PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Yazının ikinci bölümüne daha farklı başlamayı planlamıştım. Ancak yazı tahminlerimin çok ötesinde olumsuz tepkiler aldı. Birçokları yazıda PKK’lileri ‘Kürt gerillaları’ olarak nitelendirmemi eleştirdi. Oysa ben sadece onlar kendilerini nasıl adlandırıyorsa o şekilde yazdım. Dahası zaten o terim tırnak içine alındı. Yazının içeriğinin terör veya herhangi bir şiddet övücü ya da haklı çıkartmaya yönelik nitelik taşımadığını aklı başında ve anlama kabiliyeti olan her okur gayet rahatlıkla görecektir. Dahası benim bu konuda yazdığım onlarca yazı var ve hiçbirinde şiddeti ve terörü destekleyen, öven ya da haklı çıkartma amacı taşıyan bir unsur yer almıyor.
Uğradığım haksız ithamlar, suçlamalar ve hakaretler, TR724’te yazılarıma yer verilmesini eleştiren ve bu platformun bana yazı yayınlama imkânı vermemesini talep edenler, benim platforma uygun biri olmadığımı dillendirenler var. Açıkçası bu hezeyanlar beni yıldırmaz, bilakis birilerinin kuyruklarına basılmaktan oldukça rahatsız olduklarını görmek beni daha fazla motive eder. Çünkü gerekli olan zihniyet dönüşümü ancak bu yolla sağlanacak. Yüzleşmek istemediklerinizle yüzleştikçe düşünmeye zorlanacaksınız.
Olaylara faklı pencerelerden bakmayı, empati kurmayı, önyargıları aşmayı, ezber bilgileri sorgulamayı öğreneceksiniz. Endoktrinasyonun yarattığı ağır hipnozdan kurtulacaksınız. Yüz yıldır sizlere endoktrine edilen Türk-üstünlükçü ve ırkçı kimliği sorgulamaya başlayacaksınız. İnşa edilen öteki nefretini, coğrafi aidiyet ve civic kimlik üzerinden yok edecek, gerçek manada eşitliğin ve kardeşliğin bölünmezliğinde bütünleşeceksiniz.
Evet, o linç girişimi, esasında benim haklı olduğumu ispatlıyor. Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir gelenekte, “istemezük” diye yırtınan bir kitle, devlete ve devlet ideolojisine tanrısalmışçasına tapan ama heyhat, bunun tıpkı cehaleti ve ferasetsizliği gibi farkında dahi olmayan insancıklar, TR724’ün geniş redaksiyonel özgürlüğünden yakınıyor, ipimin çekilmesini arzuluyor. Oysa ben bu gazetede 2016’dan beri yazıyorum ve arkasında durmayacağım tek bir yazım yok. Dahası, insan olan insanları utandıracak herhangi bir fikir beyan ettiğimi de düşünmüyorum. Kaldı ki bu tür “istemezük” tayfasının tek linç girişimi de elbette bana yapılmadı. Açıkçası Kürt meselesine dair ana devletlû doktrinin dışına çıkan ve sorgulayan-analitik her özgür düşünür, geçmişte benim bugün yaşadıklarımı yaşadı. En bilindik örnek, Ahmet Altan’ın başına gelenlerdir.
Ahmet Altan’ın 1995’te Milliyet gazetesindeki köşesinde yazdığı “Atakürt” başlıklı yazı şöyle diyordu: “Mustafa Kemal Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını ‘Kürdiye Cumhuriyeti’ koysaydı, kendisi de Meclis kararıyla ‘Atakürt’ adını alsaydı… Kürdiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına ‘Kürt’ deneceği için hepimiz ‘Kürt’ sayılsaydık, Taksim’e, Kadıköy’e, Kızılay Meydanı’na ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ pankartları asılsaydı…”
Bu yazıdan sonra Ahmet Altan’ın nasıl lince uğradığını, hakkında davalar açıldığını, ihanetle ve terörizm destekçiliğiyle suçlandığını anımsıyorum. 1995’ten bugüne neredeyse üç on yıl geçti ve hala en temel konular anlaşılmış değil.
Birinci yazıda ben eleştiriyi kendisini muhalif olarak lanse eden rejim muhalefetimsilerine yapmıştım ve açıkçası bizim gazetenin müdavimlerinden böyle bir linç tepkisi beklemiyordum. Ne tesadüftür ki, daha birkaç gün önce sosyal medya hesabımda Türkiye dışında yaşayan KHK’lılarda ve Gülen Hareketi mensupları arasında kayda değer bir oranın devlet fetişizmini devam ettirdiğini eleştirmiştim ve bu paylaşımıma da epey itiraz gelmişti. Elbette oranları ben tahmin ediyorum. Ancak dikkatli ve kendisine dürüst okurlar bahsettiğim gruplar içerisinde belirli “hassas konulara dair” küçümsenemeyecek rakamlarda bir kutsal devlet pozisyonunun varlığını göreceklerdir.
Mesela Ermeni Soykırımı’na, Kürtlere, devletin üniter yapısına, Türk kimliğine ve benzeri meselelere yaklaşımda ben açıkçası dikkate değer bir devletlû rezerv görüyorum. Bu rezervin ana argümanı kendilerine ve ailelerine zulmedenin devlet olmadığı, Erdoğan ve avanesi olduğu, dolayısıyla meselelerinin devletle alakalı olmadığı, esas konunun “hükümet” olduğu. Tabi bu pozisyonun naifliği az buçuk nesnel ve rasyonel gözlem yapabilen herkesin malumudur zaten. Mesele bu değil. Esas mesele, böyle düşünmeyenlerin de bu grubu ve fikirlerini önemsiz addetmesi, “büyütülecek bir konu olmadığı” pozisyonunu savunması, ki benim esas tehlikeli bulduğum bu görmezden geliştir. Çünkü vurguladığım üzere, buz dağının yüzey altında kalan kısmıdır esas sıkıntı.
Konuyu bir de şuraya getirmek gerekiyor. Bu grubun Kürtler tarafından nasıl algılandığını hiç düşündünüz mü? Kürtler konusunda en basit diskur arkeolojisine bile tahammül edemeyen “istemezükçü” kitleye bakan ortalama bir Kürt, “adamlara bak, taptıkları devletin okkalı bir sillesini yediler, hala devlet-devlet diye sayıklıyor, o devletin ana diskurundan en ufak bir kopuşu bile ihanet olarak görüyorlar” diye düşünüyor. Sonra “neden bizi böyle algılıyorlar!” diye hayıflanan birçok yorum karşıma çıkıyor, yazılarda olsun, sosyal medya paylaşımlarında olsun.
Bakın, ortada bir patoloji var ve siz onu görmek istemiyorsanız, bu sizi de endirekt şekilde o patolojinin bir parçası haline getirir. Karşınızda gözünü o denli karartmış bir kitle var ki, beni linç ederken kullandıkları ötekileştirme ve nefret dili cidden normal olan her birey için ürkütücü olmalı. Sekiz yıldır dur durak bilmeden Gülen Hareketi’yle irtibatlı olmak yüzünden hak ihlallerine uğramış insanların haklarını savunuyorum. Doğrusunu haydi yazayım, bunu “Hareket dışından biri” olarak yapan bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişiden biriyim, ki bunu duruşumla onur duyuyorum.
Buna karşın bu “istemezükçü” grup bu yazının birinci bölümünün yayınlanmasının ardından en ufak bir farklılığa toleransları olmadığını gayet organize biçimde ortaya koyuyor ve bu bir şekilde Gülen Hareketi’nin tabanının tepkisiymiş gibi algılanıyor. Belki böyle değil ama algı bağlamında, Hareket dışından çevremden gelen yorumlar da benim bu gözlemimle örtüşüyor. Ki bu çevremin bir bölümü Kürt siyasi hareketinden insanlar. Kendilerinin “FETÖ’CÜ” olarak nitelenmesini istemeyen insanlar neden Kürt Hareketi’nden olanları teröristlikle suçlamanın anlamsızlığını göremiyor şeklinde genel bir algı var.
Burada PKK tarafından yapılan terörist saldırıları kastetmediğim sanırım açıktır. Yani amacım terörü meşrulaştırmak değil. Fakat Kürt haklarını amasız-fakatsız güçlü şekilde savunan, PKK’nin “düzenin yarattığı koşullar yüzünden doğmuş” bir örgüt olduğunu, Türkiye’nin “düz ovada siyasete” izin vermediğini düşünen Kürt Hareketi mensuplarının neden Gülen Hareketi’yle aralarına mesafe koyduklarının açıklaması, bu “istemezükçü” etkiyle açıklanabilir mi? Yani sorun sadece bu insanların “önyargılı oluşları” olmayabilir mi? Kendisini Gülen Hareketi ile tanımlayan insanların bu konuyu düşünmeleri gerekmiyor mu? Hep ötekiler mi suçlu arkadaş? İğneyi kendilerine batırmak neden bu kadar zor geliyor?
Geçenlerde Abdülhamit Bilici Bey’le yaptığım programda Hamit Bey, Gazze ile Türkiye Kürtleri arasında bağ kurarak bir yorumda bulundu ki son derece mantıklı bir yorumdu. Ben şakayla karışık kendisine şimdi lince hazır olmasını salık verdim. Çünkü ikimiz de biliyorduk ki Türkiye’de ve Türkiye kökenlilerde Kürt meselesine dair düşünce kapasitesi devletin kendilerini endoktrine ettiği sınırlar kadardır.
Böyle bir atmosferde sürekli yapılan hataları yinelemek ve benzer siyasetlerden farklı sonuçlar beklemek ne kadar akıllıcadır? Özerkliği, Türk-üstünlükçü ırkçı kimliği, federalizmi, civic coğrafi-siyasi-anayasal kimliği falan tartışamayacak mıyız? Hep “istemezükçüler” mi belirleyecek diskur eleştirisinin sınırlarını?
1995’te, 90’ların en tehlikeli ortamında devlet kurucusu seküler Türkofonların en kutsal değeri olan Atatürk’ün adını “Atakürt” diye yazısının başlığına – hem de o grubun medya kalelerinden olan Milliyet’te – taşıyan Ahmet Altan cesaretinin onda biri neden yok bugün! Bu felsefi ve eleştirel aklın neden hep “diğer mahalleden” çıktığı sizi hiç mi düşündürmez veya endişelendirmez? Başka ülkelerdeki benzer problemlere gayet farklı pencerelerden bakabilirken, kendi memleketinizin ve kendi öz be öz insanınızın tıpatıp ayını problemlerine neden o başka ülkelerin sorunlarına baktığınız pencereden bakamıyorsunuz? Şimdi ben bunu söyledim ve eleştirdim diye de bana kızacak mısınız?
Esasında yazıya bugün şu cümleyle başlamayı planlamıştım: Kürtler Türklerin veya başka ulusların benzer koşullarda isteyeceklerinden daha fazla bir şey istemiyor. Olmadı. Birinci yazıyı – ve kendimi – savunma gereği hâsıl oldu. Bir sonraki yazımda devam etmek dileği ile.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***