AHMET KURUCAN | YORUM
“Her zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile yani iddia edilen şeyin vasıflarını, özelliklerini saymakla aldanmayız.”
Neden asırlardan beri var olagelen anlatımlara aldanmaz/inanmaz ve illa delil istersiniz?
Sadeleştirerek aktaracağım.
“Çünkü şimdi zamanın geniş sahralarından geleceğin dağlarına yağmur veren hikmet hakikatlerinin kaynağı akıl, hakikat ve hikmet olduğu için.”
Başka neden?
“Yeni yeni inkişaf etmeye başlayan gerçeği araştırma meyli, hakikat aşkı ve umum insanlığın menfaatini şahsi menfaatlere tercih etme ve insanca davranmayı netice veren sadece kat’i ve kesin delillerdir. Bunun haricinde bir şey ile artık günümüz insanını tatmin etmek imkansızdır.”
Devam ediyor: “Biz evet şimdiki zamanda yaşıyoruz ama istikbale namzediz. Artık hamasi anlatımlar, anlatılan şeylerin güzelce ifadesi zihnimizi doyurmuyor. Delil isteriz, delil; tasvir-i müddeâ ile aldanmayız*. (…) Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ’ etmiyor. Burhan (güçlü, sarsılmaz, kesin delil) isteriz.”
Ben soruyorum şimdi: “İyi de eskiden böyle değildi. İş bu rivayet yeni mi çıktı?”
Cevap veriyor: “Geçmişte hükümran olan genelde kuvvet, nefsani istekler ve arzular olduğundan dolayı bunlar hak ve hukuk tanımama, zorbalıkta bulunma, keyfi uygulamalar yapmayı netice veriyordu. Bu bir. İkincisi, başkalarına olan düşmanlık insanın kendi mesleğine sarılma, meşrebine muhabbetin önüne geçiyordu. Üçüncüsü, hakikatin keşfine mâni olan taassup ve tarafgirlik çok hakimdi. Böyle olunca bu zeminde hakikat kendini gizliyordu. Zira düşmanlıktan, savaştan, kavgadan, mücadeleden, cedelden başka bir şey yoktu.”
Müslümanlar vehimler ve hayaller dünyasından kurtulmalı
Bitirmedi cevabını, devam ediyor: “Ayrıca bu zorbalıklar taassup, başkasını dalalette ve yanlış yolda olduğunu itham etmek ve aslında gerçek olmayan, dişe damağa dokunmayan, hakikat nezdinde hiçbir anlam ifade etmeyen fikirlerin doğru gibi gösterilmesinden besleniyordu. Halbuki bunların üçü de İslami değerlere aykırı, Müslümanlar ve insanlar arasındaki hem muhabbete hem de fıtrî yardımlaşmaya engel olan şeylerdir. Bunlar yerine hakkı, hakikati, aklı ikna edecek delilleri, kardeşliği ve yardımlaşmayı esas almak gerektir. Nitekim saadet asrında bunlar hükümferma olduğu için akla ve kalbe gelen şüpheler cevaplarını anında bulmuştur. Ümit ederim ki beşinci asra kadar hâkim olan bu zihniyet yeniden geri döner, vehimler ve hayaller dünyasından Müslümanlar kurtulur.”
En sonunda şöyle bir yemin ediyor. Aynen aktarıyorum: “Kur’an’ın uslub-u hakimânesine yemin ederim ki…”
Ne diyor bu yeminin ardından?
“Aklı devre dışı bırakma, delil arayışını sonlandırma ve ruhban sınıfını sorgusuz sualsiz taklit etme bir zamanlar Hıristiyanların** sapmalarına vesile olmuştur.”
Bitirirken de Kur’an’ın, “Düşünmüyorsunuz, ibret almıyor musunuz, akıl etmiyor musunuz?” gibi faal akla işaret eden ayetlerini sıraladıktan sonra, “Zahirden ubur ediniz!”
Yani zahir ve literal anlamları bir kenara bırakıp düşününüz, “hakikat sizi bekliyor.” Aklınızla onu bulunuz.
Ama dört kelimelik son cümlesi enfes: “Fakat (hakikati) gördüğünüz vakit incinmeyin. Esah ve lazım…”
Kim bu dediğinizi duyar gibiyim; Bediüzzaman Said Nursi.
Bir devre damgasını vuran dev insan. Kadr-ü kıymeti ne kendi zamanında ne de vefat ettiği 1960 yılından bu yana kametine uygun biçimde anlaşılamayan nadide bir fıtrat.
Bakın bu tespitlerin yer aldığı Mukakemat kitabının ilk baskısı 1911 yılına ait. Söz konusu düşünceleri kitabın basıldığı 1911’de yazdığını düşünelim. Yıl 2024, üzerinden tam 113 yıl geçmiş ama yapmış olduğu tespitler hâlâ geçerliliğini koruyor ve maalesef ‘mazi dereleri’ deyip anlatmış olduğu pürmelâl halimizde umumi manada bir değişiklik yok.
Şimdi gelelim asıl mevzuya. Neden böyle bir yazıyı kaleme alıyorum?
Yazı ve konuşma diliyle seslendirdiğim düşüncelerime katılmak zorunda değil hiç kimse. Akıl ve muhakeme sahibi herkes zaten aklını hiç kimsenin cebine koymamalı, muhakemesini hiç kimseye teslim etmemeli.
Bildiklerine muhalif bile olsa yazılan ve konuşulan o şeyleri sabırla okumalı, dinlemeli ve sonra hem eski bilgilerinin hem de yeni duyduğu bilgilerin delillerine bakmalı, nihai kararı konusuna göre yetkin gördüğü başka kişilere de danışarak kendisi vermeli. Hakaret etmemeli, iftirada bulunmamalı, soğukkanlı bir biçimde meseleleri ele almalı.
Ümidim o ki 113 yıl önce Üstad Hazretleri’nin söylediği bu sözler böyle bir yol izlememize yardımcı olur.
Ümit işte. İnsanoğlu ümitle yaşıyor ve iyi ki yaşıyor!
*İddia edilen şeyin delilsiz biçimde anlatılması, tasvir edilmesiyle aldanmayız
**Orta Çağ Hıristiyanlığını kasdediyor bana göre.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***