MAHMUT AKPINAR | YORUM
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya silahsızlandırıldı, ordusuzlaştırıldı. Arka arkaya yaşanan iki dünya savaşı ve getirdiği yıkım, Avrupa ülkelerini Roma İmparatorluğu’ndan ilhamen “Birleşik Avrupa” fikrine yöneltti. Böylece savaşmaksızın barış içinde yaşayacaklarını düşündüler. Nitekim 75 yıldır bu hedefe doğru adımlar atılıyor. Avrupa içi savaşlar bitti, refah, huzur, güvenlik arttı. Bu süreçte Avrupa’nın önemli ülkeleri ordularını küçülttüler, savunma ve silahlanma yatırımlarını azalttılar.
Savaş sonrası SSCB sosyalist devrimler yapmayı denedi ise de Avrupa’daki sosyal refah devleti uygulamaları bu tehdidi etkisizleştirdi. SSCB’nin askeri tehditlerine karşı ise NATO kuruldu. Atlantik’in iki yakasının güvenliğini sağlamak için 1949 yılında kurulan Kuzey Atlantik Paktına devasa ordusuyla, muazzam ekonomik imkanlarıyla ABD liderlik yaptı. Güvenlik NATO’ya emanet edildiği için kolonyal dönemin önemli güçleri bile ordularını küçülttü, savunma giderlerini kıstılar. Avrupa’da insana, topluma, eğitime, bilime, sağlığa, sosyal güvenliğe yapılan yatırımlar artarken, askeri harcamalar düştü.
AB projesi ve onun genişlemesi Avrupa’ya ayrı bir dinamizm, zenginlik, huzur kazandırdı. Demokratik Avrupa sosyalizmin hayal ettiklerini vatandaşlarına somut imkanlar şeklinde sundu. Ulaştığı refah düzeyiyle, yaşam kalitesiyle, çalışanlara sağladığı imkanlarla SSCB ülkeleri dahil, dünyanın her yerinden işçiler, göçmenler çekmeye başladı. AB projesi refahı, huzuru, güvenliği daha da büyüttü. Üye devletlerin ekonomik imkanları, insani, demokratik standartları yükseldi.
Soğuk savaş döneminde Avrupa’nın güvenliği NATO’ya ihale edilse de ulusal ordular muhafaza ediliyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, doğu Avrupa’da yeni tampon ülkeler ortaya çıkmasından sonra Avrupa’daki savunma harcamaları iyice düştü. Askeri stoklar eridi, mühimmat yenilenmedi.
Artık iki kutuplu dünya gitmiş, komünizm tehlikesi ortadan kalkmış, batı “mutlak zafer”ini ilan etmişti. NATO’nun misyonunun bittiği konuşulur oldu. Daha 3-4 yıl önce Fransa lideri Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir.” demişti.
Avrupa tek pazar haline gelmiş, sınırlar açılmıştı. Herkes dilediği gibi gezebiliyor, dilediği ülkede çalışıp yaşayabiliyordu. Avrupa binlerce yıldır görmediği huzura, barışa, refaha kavuşmuştu.
Hayat standardı çok yüksekti, coğrafya güvenliydi, insanlar mutluydu. Eski kıta tarihte az görülür huzur atmosferine kavuşmuştu. Bu atmosfer, yaşam standardı her kıtadan insanı cezbediyordu. Avrupalılar bunun ilelebet süreceğini düşündüler. Dolayısıyla savunmaya kaynak ayırmadılar.
Putin’le birlikte Rusya tekrar güçlenmeye ve çevresine tehdit oluşturmaya başladı. 2008’de Gürcistan’ın bir kısmını işgal etmesi batılı toplumları ve devletleri uyarmadı. 2014 yılındaki Kırım işgali de ciddi alarma sebep olmadı. Dünyadan tepki görmeyen Putin revisyonist (genişlemeci) politikalarına devam etti. Avrupa tehdidin boyutlarını ancak Ukrayna işgali ile fark etti. Toplumlar hala tehlikeyi görmek istemiyor, çünkü refahından, rahatından vazgeçmek istemiyor. Bütçenin savunma harcamasına kaydırılmasını arzu etmiyor.
Bir dönem dünyanın en güçlü ordularına sahip İngiltere, Almanya, Fransa, italya, İspanya gibi devletleri artık sembolik ordulara sahipler ve savaş hazırlıkları yok. Putin’in ilerlemesi ve pervasızlığı Avrupalı devletleri ciddi düşündürüyor. Rusya askeri ve ekonomik olarak toparlandı, batının koyduğu ambargoları aştı. Çin, ABD’nin global liderliği için tehdit görülse de Avrupa için yakın tehdit Rusya. Putin Rusya ile sınırı olan ülkeleri titretirken, Avrupa’nın büyük güçlerini bile tedirgin ediyor.
Yaklaşık 75 yıllık barış, refah, huzur dolu rüya bir dönem yaşayan Avrupa için savaş korkusu geri dönüyor. Almanya silahlanmaya başladı. İngiltere ordusunun ne kadar küçük kaldığını fark etti. Trump’ın seçilmesi veya ABD’nin izolasyonist politikalara yönelip Avrupa’ya güvenlik sağlamaktan vazgeçmesi durumunda korunmasız kalacaklarını anladılar. Sadece NATO’ya ve ABD’ye güvenmenin derin savunma zaafı oluşturduğunu gördüler.
Avrupa’da hemen her yüzyılda bir deli, maceracı diktatör çıkıyor ve Avrupa barışını sabote ediyor. 1800’lerde Napolyon çıktı ve Avrupayı katıp karıştırdı. 1900’lerde Hitler çıktı. Şimdilerde Putin, Avrupa’nın güvenliğini tehdit ediyor.
Tehdit algısının batı toplumlarını manipüle etmek için kasten üretildiği, Rusya’nın gücünün mübalağa edildiği, “Putin’in kışkırtıldığı” gibi söylemler var. Türkiye’deki Ulusalcılar ve otoriter ülkelerin medyası bu söylemleri kullanıyorlar. Ancak naif olmaya gerek yok. Rusyanın izlediği çizgi ortada.
Putin, Dünyanın açık ara en geniş coğrafyasına ve görece az nüfusa sahip ülkesini yeni işgallerle daha da büyütme çabasında. Böylesi söylemler tecavüzcüyü değil, “davetkar giyindi” diye mağduru suçlamaktan farksız.
Putin böyle bir sonuç bekliyor muydu emin değiliz, ancak genişlemeci politikaları fesh edilmesi beklenen NATO’nun tekrar önem kazanmasına sebep oldu.
Öte yandan Ukrayna krizi Avrupa ülkelerinin askeri olarak acze düştüğünü ve NATO’ya bağımlılık içinde olduklarını ortaya çıkardı. Son gelişmeler üzerine Avrupa ülkeleri Putin’in hiç de istemeyeceği şekilde silahlanmaya, ordularını büyütmeye yöneldiler.
Orduları büyütmek, savunma sanayine yatırım yapmak, silahlanmak sevimsiz görülebilir, eleştirebilir. Ama bu hayatın bir gerçeği. Kontrolsüz güce sahip muhteris liderler kötülükte sınırı olmayan varlıklar.
Hitler genişlerken de Avrupa’da iyimser, uzlaşmacı yaklaşımlar vardı ve bunlar sadece Hitler’e cesaret veriyordu. Putin’den bir Hitler çıkar mı bilemiyoruz ama Avrupa’nın şu anda 1930’lara nazaran yeni bir Hitler’e daha hazırlıksız olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***