiş bir iş birliği bu. Tabii başlarda, cicim aylarında böyle. Mehmet Şimşek’in de tam kontrolünü engellemek adına bu isim iyi olabilir diye düşünülüyor sanırım.
Erdoğan için ölçü şu: Bakalım sözümüzü ne kadar dinleyecek?
Erkan’ın bir toplantıda, “Sayın Cumhurbaşkanım bize üç alan söyleyin şahlandıralım!”
Gaye Erkan’ın başarılı bir iş insanı olmasına rağmen Merkez Bankacılığı konusunda yetersiz olması pek çok ekonomisti endişelendirirken, Saray bunun iyi bir şey olduğunu işte bu yüzden düşünüyordu. Erken, selefleri gibi “Laf dinlemiyordu, görevden aldık!” potansiyeli olan biri olarak görülmüyordu.
Burada küçük bir parantez açıp, Saray iktidarının operasyon yöntemlerindeki evrimi de ele almak faydalı olacaktır.
Biliyorsunuz önceden Pelikan Çetesi gibi nisbeten daha minimal ve küçük lokmalarla kontrol edilebilen yapıları kullanan Saray, artık Hilal Kaplan ya da sabık eşinin kişisel gayretiyle ülkede operasyon çekemeyeceğinin farkında. Zaten onlar da yükünü ve yolunu tutturduğu için çok da rahatsız değiller refüze edilmekten. Pelikan’ın yapabileceği en büyük operasyon Davutoğlu idi ve yapıp tarihin çöplüğüne atıldılar.
Daha sonra havuz medyası ile operasyon çekilmesi tercih edildi.
Yeni Şafak’ın bu manşetini hatırlayanlar olacaktır. Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’a doğrudan operasyon çeken bu manşetin sonunda tam bir kukla ekonomi yönetimi sahneye sürülmüştü Nebati/Kavcıoğlu ikilisi sarayın tam istediği eküri idi ama Erdoğan’ın kişisel rant uğruna ülkeyi uçuruma yuvarlamasının görünür sebebi olarak görülüyordu.
Seçim sonrasında Erdoğan tükürdüğünü yalamak zorundaydı. Aslında onun için en az 2-4 yıl gerekiyordu. Ardından böyle imajlara filan ihtiyacı kalmayacağı için bu geçiş sürecinde piyasaları nispeten sakinleştirecek, hani dünyaya da biraz güven telkin edilecek bir takım seçti. Mehmet Şimşek/Gaye Erkan.
Erdoğan sık sık, “Ekonomiyi onlara bıraktık.” diyordu lakin, içten içe “Gerçek ekonomist benim kardeşim, az daha sabır!” dediğini tüm çevresi biliyordu. Şimşek/Erkan ikilisinin kan uyuşmazlığı baştan belliydi. Ancak her iki taraf da beraber çalışmak zorunda olduklarını biliyorlardı.
Bu işbirliğinin can sıkmaya başlaması asgari ücretler ve para politikası sebebiyle başladı. Gerek Gaye Erkan gerekse Mehmet Şimşek, ülkenin içine düştüğü çukurdan çıkmasının çok zor olduğunu, çıkacaksa da son on yıldır yapılanların tam tersinin yapılması gerektiğine inanıyordu. Erdoğan’ın iptidai ve popülist politikalarının ülkenin durumunu daha da perişan edeceğinin farkındaydılar.
Erdoğan ise, gerçekten de böylesi bir acı reçeteye gerek olmadığına inanıyordu. Ona göre ülkeyi dış dünyaya kapatınca sorun kalmayacaktı. Sabit döviz, tam sermaye kontrolü ile rakamlarla istediği gibi oynayacak ve ülke kendi içinde Kuzey Kore gibi mutlu mesut yaşayacaktı!
Gaye Erkan bir yerden sonra, çok zorluk çıkarmanın anlamsızlığını fark etti. Saray’ın emirlerine doğrudan karşı gelmek yerine, kendince idare eden bir politika geliştirdi. Ne şiş yansın istiyordu ne kebap… Çünkü tokmak elinde gibi duruyordu ama davul zaten Mehmet Şimşek’in boynundaydı. Şimşek ise gerçekçi bakıldığında ülkenin zifiri karanlık olan geleceğinin çok çok yaklaştığını görüyor, Saray’la kötü olma pahasına rasyonel bir para politikasında ısrar ediyordu.
Cevdet Akçay
Ancak Erdoğan’ı eğer yakından tanıyorsa, bu durumun fazla sürmeyeceğini bilmesi lazımdı. Sürmedi de zaten!
Önce alanı daraltıldı, eli ayağı bağlanmaya başladı. Ancak Şimşek, her şeye rağmen direniyordu. Erdoğan’ın onu açıktan görevden alması ise ‘cehenneme selam vermek’ anlamına geliyordu. Bunu yapabilecek kadar cesur değildi Erdoğan, en azından şimdilik bunu yapamazdı.
Fakat Mehmet Şimşek üzerinden operasyon çekmek de çok riskliydi çünkü Şimşek, Erdoğan’ın tüm hesaplarını bir basın toplantısıyla alt üst edebilir, kendilerinin sadece göz boyamak için şeklen bu göreve getirildiğini anlamış olduğunu açıklayabilirdi. Bunun yerine dolaylı olarak operasyon çekmenin fırsatı kollanmaya başlandı.
Oltaya ilk takılan ise maalesef Hafize Gaye Erkan oldu. Erkan hakkında ortaya atılan iddiaların temel kaynağına baktığımızda bunu net olarak anlamak mümkün.
Gördüğünüz belgede bizzat vitaminsiz Gobbels olarak da bilinen Fahrettin Altun’un kurumsal kaşesinin olduğunu göreceksiniz. Yani bu belge bizzat İletişim Dairesi tarafından sızdırıldı. Sızdırmak içinse havuz medyası yerine Ergenekoncu şebeke seçilmişti. Turan Çömez’inden Özlem Gürses’ine kadar bu şebekenin ne kadar irili ufaklı elemanı varsa tam güç bu meseleye odaklandılar.
Ve evet, operasyon başarıyla sonuçlanmak üzere. Halk üzerinde “Vay Gaye vay!” algısı başarıyla oluşturuldu. Siz bu yazıyı okurken muhtemelen Erdoğan, Mehmet Şimşek’e büyük bir darbe vurmuş olacak. Gaye Erkan’ı bu görevden ya istifa ettirilerek ya da bizzat görevden alınarak oyun dışına itecek. İlk hedef olan Cevdet Akçay’ı kurumun başına getirmek için alan açılmış olacak.
Sanırım şimdi Saray gece gündüz harıl harıl, “Peki ya Mehmet Şimşek’ten nasıl kurtulacağız?” sorusuna cevap arıyor. Çünkü Akçay, aslında Şimşek’in arzu ettiği isimlerden biri. Dolayısıyla gitmek istemeyebilir. Önümüzdeki günler özellikle ekonomi anlamında epey Bizans oyununa gebe.
Bunun için parayı ya da Ergenekoncu tayfayı takip etmek yeterli olacaktır!
Ve son darbeyi Perinçek vuruyor!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***