AMED – Ekim Devrimi ve Rus İç Savaşı’nın tahlilinin yapıldığı “Kızıl Devrim” kitabını anlatan akademisyen İsmet Konak, Ekim Devrimi ve Rojava Devrimi’nin karşılaştırmasını kaparak, kadınların Rojava Devrimi’nin katılımcıları değil aktörleri olduğunu söyledi. Konak, “Aracın şoförü değişti. Sovyet Devrimi’nde aracın şoförü erkekler iken Rojava Devrimi’nde kadınlardır” dedi.
Akademisyen ve Yazar Dr. İsmet Konak’ın 7 yıla yakın bir sürede Rus kaynaklarında yaptığı araştırma, okuma ve incelemelerin ardından yazıya döktüğü Kızıl Devrim kitabı okuyucuyla buluştu. Aram Yayınevi’nden çıkan kitap, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çarlık Rusya topraklarında meydana gelen devrimleri ele alıyor. Önsözünde Fikret Başkaya’nın yazısının yer aldığı 270 sayfalık kitap, 1917 Şubat Devrimi, Ekim Devrimi ve Rus İç Savaşı’nın tahlilini yapıyor.
Konak kitabın hazırlanış süreci, içeriğini anlatırken, Soyvet Devrimi ve Rojava Devrimi’nin de karşılaştırmasını yaptı.
KİTAP RUSÇA KAYNAKLARDAN BESLENDİ
Rusça kaynaklarla hem devrimin hem de savaşın sentezini yapmaya çalıştığını anlatan Konak, “Tabii bir başka ülkede meydana gelen devrimle ilgili inceleme yapmak oldukça zor ve zahmetli bir iş. Bu açıdan gayet çetrefilli bir süreç oldu ama diğer taraftan da oldukça heyecanlı ve verimli oldu” dedi. Devrim tarihini ekseriyetle Rusça kaynaklardan öğrendiğini söyleyen Konak, “Eskiden daha çok İngilizce, Fransızca, Almanca vb. kaynaklara bakıp analiz yapıyorduk ama bu kez doğrudan kaynaklara gidip inceleme fırsatı buldum. Bu açıdan önemliydi. Türkçe kaynaklarda bu konuda bazı eksiklikler var. Rus devrimleri genel hatlarıyla biliniyor, fakat Rus İç Savaşı yeterince bilinmiyordu. Bu savaşa dair kitapta bazı bilgiler sunuyoruz. Okuyucu Rusça kaynaklar ışığında devrimin daha iyi bir tahlilini yapabilir” diye konuştu.
Rus devrimlerini genel hatlarıyla değerlendiren Konak, “Troçki’nin deyimiyle 1917 yılındaki Şubat Devrimi’yle kitleler yeniden tarih sahnesine çıktı. Fikret Başkaya hocamız, ‘Devrim gerçekleştiğinde sıradan insanlar radikal önderlere dönüşürler’ diyordu. Gerçekten de Şubat Devrimi’nde böyle oldu. Metalurji, tekstil işçileri ve diğer işçiler sokağa çıktı. Aslında Bolşevikler, Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler kitlelere -devrimci hareketin alt üst olma ihtimalini düşünerek- destek vermekten imtina ediyorlardı. Çünkü şartlar uygun değildi, tasfiye olma ihtimali vardı. Fakat buna rağmen işçilere destek vermek zorunda kaldılar. Akabinde Petrograd Sovyeti kuruldu” ifadelerinde bulundu.
Petrograd Sovyeti’nin henüz sosyalizme hazır olmamasından dolayı ülkeyi yönetme yetkisini geçici hükümete devrettiğini belirten Konak, bunun tarihi bir hata olduğunu kaydetti. Konak, “Bu aslında devrimi çıkmaz ayın son çarşambasına ertelemek demekti. Diğer taraftan da sosyalist fraksiyonların kendilerine güvenmediği anlamına geliyordu. Geçici hükümet ülkeyi yönetme yetkisini eline aldı. Kitlelerin temel talepleri olan kalıcı barış, toprak reformu, işçinin üretim üzerindeki himayesini sağlayacak adımları atmadı. Bu bakımdan geçici hükümetin yetersiz kaldığını görüyoruz” şeklinde konuştu.
‘GEÇİCİ HÜKÜMET EMPERYAL POLİTİKAYI YÜRÜTTÜ’
Geçici hükümetin temelde burjuvazi ve feodal beylerden oluştuğunu söyleyen Konak, “Yani mülk sahibi sınıftan oluşan bir hükümetti. Asıl amacı Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan o emperyalist politikayı yürütmekti. İngiltere, Fransa ve ABD ‘Ne yaparsan yap bir an önce bu politikayı devam ettir’ diyerek baskı uyguluyordu. Geçici hükümet de bu noktada İtilaf devletlerinin ‘dizdarı’ gibi hareket etti ve emperyalist politikayı kaldığı yerden devam ettirdi. Hatta Lenin, geçici hükümete genelde geçici hükümet demiyordu, Milyukov-Guçkov hükümeti diyordu. Kim bunlar, Milyukov Dışişleri Bakanı, Guçkov ise Savaş Bakanıydı. Bu iki kişi aynı zamanda Rusya’daki büyük burjuvaziyi temsil ediyordu. Burjuvazinin savaş politikası kendi çıkarı için de önemlidir. Onların planına göre yeni topraklar elde edilecek, yeni piyasalar oluşturulacak, kâr payı arttırılacak, artı-değer sağlanacaktı. Lenin bu durumla ilgili ‘Savaşlar kapitalizmin yol arkadaşıdır’ diyordu. Gerçekten de bu böyleydi” diye kaydetti.
‘SOSYALİST DEVRİME GEÇİŞ ZORUNLUYDU’
Şubat Devrimi’nin beklentileri karşılamamasının ardından Bolşeviklerin yeni çözüm yolları bulmaya çalıştığına işaret eden Konak, “Lenin o sırada İsviçre’den Rusya’ya gelerek, ünlü Nisan Tezlerini öne sürdü. Bu tezler aslında birçok kesim tarafından yeterince kabul görmemişti. Bu tezlerde Lenin temelde 2 strateji çizmişti. Birincisi, bu hükümet emperyalist bir hükümet, kesinlikle iktidarın Sovyetlere geçmesi gerekiyordu. İkincisi ise yeni bir devrim, yani sosyalist bir devrime geçilmesi gerekiyordu. Ama Bolşevikler sosyalist devrime ‘barışçıl bir geçiş yapalım’ diyorlardı. Ne zaman bu taktiği değiştirdiler? Ağustos 1917’de 6’ncı kongrede. Bu kongrede silahlı direniş yöntemi benimsendi. Neden? Geçici hükümet Bolşevikler üzerindeki hâkimiyetini artırmış ve birçok Bolşevik devrimciyi tutuklamıştı. Lenin ve Zinovyev Finlandiya’ya kaçmak zorunda kalmışlardı. Artık Bolşeviklerin önünde silahlı direniş yöntemi kalmıştı” diye konuştu.
‘EKİM DEVRİMİ’YLE KÖRDÜĞÜM KESİLDİ’
Şubat Devrimi sonrası yine 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi’ni “Mülksüzleştirenler, mülksüzleştirildi” şeklinde tarifleyen Konak, devrim öncesi nehrin önünü tıkayan kördüğümün kılıç darbesiyle kesildiğini belirtti. Devrimden hemen sonra kalıcı barış, basın, toprak reformu, işçinin üretim üzerindeki himayesi ile ilgili önemli kararnamelere imza atılarak, geçici hükümetin yaptığı yanlışlara düşülmediğinin altını çizen Konak, “Bolşevikler özellikle barış meselesinde çok önemli ve kritik adımlar attılar. Partinin içerisinde dahi barışa karşı çok sayıda çatlak ses vardı. Karşı devrimciler zaten Brest-Litovsk Antlaşması’nı asla kabul etmediler. Partinin içerisinde özellikle iki figür karşı çıkmıştı. Troçki ve Buharin. Troçki o dönemde ‘Ne savaş ne barış’ gibi oldukça anlamsız bir politika uygulamıştı. Genç Sovyet Cumhuriyeti’ni zor durumda bırakan bir tutumdu. Troçki ilk aylarda Brest-Litovsk görüşmelerine gönderilen kişiydi. Hükümette Dışişleri Halk Komiseriydi. Yine Buharin de ısrarla ‘devrimci savaş’ çağrısında bulunuyordu. Bu da doğru bir tutum değildi. Sovyet Cumhuriyeti, Almanya, Osmanlı ve diğer güçlere karşı savaş yürütecek, bir konumda değildi. Bu antlaşmayı bir an önce imzalayıp kendi pozisyonlarını güçlendirmeleri gerekiyordu. Buharin’de bu süreçte bir dar kafalılık vardı. Hatta Lenin, Buharin’i de kastederek ‘Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı’ adlı eseri yazmıştı” dedi.
‘DEVRİMDE KADINLARIN POZİSYONU ZAYIFTI’
Rus Devrimi’nin kadın katılımı konusunda eksik olduğunu söyleyen Konak, devrimde yer alan bazı kadınlara ilişkin şunları söyledi: “Devrimlerde Nadejda Krupskaya (Lenin’in eşi), İnessa Armand, Aleksandra Kollontay gibi kadınlar öne çıktı. Mesela Kollontay 1917 Şubat Devrimi gerçekleştiğinde Petrograd Sovyeti’nin Merkez Yürütme Komitesi’nde yer alıyor. Sonraki süreçte Lenin’in Nisan Tezleri’ne destek veriyor. Ekim Devrimi’nde 10 Ekim 1917’de Parti Merkez Komitesi devrim kararı aldığında o komitede yine var. Hükümet kurulduğunda da Kollontay’ı, Devlet Yardımı Halk Komiseri olarak görüyoruz. Yine 1919’da Jenotdel (Kadın Birimi) kuruldu. Bunun bünyesinde İnessa Armand, Aleksandra Kollontay gibi isimler vardı. Nadejda Krupskaya özellikle eğitim politikasında önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda iç savaşta sık sık cepheye gidiyor, Kızıl Ordu’yu savaşa adapte ediyordu. Psikolojik olarak onlara bazı ajitasyonlar da bulunuyordu. Tüm bunlara rağmen Sovyet Devrimi bence kadınlar konusunda eksikti. Aktör değillerdi. Aracın şoförü hiç olamadılar daha çok aracın içerisinde bir yolcu muamelesi gördüler. General olamadılar, daha çok bir nefer muamelesi gördüler. Günümüzdeki Rojava Devrimi gibi değildi. Oradaki kadınların pozisyonu günümüze oranla daha zayıftı.”
ROJAVA DEVRİMİ VE EKİM DEVRİMİ’NDEKİ FARKLILIKLAR
Bugün gerçekleşen Rojava Devrimi ve Ekim Devrimi arasındaki farklılıklara işaret eden Konak, bu farklılıkların başında “devlet” kavramının geldiğini söyledi. Rojava Devrimi’nin devlet konusunda yeni bir paradigma geliştirdiğini ifade eden Konak, “Mesela Rojava Devrimi’nde gerçekleşen sürecin ismi PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın da sık sık formüle ettiği Demokratik Konfederalizm’dir. Demokratik Konfederalizm’de; halk meclisleri, komünler, kantonlar, direkt demokrasi, liberter sosyalizm gibi formüller oldukça önemlidir. Burada amaç devleti minimalize etmektir. Minimal devlet ilkesi burada geçerlidir. Devleti sadece ‘gece bekçisine’ çevirme anlayışı var ki bu çok doğru bir anlayış. Devleti ne kadar küçültürseniz, toplum o kadar hareket alanı kazanır, daha fazla özgürleşir. Bu açıdan Rojava Devrimi önemli.
Peki, Ekim Devrimi ne yaptı? Bu noktada biraz patolojikti. Lenin mesela Marx ve Engels’in devlet formülasyonunu benimsemişti. Marx ve Engels diyorlardı ki ‘Sosyalist devrim gerçekleşirse devlet kendiliğinden ortadan kalkar’, ‘Devlet, proletaryanın elinde devrim düşmanlarına karşı bir güç olmalı’ diyorlardı. Bu tez oldukça sorunluydu. Sovyet Devrimi’nde ilk yıllardan itibaren sönmeye başlayan bir devlet değil de otoriterleşen bir devlet vardı. Otoriterleşmenin ayak seslerini ilk önce 1921’deki 10’uncu kongrede gördük. Parti içi fraksiyonlar bu kongrede yasaklandı ve partide bir merkeziyetçilik inşa edildi. O süreçte Aleksandra Kollantay bu kongrenin kararlarına çok karşı çıktı. Kendisi İşçi Muhalefeti içerisindeydi ve Lenin’in bahçesine adeta taş atıyordu. Diyordu ki ‘benim gördüğüm kadarıyla bir komiserokrasi inşa ediliyor, şeflik var.’ Yani Lenin’i şef olmakla suçluyordu. Yine 1924’te partide genel sekreterlik makamı tesis edildi. Bu makamın inşa edilmesiyle birlikte Stalin giderek kültleşti. Sonraki yıllarda büyük felaketler yaşandı” şeklinde konuştu.
‘STALİN DÖNEMİNDE OTOKRASİ İNŞA EDİLDİ’
Stalin’in Leninist çizgiden tamamen koptuğunu, iyi ya da kötü işleyen karınca yuvasını saman çöpüyle doldurmaya başladığını belirten Konak, “Buharin’in Stalin’e daha dikkatli olunup iyi bir iktisadi model uygulanması gerektiği şeklinde uyarıları vardı. Mesela Buharin 1921’de başlatılan NEP’in (Yeni Ekonomik Politika) 1927’de sonlandırılmasından yana değildi. Tarımın kamulaştırılmasına karşı çıkmıştı. Sovyet sistemine biraz daha nefes aldırma taraftarıydı. Bilindiği üzere bu politikada özel sektör de yararlanmaktaydı. Ancak Stalin yönetimi bütün bunları ‘sağ sapmacılık’ olarak değerlendirdi. Aynı Buharin 1938’de kurşuna dizildi. Bunun gibi çok sayıda örnek var. 1930’larda Sovyet yönetimi bana göre yozlaştı. Otoriter bir sistem inşa edildi. Bir parti var. Partinin üzerinde bir kişi var, bu kişi mevcut makamını kötüye kullanıyordu. Monolitik bir devlette ‘monomit’ olmuştu. Bir bakıma Sovyetlerin iradesi gasp edildi. Bir zamanlar hükümeti denetleyen bir Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi vardı, ama artık o da işlevsiz hale getirilmişti. Mesela günümüzde Rojava Devrimi’nde oldukça dikkatli hareket ediliyor. Tek kişi yönetimi yok, herhangi bir otokrasi yok. Kararlar yatay düzeyde ele alınıyor. En önemlisi de kadınlar bu devrimde öncüdür” diye kaydetti.
ROJAVA DEVRİMİ’NDE KADINLARIN ROLÜ
Kadınların Rojava Devrimi’nin katılımcıları değil aktörleri olduğunu söyleyen Konak, “Bir de her şey 2012’de başlamadı. Kadın hareketi Yekitiya Star ile birlikte 2005’ten itibaren başladı. O tarihten itibaren Yekitiya Star köylerde, kasabalarda örgütleniyordu. Toplumu adeta bir devrime hazırlıyordu. 2012’den sonra Kongreya Star bu görevi üstüne aldı. Sadece kadın akademilerinde değil, ekonomi, kültür, dil gibi alanlarda da kadınların öncü olduğunu görüyoruz. Aracın şoförü değişti. Sovyet Devrimi’nde aracın şoförü erkekler iken Rojava Devrimi’nde kadınlardır. Sovyet Devrimi’nde kadınlar her ne kadar üretim sürecinde yer alsalar da bir mısır koçanı veya süs biberi muamelesi görüyordu. Rojava Devrimi’nde ise tam aksi. O açıdan önemli. Ekonomi politikasında da kadınların ciddi bir pozisyonu var. Mesela Kadın Ekonomi Komitesi var, topluma orada önemli projeler sunuyor. Toplumun tekelleşmesini ve bireyselleşmeyi engellemek için ciddi uğraşlar var. 10’larca kooperatif kuruldu. Bunlara dikkat ediliyor. Sovyet Devrimi’nde bir süre sonra ‘nalıncı keseri gibi yontmak’ ortaya çıktı. Yani kişi kendi menfaatine göre hareket etmeye başladı, bunu frenleyecek bir mekanizma yoktu. Ama Rojava Devrimi’nde kendi menfaatine göre hareket etme ilkesi oldukça zayıf. Mevcut mekanizma bunu engelliyor. Kadınlar bu noktada çok dikkatli hareket ediyorlar. Pederşahi ilişkiler, tüm gelenekler ve dogmaları tartışıyorlar, tartışmaya açıyorlar. O açıdan ‘Rojava Devrimi çok sağlıklı ilerleyen bir devrimdir’ diyebiliriz. Zaten klasik Marksistler ‘Kadının olmadığı devrim eksik bir devrimdir’ diyorlardı. Kendileri devrim yapmalarına rağmen kadının aktör olmasını engellemişlerdi. Fakat Rojava Devrimi’nde bu eksikliğin giderildiğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak Rojava Devrimi, halkların kendi gemisini üzerinde özgürce yüzdürebileceği bir nehirdir. Bu gemi her ne kadar 2012’den beridir korsanların saldırısına uğruyor, sık sık korsanlar tarafından gasp ediliyor olsa da seyrini devam ettiriyor” şeklinde konuştu.
MA / Müjdat Can
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***