DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM
Osmanlı tarihinin son dönemindeki ilginç olaylardan birisi de sadrazamların çeşitli nedenlerle yabancı elçiliklere sığınması olmuştur. Bu onur kırıcı durum II. Abdülhamit devrinde üç defa gerçekleşmiştir.
Avrupa Sürgününden Taif Sürgününe Mithat Paşa
Abdülaziz’in tahttan indirilmesi sonrasında Osmanlı tahtına V. Murat geçtiyse de akıl sağlığındaki problemler nedeniyle tahttan indirildi ve yerine meşruti yönetime geçileceğine söz veren II. Abdülhamit tahtta çıkarıldı. İşte önce Abdülaziz’i tahtan indirip yerine Murat’ı padişah yapan, sonra da Abdülhamit’i tahta çıkaran erkân-ı hal’ içerisinde Mithat Paşa da yer alıyordu.
Abdülhamit’in ilk sadrazamı, Abdülaziz’in son döneminde yeniden bu makama tayin ettiği ve V. Murat’ın doksan üç gün süren saltanatı süresince de görevine devam eden Mütercim Rüşdü Paşa idi. Onun görevden alınmasından sonra ise sadarete Mithat Paşa getirildi.
Paşa devletin kurtuluşu için tek çare olarak anayasal yönetime geçmeyi görmekteydi. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi hazırlanarak 23 Aralık 1876’da ilan edildi. Osmanlı Devleti böylece meşruti rejime geçti.
Meşrutiyetin ilanına rağmen Balkan Bunalımı’nın çözümü için toplanan konferanslarda “Düvel-i Muazzama” Osmanlı Devleti’nin yanında yer almadılar. Bu gelişmeler 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın çıkmasıyla sonuçlandı.
Padişah II. Abdülhamit ise kaynaklarda “hafız-ı Kur’an” olduğu belirtilen Mithat Paşa’yı görevinin kırk dokuzuncu gününde sadrazamlıktan azlederek Avrupa’ya sürgüne gönderdi. Paşa bir buçuk yıl kadar Avrupa ülkelerinde yaşadı ve Abdülhamit muhalifi bir tutum içerisine girmeden Avrupa gazetelerinde Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’ni savunan yazılar yazdı.
Bir süre sonra Paşa’nın yurt dışında bulunmasını uygun görmeyen Abdülhamit, onun ve ailesinin Girit’te ikametine izin verdi. Mithat Paşa, Eylül 1878’de Suriye valiliğine, 1880 Ağustos’unda da Aydın valiliğine tayin edildi. Valilik görevlerini üstlenmesine rağmen İstanbul’daki muhalifleri sürekli olarak Paşa aleyhinde propaganda yapmaktaydı.
Bunların etkisiyle tutuklanacağını anlayan Mithat Paşa’ya yakınları yurt dışına kaçmasını tavsiye ettiler. Konağının asker tarafından sarıldığını gören Paşa, arkadaki küçük bir kapıdan sokağa çıkarak Fransa’nın İzmir Konsolosluğu’na sığındı. Fransa’nın olumsuz cevabı ve Adliye Nazırı A. Cevdet Paşa’nın teminat vermesi üzerine teslim olarak İstanbul’a getirildi.
Mithat Paşa tamamen kendi muhaliflerinden oluşan Yıldız Mahkemesi’nde Abdülaziz’in katline karışma suçlamasıyla yargılandı ve idam kararı verildi. Abdülhamit’in oluşturduğu “Fevkalade Meclis” kararı onaylasa da iç ve dış tepkileri dikkate alan padişah, cezayı sürgüne çevirdi.
1881 yılında Taif’e sürgüne gönderilen Mithat Paşa, burada hatıralarını yazdı ve kendisini ibadete verdi. Üç yıllık sürgün sonrasında 1884 Mayıs’ında hücresinde boğularak öldürüldü. Paşa’nın cesedi bile tereddüde yol açmış ve Yıldız tarafından defalarca soruşturma yapılmıştır.
Abdülhamit’in ikinci sadrazamı Mithat Paşa’nın önce sürgüne gönderilmesi sonrasında da valiliği sırasında Fransız Konsolosluğu’na sığınması ve sonunda da idama mahkûm edilmesi, Yıldız Sarayı merkezli rejimin inşasında önemli bir aşamaydı.
Elbette burada en önemli sorulardan birisi, Abdülhamit’in sürgüne gönderdiği bir kişiyi Avrupa’dan geri getirip vali yapması, sonrasında da ölümüne kadar giden süreci başlatmasıdır.
Vazgeçilmez Sadrazam: Küçük Said Paşa
Abdülhamit’in yabancı elçiliğe sığınan sadrazamlarından birisi de Said Paşa’dır. Paşa daha çok “Küçük Said Paşa” olarak bilinmektedir. En önemli özelliği ise Abdülhamit’in bir türlü vazgeçemediği sadrazamı olmasıdır. Bu özelliği onun Abdülhamit devrinde yedi defa sadrazam olmasını sağlamıştır. Daha enteresan olan da Paşa’nın Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sonrasında da sadrazamlık yapmasıdır.
Abdülhamit tahta çıktıktan sonra Mabeyn Başkatipliği görevine son görevi Meclis-i Ticaret ve Ziraat üyeliği olan Said Paşa’yı tayin etti. Arapça ve Farsçanın yanında Fransızca da bilen Paşa, bürokrasi dışında gazetecilik de yapmıştı. Mabeyn Başkâtipliği görevi sırasında Kanun-i Esasi’nin hazırlanmasına katkı yaptığı gibi kendisi de bir taslak kaleme almıştı.
Bir buçuk yıl süren başkâtiplik görevi sonrasında farklı görevlere tayin edilen hatta taşraya gönderilen Paşa, Bursa valiliği sırasında padişaha vilayetlerin idaresine dair bir layiha sundu. Ardından da önce üçüncü defa Hazine-i Hassa Nazırlığı’na sonra da Tunuslu Hayreddin Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Adliye Nazırlığı’na getirildi.
Paşa bu nazırlığı sırasında Adliye Teşkilatı Nizamnamesi’ni hazırlayıp Adliye Nezareti’nin merkez ve taşra teşkilatlarını oluşturdu. Aynı zamanda savcılık kurumu da ilk defa kuruldu. Said Paşa ilk defa 1879’da Ahmet Arifi Paşa’nın azli sonrasında sadrazamlığa tayin edildi.
Paşa’nın hem ilk hem de 1880’de getirildiği ikinci sadrazamlığı çok uzun sürmedi. Abdülhamit’in sadrazam tayinlerinde; dış politika problemleri ve büyük devletlerin desteğini sağlama gibi konular etkili olmaktaydı. Ancak ilginç bir şekilde Abdülhamit, Said Paşa’yı bir süre kenarda tutuyor sonra da bir “joker” gibi devreye sokarak yine sadrazam yapıyordu.
Abdülhamit rejiminde bir sadrazamın istifası mümkün değildi. Sadrazamlar padişahla görüş ayrılığına düştüğünde sadrazam azledilmekteydi. Said Paşa da ikinci defa geldiği sadrazamlık görevinden Mısır’daki Urabi Paşa isyanında padişahla yaşadığı görüş ayrılığından dolayı 1882 Mayıs’ında alınmıştı.
Paşa iki ay sonra Mısır sorununu çözmek için yeniden sadrazam tayin edildiyse de üçüncü sadrazamlığı da kısa sürdü ve 1 Aralık 1882’de yine azledildi. Paşa, anlaşmazlığa düştüğü için istifa etmek istemiş fakat padişah tarafından istifası kabul edilmemişti. Ancak Abdülhamit sonradan Paşa’yı saraya davet edip sadaret mührünü almıştı. Azledilmesinin nedeni de muhtemelen hakkındaki jurnallerdi.
Said Paşa’nın yerine A. Vefik Paşa sadrazam tayin edilmişse de kırk sekiz saat sonra A. Vefik Paşa’dan sadaret mührü alınarak Said Paşa yeniden sadrazam yapıldı. Paşa’nın en uzun sadareti bu dönem olacak ve iki yıl yirmi üç gün sürecektir.
Said Paşa dördüncü sadareti sırasında da istifa etmek istemişse de kabul görmemişti. Ancak Şarkî Rumeli krizinde Avrupalı devletlerle ters düşmek istemeyen padişah, Said Paşa’yı azlederek yerine Kâmil Paşa’yı atadı. Bundan sonra Abdülhamit, Paşa’ya on yıl kadar görev vermedi.
Said Paşa sadaretten uzak kaldığı on yıl içinde uzlet hayatı yaşadı. 1895’te yeniden sadrazamlığa getirilen Paşa, beşinci sadaretinde daha çok Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesinin uygulanması ve eğitim konularıyla uğraştı. Bu sadrazamlığı da 1895 Haziranından Ekimine kadar süren Paşa, İstanbul’daki Ermeni olayları nedeniyle yine azledildi. Bu sırada Ankaralı ulema bir aileden gelmesine rağmen “Ermeni olduğu” iddia edildi.
Azlinden bir ay sonra saraya çağrılan Said Paşa, büyük bir telaş yaşasa da kendisinin görüşlerine başvuruldu. Ancak ertesi gün Saray’daki köşklerden birisinde oturup padişaha danışmanlık yapması teklif edilince Mahmut Kemal İnal’ın ifadesiyle “ecel-i kaza” korkusuyla 4 Aralık 1895’te küçük oğluyla birlikte İngiliz elçiliğine sığındı. Böylece Abdülhamit’in Mithat Paşa’dan sonra bir başka sadrazamı da çareyi yabancı sefarete sığınmakta buluyordu.
Said Paşa’nın İngilizlere sığınması, Avrupa basınında Osmanlı Devleti’nin çok kötü yönetildiği şeklinde büyük bir propaganda konusu oldu. Paşa, İngiliz elçiliğinde “hayatına kastedilmesinden endişe ettiğini” belirtiyor, oğlunun tahsili ve kendisinin tedavisi için Avrupa’ya gitmesine yardımcı olunmasını talep ediyordu. Paşa’yı kararından vazgeçirmek için Goltz Paşa’nın da sefarete gelip görüşmesi, on üç defa girişimde bulunulması ve Paşa’nın elçinin arabasıyla evine dönmesi ilginç bir durumdur.
Said Paşa dört gün süren pazarlıklar ve verilen güvencelerden sonra evine döndü. Ancak bundan sonra sürekli olarak gözetim altında tutuldu. Zaman zaman görüşlerine başvurulsa da kesinlik ifade eden raporlar vermemeyi tercih etti. Altı yıl aradan sonra 1901’de Abdülhamit kendisini altıncı defa sadrazamlığa tayin etti.
Bu görevi de iki yıl süren Paşa, 1903’te sadaretten alındı. Azil sonrasında “uzak bir diyarda yaşamak için” izin istediyse de bu talebi Abdülhamit tarafından kabul görmedi. Paşa yine beş yıl kadar gözetim altında yaşadı.
Meşrutiyetin yeniden ilanı sürecinde Abdülhamit’in “kurtarıcı sadrazamı” yine Said Paşa oldu ve 22 Temmuz 1908’de sadaret makamına tayin edildi. Ancak yedinci sadrazamlığı da uzun sürmedi ve İttihatçıların baskısıyla on üç gün sonra istifa etmek zorunda kaldı.
Paşa’nın diğer önemli görevi ise Ayan Meclisi başkanlığını üstlenmesi oldu. 31 Mart Olayı sonrasında II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine karar veren Meclis-i Milli’nin de başkanlığını yaptı. Abdülhamit’in yedi defa sadrazamlığını yapan Said Paşa’nın bu davranışı büyük bir vefasızlık olarak değerlendirilecektir.
Said Paşa, Abdülhamit devrinden sonra II. Meşrutiyet devrinde de iki defa bu makama getirildi hatta Şura-i Devlet reisliği de yaptı ve 1914’te vefat etti.
Onun Abdülhamit devrinde İngilizlere sığınmasına rağmen yedi defa böyle bir makama tayini “padişaha sadık olmasıyla” açıklanabilir. Paşa daha sonra kaleme aldığı hatıratında bu olaydan pişman olduğunu yazacaktır. Ama Said Paşa Abdülhamit’i hal’ eden meclise başkanlık yapmaktan da geri durmamıştır.
Tahsin Paşa’nın da hatıralarında vurguladığı gibi Said Paşa da Abdülhamit gibi “vehimli” bir karaktere sahipti. Herhalde Paşa’nın bu yapısı da Abdülhamit’in kendisini tercihinin önemli bir nedenidir. Abdülhamit’in “hayatımda liyakatli iki adam tanıdım. Biri Said Paşa diğeri de Ali Paşazade Ali Fuat Bey’dir. Bunların aklı hayra da erer, şerre de” dediği aktarılmaktadır.
Kâmil Paşa
Kıbrıs doğumlu olan ve bundan dolayı Kıbrıslı Mehmet Kâmil Paşa olarak da bilinen Kâmil Paşa, çeşitli memuriyetlerden sonra ilk defa 1880 yılında Said Paşa hükümetinde nazır oldu. 1885 yılında da Şarkî Rumeli meselesini askerle çözmek isteyen Said Paşa’nın yerine ilk defa sadrazamlığa tayin edildi. Böylece yıllarca devam edecek olan Said Paşa-Kâmil Paşa rekabeti de başladı.
Paşa’nın ilk sadareti 1891’e kadar yaklaşık altı yıl devam etti. Sadaretten azlinden dört yıl sonra yeniden bu makama atandı. Bu sırada Anadolu’da Ermeni olayları bütün şiddetiyle devam etmekteydi. Abdülhamit, Ermenilerin hamisi olarak gözüken İngilizlere yakın bir siyaset izleyen Kâmil Paşa’yı sadrazam yapmıştı.
Paşa, padişah Abdülhamit’e Ermeni meselesinin çözümü için ıslahat yapılmasını, millete karşı sorumlu ve yetkili bir hükümete ihtiyaç olduğunu, nazırların sadrazam tarafından seçilmesini ve saray görevlilerinin hükümete karışmamaları gerektiğini bildirdi. Bu tekliflerden kuşkulanan Abdülhamit, Kâmil Paşa’yı görevinden azletti. Paşa’nın ikinci sadrazamlığı sadece otuz beş gün sürmüştü.
Abdülhamit ardından Paşa’yı Halep valiliğine tayin ederek hemen yola çıkmasını emretti. Ancak elçilerin araya girmesiyle tayin, Aydın valiliği olarak değiştirildi. Kâmil Paşa’nın bu görevi esnasında Uzunçarşılı’nın ifadesiyle “bir cilt tutacak kadar” jurnal gönderildi.
Jurnallerde Paşa’nın vilayet idaresinde başarısız olduğu, gayrimeşru kazançlar elde ettiği, hürriyet yanlılarına müsamaha gösterdiği ve eşkıya tenkilinde gevşek davrandığı belirtilmekteydi. Bu nedenlerle azledilip Rodos’a sürüleceğini anlayan Kâmil Paşa, Said ve Mithat paşalar gibi yabancı bir devlete sığınmayı tercih etti.
1907 yılında İzmir’deki İngiliz konsolosluğuna sığınan Paşa, İngiliz idaresindeki Kıbrıs’ta ikametine izin verilmesini talep etti. Bu talebin padişahı çok sinirlendirdiği açıktır. Abdülhamit sonunda hem Paşa’ya hem de İngiltere’ye güvence verdi. Paşa da bu teminat üzerine konsolosluktan ayrılarak İstanbul’a döndü.
Bütün bu yaşananlara rağmen Abdülhamit, meşrutiyetin ilanı sırasındaki sadrazamı Said Paşa’nın istifası üzerine Kâmil Paşa’yı üçüncü defa sadarete getirdi ve Paşa’nın bu görevi 31 Mart olayından bir ay önceye kadar devam etti.
Kâmil Paşa’nın dördüncü ve son sadrazamlığı ise Balkan Savaşları esnasında oldu. Ancak bu görevi de İttihatçıların meşhur Babıali Baskını ile sona erdi (23 Ocak 1913). Aynı yıl içinde de gittiği Lefkoşa’da vefat etti.
Mithat, Said ve Kâmil paşaların yabancı devletlere sığınmaları elbette bir devlet için kabul edilebilecek bir durum değildir. Ancak Abdülhamit devri rejiminde çeşitli nedenlerle kendini güvende hissetmeyen ve öldürülme endişesi yaşayan sadrazamlar, çareyi “Düvel-i Muazzama” elçiliklerine sığınmakta bulmuşlardır.
Bu üç sadrazam içinde kuşkusuz en talihsizi Mithat Paşa olmuş; Yıldız Mahkemesi yargılaması sonrasında sürgüne gönderildiği Taif’te boğdurulmuştur. Buna karşılık Said ve Kâmil paşalar, yabancı sefaretlere sığınmalarına rağmen Abdülhamit tarafından yeniden sadrazam yapılmışlardır.
Kaynaklar: İnal, M. K. (1982), Son Sadrazamlar, İstanbul, Dergâh, C. 1, 2, 3; Kurşun, Z. ( 2008), “Said Paşa (Küçük)”, DİA, C. 35, s. 576-578; (1991), Küçük Mehmed Said Paşa, Marmara Üniversitesi SBE Doktora Tezi, İstanbul; Demir Görür, E. (2021), “Mehmed Said Paşa’nın İngiliz Elçiliğine Sığınması”, Akademik Bakış, S. 29, s. 69-88; Çetin, A. (2022), “Kıbrıslı Kâmil Paşa”, DİA, C. 25, s. 391-393; Uzunçarşılı, İ. H. (1955), “II. Abdülhamit Devrinde Kâmil Paşa”, Belleten, S. 74, s. 203-246.
Anahtar Kelimeler: II. Abdülhamit, Mithat Paşa, Said Paşa, Kâmil Paşa.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***