NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin, T24’teki Cansu Çamlıbel ile yaptığı röportajında mahkeme kararında ortaya atılan ve Yargıtay tarafından da onanan ‘cinayetin Gülen Hareketi tarafından işlendiği’ görüşüne eleştirel bir yaklaşım sergiliyor. Ancak, cinayetin çok katmanlı ve karmaşık bir olay olduğunu ve sadece bir gruba veya harekete indirgenemeyeceğini ifade eden Çetin’in röportajdaki bazı ifadelerinin ciddi çelişkiler taşıdığını söylememiz gerek.
Fethiye Çetin, soruşturmanın ilerlememesinde Gülen Hareketi ile ilişkilendirilen savcıların rolü olduğunu düşünüyor ve hükümet ile Hizmet Hareketi arasındaki çatışmanın soruşturmaya etki ettiğini söylüyor. Hepsinden önemlisi Çetin, hem mahkemenin kararının merkezinde yer alan hem de siyasi iktidarın kullandığı bir tez olan ‘Gülen hareketi Ergenekon vb operasyonları gerçekleştirmek için İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünü ele geçirmek istiyordu ve bu nedenle de Dink cinayetini bir araç olarak kullandılar’ tezini kabul ettiğini şu ifadeler ile belirtiyor: “Hrant Dink cinayetini İstanbul Emniyeti’ni ele geçirmek için bir araç olarak görmüşler. Biz şimdi bugünden bakınca bunu görüyoruz.”
Bu değerlendirmenin doğru olmadığını anlamak için biraz detay vermek gerekli. İddiaya göre, İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ve C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink cinayetini, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’i görevden almak ve bu müdürlükte Ergenekon vb operasyonları gerçekleştirmek amacıyla organize etmişler. Bu iddianın kaynağı ise sadece Ahmet İlhan Güler’in cinayetten 9 yıl sonra verdiği ifade. Ahmet İlhan Güler’in cinayeti en azından engelleme konusunda sorumluluğunu yerine getirmediği gerçeği karşısında bu ifadesinin konjonktürel bir suçtan kurtulma çabası olduğu gerçeğini bir yere not etmek gerekir. Bu ifade dışında, davanın hiçbir yerinde bu iddiayı doğrulayacak ne bir kanıt ne de bir beyan olmaması da iddianın niteliği açısından önemli bir veri olarak değerlendirilmeli.
Türkiye gibi ülkelerde kritik görevlerdeki kamu görevlilerinin atanması ve görevden alınması süreçlerinin siyasi görüşlerden etkilendiği bir gerçek. Ancak basit bir atama işlemine dayanan bir idari kararın cinayetle doğrudan ilişkilendirilmesinin mantığa ve hukuki muhakemeye aykırı olduğu aslında zorlama bir kurguya dayandığı ifade etmek gerekiyor. Akyürek’in Güler’i görevden almaya yetkisi vardır, bunu rutin idari prosedürler içerisinde rahatlıkla yapabilir, bunun için bir cinayet kurgulamasına gerek olduğunu düşünmek için çok ciddi kanıtlara ihtiyaç vardır ki hukuki kriterlere aykırı hazırlanan dava dosyasında dahi bir delil bulunmamaktadır.
Bu basit ve yalın gerçek üzerine korkunç bir cinayet planlamasının sorumluluğunu oturtmak veya bu kurguyu rahatça satın almak en naif ifadesiyle mantık hatası olarak değerlendirilebilir.
Fethiye Çetin, cinayeti Ergenekon operasyonları ile bağlantılı olarak görüyorsa, ki Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Levent Temiz gibi isimlere yaptığı vurgulardan bu anlaşılmaktadır, ve yine Çetin, Yılmazer ile Akyürek gibi isimlerin Ergenekon operasyonlarının arkasında yer aldığına inanıyorsa, bu durumda Çetin’in bu iki ismin Dink cinayetindeki rolleri konusunda rahatsızlık duymasının altında yatan nedenleri sorgulamak mantıklı olur. Çünkü, cinayetin arkasında olduğuna inandığı Ergenekon yapılanmasının üzerine gidilmesinin eleştirilmesinin, kendi tezi ile bir çelişki oluşturduğunun farkında olmalıdır.
Çetin, Ergenekon operasyonlarını, devlet içindeki çeşitli güçlerin mücadelesi olarak görüyor olabilir. Veya Dink cinayetinin belirli bir siyasi amacı ya da grupların çıkarlarını ilerletmek için kullanıldığını da düşünüyor olabilir. Zaten, olaya böyle baktığını açıkça ifade de ediyor. Ancak bu durumlarda argümanlarını sağlam temellere oturması beklenir.
Hangi bilgi, hangi Cemaat’çiye, nasıl servis edildi?
Cinayetin Gülen hareketi tarafından işlendiği tezi Erdoğan rejiminin tezidir ve mahkeme kararı da bu teze uygun şekilde ortaya çıkmıştır. Yani ‘göstermelik yargılama’ bu tez kapsamında gerçekleşmiştir.
Röportajdan Çetin’in cinayet ile ilgili Gülen hareketini de sorumlu tuttuğu ama bu iddiasını yanlış şekilde temellendirdiği anlaşılmaktadır. Mesela, Çetin röportajda, cinayetin devlet içinde yaygın bir yapı tarafından planlandığını belirttikten sonra şunu söylüyor: “O dönem cemaatçilere bazı bilgiler özel olarak servis edilmiş.”
Ancak hangi bilgilerin hangi cemaatçilere nasıl servis edildiğine açıklık getirmiyor Çetin. Servis edildiği iddia edilen bilgilerin soruşturmayı nasıl etkilediği konusunda da sessiz kalıyor. Şayet, kastettiği Çamlıbel’in sorusundaki Ogün Samast’ın Türk Bayrağı ile çekilen görüntüleri ise bunu sırf bu görüntülerden dolayı 10 yıl ceza alan Ercan Gün’e veya “O kadar dosya okudum, Ercan Gün’ün suçunun ne olduğunu anlamış değilim!” diyen Arat Dink’e sorsa net bir yanıt alırdı sanırım.
Avukat Fethiye Çetin ayrıca, daha sonradan cemaatçi olmakla suçlanan savcılar ile o dönem yakın ilişkide olmasına dair getirilen eleştirilere cevap verirken, “Ben savcılara gittiğimde yanımda Emniyet’i arayıp “şunları şunları araştırın” diyorlardı. Bunlar olurken dikkatimi çeken şeylerden biri şuydu; Zekeriya Öz’ün bir ajandası vardı. Anlattıklarımı hep oraya not ederdi. Tabii ben 10- 15 gün sonra gidiyorum araştırmanın sonucunu sormaya. Hiçbir şey yok ortada ne bilgi ne belge. Ben ısrar edince tekrar Emniyet’i arıyorlar yanımdan. Yine sonuç yok. Defalarca yaşadığımız şeydir bu. Ve bunları yaşarken şunu fark ettim; kişi ve kurumlar arasındaki büyük kavgaya rağmen herkes bir şekilde devlet yapısını koruyor.”
Soruşturmanın önü açılmış!
Çetin’in soruşturmanın o dönem ilerlememesi ile Gülen hareketi ile ilişkili olduğu iddia edilen savcıların tutumunun önemli olduğunu vurgulamaya çalıştığı görülüyor. Ajanda vurgusu veya emniyetten gelmeyen cevaplara indirgediği argümanları, iddiasını desteklemeye yeterli değil gibi görünüyor. Dava dosyasında yer alan bilgilere göre dosyanın ilk savcıları tarafından örgüt var denilerek dava açılmış olmasına rağmen mahkeme örgüt olmadığına karar vermiştir.
Çetin’in tezlerinden biri ise şu: “Sonra bu grubun 2012’de Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmaya çalışması üzerine hükümetle olan kavgaları alevlendi, 2014’te doruğa çıktı. İşte o zaman birden soruşturmanın önü açıldı. Yani kamu görevlilerin yargılanmasının önünün açılması kendi aralarındaki kavga nedeniyle mümkün oldu.”
Aslında, Gülen hareketi ile Erdoğan rejimi arasında bir kavga olduğu tezi, siyasi iktidarın Gülen hareketi mensuplarına yaptığı zulümleri meşrulaştırmak için kullandığı bir söylem.
Öte yandan önü açılan soruşturma iddiası da ayrı bir muamma. Geçtiğimiz gün Hrant’ın arkadaşları dava sürecini ‘utanç verici bir müsamere’ olarak nitelemişken, Çetin’in aslında soruşturmanın belli siyasi kararlar sonrası önünün açıldığını iddia etmesi de garip bir çelişki oluşturmaktadır. Kamu görevlileri hakkında açılan dava iktidarın planı doğrultusunda Cemaat’e yıkılma operasyonundan başka bir anlam ifade etmiyor. Yargılamanın amacının cinayetin faillerini ya da kusurlu olanları bulma ve cezalandırma değil, iktidar muhaliflerinin hedef alınması olduğu gerçeği bizzat Sayın Çetin tarafından dile getirilmesi gereken bir gerçektir.
Genelkurmay’ın açıklamasını ‘yok’ sayıyor!
Savcı Muammer Akkaş’ın Milli Güvenlik Kurulu tutanaklarını talep etmesi ama alamamasına dair Çetin şu fikrini beyan ediyor: “… o zaman şunu fark ettim; bunlar aslında Hrant Dink cinayeti soruşturmasını kullanarak Milli Güvenlik Kurulu’nun toplantı zabıtlarını elde etmeye çalışıyorlar. Neyin peşinde olduklarını ilk defa orada bu kadar açık bir biçimde anladım. Hatta biliyorsunuz Kozmik Oda’ya falan girmişlerdi. Ben Ankara’ya gidip Kozmik Oda savcısı ile de görüştüm. Oradaki süreci de incelediğimde emin oldum zaten bunlar için asıl mesele devletin ulaşamadıkları gizli bilgilerini ele geçirmek. Cemaatçilerin Hrant cinayetini çözmek ya da arkasındaki gücü ortaya çıkarmak gibi bir dertleri hiç olmamış. Cemaatçiler, Hrant Dink cinayetini kullanarak devletin ele geçiremedikleri kurumlarını ele geçirmeye çalışıyorlardı. O dönem bunu fark ettim.”
Bu iddiayla Sayın Çetin, Dink’in hedef haline getirilmesinde 2004 yılındaki Genelkurmay Başkanlığının basın açıklamasının rolünü göz ardı ediyor gibi görünüyor. Basın açıklamasının MGK’da görüşülmüş olma olasılığının savcının tutanaklara Gülen hareketinin çıkarları doğrultusunda ulaşma iddiası ile ilişkilendirilmesi temelsiz gibi durmaktadır. Kozmik Oda konusu ile Dink cinayeti arasında ne tür bir bağlantı var, onu da bilemiyoruz, Çetin de anlatmıyor ama ‘ele geçirme’ gibi Erdoğan rejiminin diskurunu bu kadar rahat tekrar etmesi, Çetin’in siyasi konjonktürden ziyadesiyle etkilendiği ve gerçeklerden de bir o kadar uzaklaştığı izlenimini doğuruyor maalesef.
Dahası, Çetin, Çamlıbel’in “Cemaatçi savcılar kimlerin üzerine gidebilirlerdi ama gitmediler?” sorusuna verdiği “Mesela Vali Yardımcısı Ergun Güngör cemaatçi değildi. Neden soruşturulmasına izin vermediler. Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz’i zaten söyledim. Dink cinayeti kurgusunu yapanlar sadece cemaatçilerse neden hazır ellerine fırsat geçmişken tasfiye edilmesini istedikleri adamları soruşturup yargılatma gibi bir eğilim içine girmemiş?” şeklindeki yanıtla yine daha önce ifade ettiği hususlarla çelişiyor gibi görünmektedir.
Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz hakkında kim ‘takipsizlik’ kararı verdi?
Erol Güngör’ün soruşturulmasına izin vermeyen makam savcılar değil İstanbul Valisidir. İstanbul’daki kamu görevlileri ile ilgili valilik tarafından soruşturma izni verilmemesi kararlarına yapılan itirazlar da idare mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Cinayete giden süreçte katkıları olduğu iddia edilen kişilerle ilgili Cemaatçi dediği savcılar tarafından açılan soruşturmalara kamu görevlilerine açılan davayla birlikte takipsizlik kararı verilmiştir. Küçük ve Kerinçsiz gibi isimlerin olduğu kişilere takipsizlik veren savcı Gökalp Kökçü’nün, aslında ‘önü açılan (!)’ dediği soruşturmanın savcısı olduğu gerçeğini de hatırına getirememiş gibi duruyor.
Aslında Sayın Çetin’in haklı olduğu çok yer var, ancak röportajda ortaya attığı bazı fikirleri diğer gerçeklerin gücünü zayıflatmaması için tasrihe ihtiyacı var. Bazı vurguları hatalı olsa da genel mantık açısından Çetin’in en haklı olduğu husus ise şu: “Madem cinayet bir ‘FETÖ’ kurgusu ve İstanbul Emniyeti’nin haberi yok, o zaman İstanbul Emniyeti neden yapması gerekenleri yapmıyor, tehditlere karşı önlem almıyor? Neden engellemiyorlar cinayeti? Ben bu cinayetin sadece bir cemaat operasyonu olduğuna dönük argümanı kabul etmiyorum. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bu bir algı operasyonu. Bana kalırsa Hrant Dink cinayeti bir ‘Özel Harp Aygıtı’ işiydi… Bizi şu anda bunun sadece cemaatin işi olduğuna inandırmaya çalışıyorlar çünkü rüzgâr buradan esiyor. Yarın nereden isteyeceğini bilemeyiz.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***