Bircan DEĞİRMENCİ
Tarih: 15 Şubat 1999. Yer: Avrupa’nın önde gelen organizasyonlarından Berlin Uluslararası Film Festivali’nin yapıldığı konferans salonu girişi. Üzerinde Ezel Akay’ın hediye ettiği siyah takım elbise, gri gömlek ve füme kravatıyla kendisine doğrultulan kamera ve fotoğraf makinelerinin flaşları eşliğinde kırmızı halıda yürürken bacaklarının titremesine engel olamıyor. Salonun etrafında çevrilen polislerin varlığına anlam veremezken Güneşe Yolculuk filmiyle ilk kez sinema seyircisi karşısına çıkmanın heyecanını yaşıyor. Gösterimin ardından rol arkadaşı Newroz Baz’la kaldığı otelin lobisine gelen yönetmen Yüksel Yavuz’un sözleri sevinçlerini kursağında bırakıyor. “Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirilmiş”. Berlin’de olaylar olmuş, iki kişi kendini yakmış, İsrail Konsolosluğu basılmış. Dil bilmediklerinden doğru dürüst bilgi alamazken, alkol kullanmadıkları için Newroz’la birlikte sabaha kadar portakal suyu içerek karınlarını şişiriyorlar.
Festival sonrası döndüğü İstanbul’da soluğu Mezopotamya Kültür Merkezi’nde alıyor. İçeri girdiği gibi polis baskınıyla karşılaşıyor. 90 kişiyle birlikte Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğünde takım elbisesi hala üzerindedir. Arkadaşlarının ‘Nazmi hücrede elbisesinin ütüsü bozulmasın diye sabaha kadar ayakta durdu’ şeklindeki esprilerine malzeme olur. Bir sonraki gün Alman basını; Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülü ve Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu FIPRESCI ödülü alan oyuncuların kendi ülkelerinde gözaltına alındığı haberini duyurur.
Bugünlere gelmesi kolay olmamıştır. Gözaltı, işkence, cezaevi gibi tedrisattan geçmesindeki tek suçu Kürtçe tiyatro yapmak olan tiyatro ve sinema oyuncusu Nazmi Kırık’la, sinema yolculuğunu ve kişisel hikayesini konuştuk.
Diyarbakır’ın Hazro ilçesi Laserin (Gözebaşı) dağlık köyünde dünyaya gelen Kırık 10 çocuklu bir aileye mensuptur. Babası tütüncülük ve hayvancılık yaparak geçimini sağlar. 12 Eylül askeri darbe sırasında henüz 5 yaşındadır.
“Köylüler arasında tarla ve hayvanlarla ilgili sürekli kavgalar yaşandığından köylülerde mutlaka silah bulunurdu. Darbe zamanı hayal meyal hatırladığım kadarıyla askerler köye gelmiş, herkesi köy meydanında toplayıp dayaktan geçirerek ‘silahlarınızı teslim edin’ demişti. Kimi teslim etmiş, kimi vermemekte direnmişti”
ÖĞRETMENİM BİZİM EVE TALEBELER GELDİ!
Çocukken askerler dışında bir de ‘talebeler’den söz edilir. Köylülerin çekince ve endişeyle anlattıkları talebelerin kim olduğunu merak eder.
“Birgün köye haber geldi. Dayılarımla toprak sahibi olan beyler arasında çatışma çıkmış. Biz onlara ‘begler’ diyorduk. Biz dağlık bölgedeydik, dayılarım ovadaydı. Babam hemen gitti. Ertesi gün akşama doğru yanında Deniz Gezmiş parkası giyen omuzlarında silahları olan üç gençle birlikte geldi. Talebe dedikleri kişilerdi bunlar. Toprak sahiplerine mallarını satmalarını söyleyip köylülere bölüştürmüşlerdi.
Onları görünce şok olmuştuk. Her an eve askerler de gelebilir korkusu ve heyecanıyla sabaha kadar uyumamıştık. Talebeler de nöbetleşerek uyuduklarından gece boyu onları izlemiştim. Kimliğim olmadığı için 8 yaşında başladığım Fiskaya’daki ilkokulda öğretmenime gidip, ‘Öğretmenim biliyor musun köydeyken bizim eve talebeler geldi’ demiştim. Öğretmenim ‘Sus oğlum, konuşma böyle şeyleri’ diyerek susturmuştu beni. Yıllar sonra o öğretmenimle Almanya’nın Dortmund şehrinde karşılaştık. Türkiye’de tutuklanıp cezaevi yatmış ve Almanya’ya iltica etmiş. Devrimciymiş meğer.”
Köyden ayrılma vakti gelmiştir artık. Diyarbakır’ın Fiskaya mahallesine taşınırlar. Şehirle ilk defa tanışır, ilk izlediği film ise komşularının siyah beyaz televizyonundan izlediği Yılanların Öcü’dür. Babası kalabalık olan nüfusun geçimi için iş arayışına girişir. Elindeki avcundakiyle bir kahvehane açar. O dönem video kaset furyası başlamış. Çay satmak için sadece televizyon yetmediğinden video cihazı alarak haftalık kiraladığı kasetlerle müşterilere film izlettirir.
“Kahveye renkli televizyon almıştık. Çok kıymetli ve çok pahalıydı. Genelde karate filmleri izliyorduk. Tipleri birbirine benzediği için tüm oyuncuları Bruce Lee sanıyordum. Gündüz okula gidiyor akşamları da babama yardım ediyor, çay dağıtıyor, temizlik yapıyordum. Bir de geceleri televizyon çalınmasın diye sandalye üzerinde yatarak, kahvede nöbet tutuyordum. Bekçiye verecek paramız yoktu. Zaten zar zor geçiniyorduk. Annem evin ihtiyaçlarını ay sonu ödemek üzere bakkaldan veresiye temin ediyordu. Yaşım tutmadığı için kahvede yakalandığım polislerden ilk cop yiyişim de o zamandır. Birgün babam video cihazını alıp televizyonu dolaba kilitleyerek, ‘hadi sen de gel bu akşam evde yatağında rahat uyu’ dedi.”
Sabah kahveye gelip kepengi açtığında gördüğü manzaraya inanmak istemez. Televizyonun bulunduğu demir dolabın kilidi kırılmış ve televizyon çalınmıştır.
“Babam için büyük yıkım olmuştu. Polis çağırdık. Parmak izi alıp, tutanak tutuyor. Babam çok sinirlenmiş, yetersiz Türkçesiyle hırsıza küfredeyim derken polise küfrediyordu. Neyse ki yanındaki ‘size değil hırsıza küfrediyor’ dedi. Annem onun çok üzüldüğünü görünce yeni bir televizyon alması için altınlarını vermişti.”
Video kasetlerinden epeyce film izleme şansını yakalar.
“Birgün babam kahvede bir kaset taktı. Hudutların Kanunu diye Yılmaz Güney’in filmiydi. Yanlışlıkla alınmış bir kasetti. Babam korkuyla kaseti çıkartıp sakladı. Ben merak etmiştim, kimdi bu Yılmaz Güney? Niye yasaktı? Gece kahvede kalırken babalarından zılgıt yeme korkusundan evlerine gidemeyen arkadaşlarımı içeri alırdım. Oturup sabaha kadar film izlerdik. O gece de Yılmaz Güney’in filmini izlemiştik”
“Çocukluğum hep çalışmakla geçti. Yaz tatilinde kahvede ortacılık, boyacılık yapar elime geçen birkaç kuruşla Yenişehir sinemasına giderdim. Param bilet almaya yetmediği için hiçbir filmi başından itibaren seyredemiyordum. Kapıdaki yer göstericiye verdiğimiz parayla filmlerin ikinci yarısından itibaren izleyebiliyordum. İlk yarısını merak ediyordum ama sinemaya girmek o atmosferi solumak bile iyi geliyordu. İlk film Dilan Sinemasında izlediğim Kemal Sunal filmiydi. İlk gazozu da orada içmiştim ve boğazım çok yanmıştı.”
Aradan geçen iki yılın ardından mal sahibi kahvehaneyi başkasına devredince babası işsiz kalır. O sırada bir arkadaşından PTT’ye işçi alınacağını öğrenir. Başvurusu kabul olur ve köylere telefon kabloları çekmek üzere işe başlar. Babasının tayini Kızıltepe’ye çıkınca ortaokula burada devam eder. 1990’lı yılların başı ve bölge yangın yeridir. Cizre Newrozu, faili meçhul cinayetler, sokak eylemleri. Dışarıdaki olaylar haliyle okula da sirayet eder. Ortaokul biter bitmez liseyi okumak için Diyarbakır’a döner.
“Kızıltepe’deyken teyzemin oğlu evinden alınıp kaybedildi. Diyarbakır’da Vedat Aydın’ın cenaze töreni olmuştu. Birlik Lisesi’nde başladım. Orası da karmakarışık. Teyzemlerde kalıyordum. Sanatsal faaliyetlere eğilimim vardı, arayış içerisindeydim. İzlediğimiz filmler, sinemaya gidiş gelişler bunda etkili olabilir. Filmlerde bir sürü kahraman gördüm, herhangi bir idolüm yoktu ama onların yerinde hissederdim kendimi. Okuldaki tek sanatsal aktivite halk oyunlarıydı. Folklor ekibine girdim. Yılda bir kez şehirlerarası yarışma düzenlenir en iyi ekibe ödül verilirdi.”
MKM İLE TANIŞMA
Bir gün Özgür Gündem gazetesinde Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) açıldığına ilişkin bir ilan görür. Müzik, tiyatro, resim ve halk oyunları kursları verildiğini görünce çok mutlu olur. Ofis Gevran Caddesi’ndeki şube binasına giderek çalışmaya başlar. Folklor dersleri vermenin yanı sıra tiyatro içerisinde yer alır. Kültür merkezi sürekli polislerin baskın yaptığı bir yerdir. Her seferinde sazları kırılır, duvardaki tablolar yere atılıp parçalanır, kitaplarına el konulur.
“Tiyatroda hepimiz amatör oyunculardık. O sıralar belediye tiyatrosunda olan Emin Yalçınkaya bize ders veriyordu. Gizlice provalarını yaptığımız ‘Birîna Dilê min’ oyununu çıkarttık.”
Baskılar nedeniyle Diyarbakır’da oynayamadıkları için turneye çıkmaya karar verirler. Uçakla gidecek paraları olmadığından ve otobüsle gittiklerinde yapılacak aramalarda dekorlarına el konulur endişesiyle trenle gitmekte uzlaşırlar. İki gece süren yolculuğun ardından Haydarpaşa Tren Garı’nda kendilerini almaya gelecek kişiyi beklerken yanlarına resmi kıyafetli bir polis yaklaşır.
“Yanımızda bekleyen yaşlı bir kadın vardı. Polisin “Teyze nereden geliyorsun? sorusuna kadın ‘Diyarbakır’dan’ diye yanıt verdi. Polis ‘Diyarbakır ha! Bingöl’de çalışırken Vedat Aydın’ın cenaze töreni için Diyarbakır’a görevlendirilmiştim. Az cop kırmadım milletin kafasında’ deyince korkumuz ve endişemiz daha da artmıştı”
İstanbul Tarlabaşı’ndaki kültür merkezinde bir günde 4 seans oynarlar. Nazmi Kırık oyuncu eksikliğinden 5 karakteri canlandırır. Oyuna ilgi büyüktür. İzmir ve Adana’da turneye giderler.
MKM’de olduğu artık bilindiği için okuldan ve MKM binasından sürekli gözaltına alınır.
“Okulu değiştirmek zorunda kaldım. Her alındığımda Emniyet Sarayı’nın meşhur 6. Katında bir hafta gözaltında kalıyordum.”
7 AY CEZAEVİNDE KALIR
1995 Kasım ayında kültür merkezine büyük bir polis operasyonu yapılır. Herkesi gözaltına alırlar. Bu kez gittikleri yer emniyet değil sabahları askerlerin içtima sesleriyle uyandıkları JİTEM’dir. Dağa giderken yakalanan bir genci polisler tehdit ederek MKM’liler aleyhine ifade vermesi için zorlamıştır. Önlerindeki masanın üzerine koyulan silah ve örgütsel dokümanlarla TRT’de haber olurlar. Günlerce gördükleri sistematik işkencenin ardından çıkarıldıkları DGM’de tutuklanarak cezaevine konulurlar.
“Giderken kafamızı eğdiler, gözümüz kapalı. Aracın eğiminden bir yeraltına gidişimizi anlamıştık. MKM’de silahın ne işi var.? Her şey önceden planlanmıştı. Daha mahkemeye çıkmadan hangi koğuşa gitmek istediğimizi sormuşlardı. O perişan halde cezaevine girdik, itirafçılığa zorladılar, siyasi koğuşa girmek istediğimizde ‘soyunun’ dediler ve hoş geldin dayağı yedik. 7 ay cezaevinde kaldık. Mahkemede bir polisin silahlarla ilgili çelişkili ifade vermesi üzerine beraat ettik. Ben çıktıktan 20 gün sonra 11 kişiyi Diyarbakır cezaevinde öldürüldü. Çıkmasak belki bizim de başımıza gelecekti. Ben tiyatrodan gelmişim. Başka derdim yoktu.”
Cezaevinden çıktıktan sonra MKM’nin kapısına mühür vurulmuştur. Arkadaşlarının ve hocalarının teşvikiyle oyunculuk tutkusunu devam ettirmek için İstanbul’a gitmeye karar verir.
“MKM bizim için namus meselesi haline gelmişti. Kürt kültürünü yaşatmak için araştırmalar, derlemeler yaptığımız, kaset ve dergi satışıyla, düğünlerde, moral gecelerinde skeçler oynayarak kirasını çıkarttığımız bir yerdi. Diyarbakır mevzusu böyle kapandı.”
İSTANBUL MACERASI BAŞLAR
1996’da İstanbul’a gelir. Bambaşka bir dünyadır burası. İstiklal Caddesi’nin kalabalığı başını döndürür.
“Cezaevinde uzattığım bir ton bıyığımla gelmiştim. Gelir gelmez öyle oyunlara dahil olmak kolay değildi. Kendini ispat etmek zorundasın. Tekrar tiyatro eğitimlerine başladım. Aynı zamanda halk oyunları dersleri veriyordum. Ev yok, izleyici koltuklarının üzerine serdiğimiz battaniyelerin üzerinde yatıyorduk. Zaten kürsü üzerinde yatmak benim kaderim olmuştu. Kahvede başladı, İstanbul’da devam etti. Bunların hepsi kıymetli, seni olgunlaştıran ve o emeği daha değerli kılan şeyler. Arkadaşlık ortamı keza öyle. Hepimiz aynı durumdaydık. MKM benim için bir okul gibiydi. Konservatuara gitsem Kürtçe tiyatro yapamazdım. İnandığın şeyin peşini bırakmamak lazım.”
Aldığı eğitimlerin ardından Teatra Jiyana Nû (Yeni Yaşam Tiyatrosu)’na girer. Generalê Teneke (Teneke General), Komara Dînan (Deliler Cumhuriyeti), Rojbaş (Günaydın) ve Ta gibi birçok oyunda rol alır.
İlk sinema filmi güneşe yolculuk..
Yönetmen Yeşim Ustaoğlu Türk ve Kürt iki gencin arkadaşlığını anlatan Güneşe Yolculuk filmi için kast aramak amacıyla MKM’ye gelir.
“O dönem sinema çevresinden popüler simalar çekinirdi MKM’den. Fişlenme korkusuyla gelip gitmezlerdi. Yeşim Ustaoğlu diğerlerinden farklıydı. Bizimle çalışmak istemesini takdir ediyorum. Çünkü gerçekten doğru bir şey yaptı. Doğru tercihler kimi zaman riskleri de barındırır. Biz ondan çok şey öğrendik o da bizden öğrendi. Geldiğinde oyun provası alıyorduk. Provadan sonra bizi yönetim odasına çağırıp senaryoyu verdiler. Berzan karakterine kendimi çok yakın hissettim. Seçmeler sonucunda bana ‘seni değerlendirmedik’ dediler. Çok bozulmuş ama belli etmemeye çalışırken ‘Tamam, siz bilirsiniz ama bu rolü benden başkası oynayamaz’ dedim. Gülmeye başladılar, işletmişler beni meğer.”
Tüm oyuncular MKM’den seçilir. Sinema biriminin başında Kazım Öz vardır. Hüseyin Karabey, Özcan Alper kamera arkasında destek verecektir.
“Film çekilirken hep şunu düşünüyordum. İnsanlar izlerken ‘Nazmi çok kötü oynamış’ dedirtmemek için yönetmen ne derse onu yapmaya çalışıyordum. Filmi 15 Şubat 1999’da o malum günde Berlinale’de izledim. Ben kendimi izlerken memnundum. Uzun süre prova almıştık. Bizim de ilk işimiz ve heyecanla oynuyorduk. Hedeflerin var, onca şey yaşamışsın. Elimizden gelen tüm çabayı sarf ettik. Bu filmle birlikte yeniden doğmuş gibi hissettim. Başka bir sayfa açıldı benim için. Profesyonel ekibin içinde kendini buluyorsun. Kendine anlam biçiyorsun, potansiyelini görüyorsun ve doğru bir şey yaptık, iyi ki yaptık diyorsun. Festivale gelen çok güçlü filmler vardı. Tanınmış oyuncu ve yönetmenler arasında bir Kürt oyuncu olarak yer almak seni motive ediyor tabi ki. Sonra da ‘evet daha çok çalışmam lazım’ diyorsun. Ben dişimle tırnağımla geldim. Cezaevinden sonra vazgeçebilirdim, o bir kırılma noktasıydı ama inatla ‘bu işi devam ettirmem gerek’ dedim”
Ardından film teklifleri peş peşe gelir. Kazım Öz’ün yönettiği Fotoğraf, Yüksel Yavuz’un Küçük Özgürlük, Hiner Saleem’in Kilometre Zero, Yılmaz Erdoğan’ın Organize İşler filminin de aralarında olduğu uzun ve kısa metrajlı yaklaşık 40 filmde rol alır.
HER OYUNCUNUN RÜYASI CANNES’DA YÜRÜMEK
Kilometre Zero filmini Güney Kürdistan’da çektikleri sırada otele giderken kullandığı araç takla atar. Araçta rol arkadaşı Belçim Bilgin ve yönetmen Hiner Saleem de vardır.
“Çok ucuz atlatmıştık. Hiner’in eli çatlamış, benimse şiddetli bir biçimde göğsüm ağrıyordu. Bir hafta boyunca kaburga sancılarıyla filmi çektik. Film bittikten sonra bir gün Hiner arayıp ‘Cannes’a gidiyoruz’ dedi. Çok heyecan vericiydi. Küçük Özgürlük filmiyle daha önce gitmiştim ama yarışma bölümünde yer almadığı için kırmızı halıda yürümemiştim. Her oyuncunun hayali orada yürümek. Yürürken önceki hayatını, yaşadıklarını ve doğru yolda olduğunu düşünüyorsun. Benim için çok güzel bir duyguydu. Organize işler filmi de epey konuşuldu. “
Menajerlik sistemine geçtikten sonra birçok dizide de yer almaya başlar.
“Aslında bu meslekte bazen başka bir akla da ihtiyaç oluyor, ona açık olmak gerek. Menajer sistemine çok yıllar sonra geçtim. Daha önce projeler direkt bana gelirdi. Menajerler en azından seni önerebiliyor, sana proje getiriyor. Çünkü yönetmenler bazen oyuncuları unutabiliyor. Dizi mevzuu böyle başladı. Çok dizi izlemem. Bazen dijital platformdakilere bakıyorum. Maddi yönü tatmin edici, bir de çok tanınıyorsun. Tanınma benim için çok da önemli bir şey değil. Çünkü çok tanınmak çok iyi olduğun anlamına gelmiyor. Sinemanın daha kalıcı olduğuna inanıyorum. Diziler çabuk unutuluyor. Oynadığım tüm filmler kaliteli diyemem. Gişe filminde de oynadım, festival için olanlarda da. Hayatı idame etmek için dizilerde oynamam gerekiyor.”
KENDİ HİKAYELERİNİ ANLATMAK İSTİYOR
Nazmi Kırık, kendi hikayelerini anlatmak için yönetmenliğe soyunur. 2006’da Kimlik, 2009’da Der Kreise (Çember) adlı kısa filmleri çeker.
“Bizi besleyen, yaşadığımız, gördüğümüz şeyler var ve her şey buradan başlıyor. Bunları anlatmak gerekiyor. Yavaş yavaş yönetmenliğe de geçiş yapmak istedim. İki film çektikten sonra biraz daha demlenmek ve deneyim kazanmak için durdum. Yılmaz Erdoğan. Kazım Öz, Şevket Emin Korki, Hişam Zaman, Binevşa Berivan gibi birçok yönetmenle çalıştım. Onlardan kazandığım deneyim var. Çalışırken onları gözlemliyorum. Sinema sürekli pratik istiyor. Artık gözünde resimler oluşuyor. Epey bekledim. Şimdi zamanı diyorum.”
KÜRT YÖNETMENLER ÇOK FİLM ÇEKMELİ
Kırık, senaryosunu yazdığı kimliksiz ve hasta bir kadının hikayesini anlattığı Türkiye Almanya ortak yapımı bir film için kolları sıvamış.
“Diyarbakır’da çekilecek. Diyarbakır benim için çok önemli. Benim şehrim ve çok güzel şeyleri hak ediyor. Oyunculuğu seviyorum, ağırlıklı olarak oynamaya devam edeceğim ama yazdığım hikayeler var ve bunları çekmek istiyorum. Özellikle Kürt sinemacıların daha çok film çekmesi gerek. Bu hikayeleri anlatmadığında kaybolup unutuluyor. Neyi daha iyi anlatabileceksen onu anlat. Mesela iyi anlatamayacağım şeyi anlatmaya kalkmam. Hem oyuncu olarak hem çektiğim filmlerle seyircileri memnun edecek uluslararası platformlarda ses getirecek işler yapmak istiyorum. Kürt film festivalleri çoğalıyor. Onların canlı tutulması gerekiyor. Çok az film çekiyoruz. Minimum yılda 5-10 kürt filmi çekilmesi gerekiyor ki gelişsin. Deneyim önemli çünkü. Çok yetenekli olan ama projelerini hayata geçiremeyen gençler tanıyorum. Bu imkanları yaratmamız lazım. Sektör gelişkin değil, yatırım yok, fon bulunamıyor. Türkiye’de birçok sinemacı bunun acısını yaşıyor. Ben uzun zamandır bunu çekmeye çalışıyorum. Finans bulmak, altyapısını hazırlamak çok da kolay değil. Bütçesi olanlar daha kısa zamanda çıkarabiliyor. Çektikçe, yaptıkça, gördükçe, yaşadıkça bir şeyler öğreniyor, gelişiyorsun.”
Nazmi Kırık’ın öğrenerek, deneyimleyerek ve inatla kat ettiği yolunun açık olması dileğiyle.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***