ANKARA – İHD, İnsan Hakları Haftası kapsamında “İnsan hakları kapsamında afet, ekolojik yıkım ve 6306” konulu panel düzenledi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Ekoloji Komisyonu, 10 Aralık İnsan Hakları kapsamında İHD Ankara Şubesi’nde “İnsan hakları kapsamında afet, ekolojik yıkım ve 6306” konulu panelini gerçekleştirdi. Panelde İHD Ankara Şube Ekoloji Komisyonu’ndan Tuğba Kahraman’ın moderatörlüğünü yaptığı panelde, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ekoloji ve Tarım Komisyonu’ndan sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı İbrahim Akın, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası Yürütme Kurulu Üyesi ve Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Ceren Gamze Yaşar, Polen Ekoloji Kolektifi Üyesi ve yazar Umut Şener konuşmacı olarak yer aldı.
Panel açılışını yapan Kahraman, “İnsan Hakları kapsamında ekolojik mücadele hak mücadelesi alanından ayrı bir alan değildir. Kent hakkının barınma hakkının kentsel dönüşümlerle daha karanlık bir yüzeye çekildiğini görüyoruz. Her zaman bunun sınıfsal bir boyutu olduğunu görüyoruz. Özellikle depremden sonra kentsel dönüşüm ve ranttan kaynaklanan sorunları görüyoruz” diyerek, sözü 6306 sayılı kanunu anlatması üzerine Dr. Ceren Gamze Yaşar’a bıraktı.
‘CUMHURBAŞKANLIĞI KARARLARIYLA PEK ÇOK ALANA EL KONULDU’
Yaşar, 6306 sayılı yasa ile gelen merkezileşme, salt çoğunluk, ilan-itiraz, rezerv alan ve riskli alan konularına değindi. Türkiye’de sorunu ortaya koymanın kolay olduğunu ama önemli olanın sorunun nasıl çözülebileceği üzerinde hareket etmek olduğunu belirten Yaşar, merkezileşme sebebiyle yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm adı altındaki yapılaşmalara engel olamayacağını kaydederek, “Sürenin kısaltılmasıyla yaşadığınız yerde ya da mülk sahibinin karşı çıkma hakkı elinden alınmış olunuyor. Cumhurbaşkanlığı kararlarıyla pek çok alana el konuldu. Kentin en dış sınırında tarım alanları varken kamulaştırma projeleri başladı” dedi.
‘KONUT SORUNU SADECE MEKANSAL BİR SORUN DEĞİL’
6306 sayılı yasayla beraber ciddi bir mülksüzleştirmenin başlayacağını ama soruna sadece bu açıdan bakılmaması gerektiğini belirten Yaşar, “Herkes için yaşam alanları, barınma alanları ve kent hakkı oldu. Önce mücadele alanımızı genişletmek gerekiyor. Çünkü, konut sorunu herkese ucundan dokunan bir sorun. Sadece mülk sahibi değil, kiracılık oranları Türkiye’de çok yüksek. Özellikle yoksul alanlarda yüzde 80’lere varıyor. Konut sorunu sadece mekânsal bir sorun değil. Aynı zamanda bir emek pazarı ve piyasa sorunu. Konutun bu kadar finansallaşması ve piyasalaşması, kar getiren bir şey olması bizim en temel ihtiyaçlarımızdan olan barınmanın piyasalaşmasına neden oluyor” diyerek ederek mülk sahipliği arttıkça geometrik artan vergiler, imar affının ortadan kaldırılması, planlama olması, İmar ve Yapı denetim sektöründeki yolsuzluklarla mücadele ve Tarıma, üretime teşvik gibi çözümler ile bu sorunların çözülebileceğini ifade etti.
Ekolojik yıkımın politik zeminini anlatan İbrahim Akın, şehir planlamanın ciddi bir sorun olduğunu ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın özellikle 6 Şubat’ta Mereş merkezli deprem felaketinden sonra alakasız yerlerde yapılaşmaya gittiğini söyledi. Akın Türkiye’deki pek çok yerde rezerv alanı ilan edilen yerlerde inşaatlaşmaya gidildiğini kaydederek, “Bunlar gerçekten haydutlar. Hukuksuz kuralsız bir sistem içerisinde her şeyi yapmaya uygun bir hareketleri var” dedi.
‘MÜCADELE ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ’
Rezerv alanları konusunun çok dikkat çekmediğini ancak ileride ciddi sorunlar doğuracağını vurgulayan Akın şunları söyledi: “Şu anda yurttaşlarımızın yaşadığı birçok evin deprem sırasında riskli olduğunu biliyoruz. Bunları nasıl dönüştüreceğiz meselesi çok önemli. Yıllardır özellikle yoksul kentlerde kentsel dönüşüm politikalar ile yaşadığımız sorunlar önümüzde duruyor. Bu sorunların çözümü için bizim kamusal olarak bakmamız lazım. Her vatandaşın yaşayabileceği bir konuta sahip olması lazım. Paralı olanları yaşatıp parasız olanları sokağa atalım gibi bir hikayeyi kabul etmemiz mümkün değil. Bunlar böyle bakmadığı için tamamen rant alanı olarak baktığı için el koyma politikası yapacaklar ve bizim bunun karşısında mücadele etmeye devam edeceğiz.”
DOĞAYA MÜDAHALE
Deprem bölgesinde yaşayan insanların barınma ve sağlık sorunlarına değinen Akın, “Örneğin Hatay’da hiçbir konut yapılmış değil şu ana kadar. Ama sadece konut yapılma meselesi değil, sağlık sorunları da çok ciddi bir durumda. Asbest en büyük risk olmuş durumda. Asbestden kaynaklı yaklaşık 43 hastalıktan söz ediliyor. İnsanlarda yaralar oluşturmuş durumda ve tedavisi olmuyor. Afetten sonra böyle riskler var. Sadece deprem değil mesele. Örneğin yağmur yağdığında özellikle Karadeniz’in değişik yerlerinde sel yaşanıyor, orman yangınları yaşanıyor. Ama bunun sebebi tamamen doğaya müdahaleden yaşanıyor. Örneğin Karadeniz çevre yolunu yaptılar ama bu yolu yaparken bütün dere yataklarını kapattıkları için seller oluyor ve insanlarımız o selin altında kalıyorlar. Doğa ile bu kadar uğraşan, doğaya karşı amansız mücadele veren bir devlet politikası olamaz. Bu iktidar ayakta kalmak için şimdiye kadar bütün özelleştirme politikalarını tüketmiş durumda. Şimdi de doğaya saldırıyorlar, doğayı sömürmeye çalışıyorlar” ifadelerini kullandı.
‘DOĞA ALANLARINA SALDIRAN BİR EGEMEN DEVLET VAR’
DEM Parti Ekoloji ve Tarım Komisyonu’nun ekolojik kırım haritası çıkarmaya çalıştığını ve Türkiye’nin her yerinde sorun olduğunu gördüklerini söyleyen Akın, “Türkiye’nin neredeyse her mahallesinde yaygın bir ekolojik kırım var. Bizim şimdiye kadar yürüttüğümüz daha çok çevre aktivistleriyle yapılacak mücadele ile mümkün değil. Karşımızda devlet olanaklarıyla, devletin gücüyle doğa alanlarına saldıran bir egemen devlet var. Bu devletin karşısında antikapitalist mücadeleyi yürütemezsek doğa sömürüsüne karşı etkili mücadele hattı tutturamazsak kentin geleceğini, insanların hayatını kurtarmak mümkün değil” diye konuştu.
‘DEMOKRATİK MÜCADELEYİ HER ALANDA YÜRÜTELİM’
Bu sorunlara karşı politik olarak yapılması gerekenin, bütün yurttaşların duyarlılığını arttıracak, çevre hareketlerinin parçalı, yerel çalışmalarını merkezi hale getirebilecek ortak koordinasyon sağlayacak bir yapının oluşturulması gerektiğini belirten Akın, Hanönü ve Akbelen’deki sorunlara değindi. Mecliste bu çalışmaların yürütüldüğünü ve sık sık soru önergeleri verdiklerini ve farklı çalışmalar yürüttüklerini söyleyen Akın, “Yerel mücadele ile meclis ayağını kurabildiğimiz ölçüde bu işi yürütebileceğimizi düşünüyoruz. Eğer sokakta mücadele yürütemezsek mecliste bizim sesimizin çok fazla etkisi olmadığını üzülerek söylemek isterim. Hayatın içinde güçlü bir ekoloji mücadelesi yürütülmediği sürece bizim açımızdan meclisi değiştirmek, alınan kararları değiştirmek, yeni bir yasal düzenleme yapmak mümkün değil. Yasal düzenleme yapılsa bile mevcut siyasal sistem içerisinde hukukun da çok fazla etkisinin kalmadığı tamamen siyasal araç haline geldiği bir durumda yapılacak çok fazla iş yok. Demokratik meşru mücadeleyi her alanda yürütmekten başka şansımız yok” dedi.
‘ANTİ-EMPERYALİST OLMADAN ÇÜZÜM ÜRETMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL’
Polen Ekoloji Kolektifinden Umut Şener de, insanın doğayla mücadele ettiği ve kendi yaşam koşullarını oluşturmaya çalıştığı bir süreçten, doğaya hakim olmaya çalıştığı bir sürece geçildiğini söyledi. Şener, “Bu süreçte afet diye tanımladığımız yaşanan olaylar geri dönüşü imkansız sonuçlara yol açıyor. Doğal kaynakların kullanımı sürdürülebilirlik dediğimiz şeyden gün geçtikçe uzaklaşıyor. Yaşamın sürdürülebilir olması için bizim afet konusunu iyi anlamamız gerekiyor. Bugünkü koşullarda anti-emperyalist olmadan, anti-faşist bir tavır almadan bu sorunların hiçbirine doğru bir çözüm üretmemiz, talep ortaya koyabilmemiz, sonuç alabilmemiz mümkün değil” dedi.
RANT ODAKLI SONUÇLAR
Kentsel dönüşümün ve İmar aflarının bir kısmının kırsal alanda başladığını, tarım alanlarının ve orman ‘vasfını’ kaybetmiş yerlerin dönüştürülerek aşama aşama bugüne gelindiğini kaydeden Şener, “Büyükşehir yasasıyla şehirlerin çevresindeki köy alanları şehir alanlarına dahil edildi ve kır ve kent arasındaki o dönüşüm denen büyük rant harmanlandı. Rezerv alan geldiğimiz durumun son yasal kılıfı oldu. Afet riskleri konuşulmuyor muydu? Konuşuluyordu. Örneğin 3’üncü havalimanı için afet riski değerlendirmesi yapılmıştı ama kamu yararı gibi insanları ikna edebilecek argümanlar öne sürülerek bu tartışmalar rant odaklı sonuçlara çekildi” dedi.
‘HALK SAĞLIĞI SORUNUNA DÖNÜŞMÜŞ BİR AFET’
AFAD’ın 2019 yılında Mereş’te 7.5 büyüklüğünde 2 gün süren bir deprem tatbikat yapıldığını ancak sitelerinden kaldırıldığını belirten Şener şu ifadeleri kullandı: “Tatbikatta lojistik, arama kurtarma, insanlara ulaştırılabilecek ilk yardım, geçici barınma alanları oluşturulması için hızlı koordinasyon hepsi var ama orada ne yok? Böylesi geniş kapsamlı ve gerçekçi simülasyonda bile afetin sonrasında olacak yıkımın sonuçları arasında ekolojik yanıyla herhangi bir hazırlık yok. Bugün somut olarak afet bölgesinde yaşanan sorunlardan biri de asbest. TTB ifadesiyle artık halk sağlığı sorununa dönüşmüş bir afet yaşadık biz. Ne devletin aklında işin ekosistem ve çevreyle ilgili bir şey var ne de maalesef insan hakları örgütlerinin talepleri arasında öncelikli olarak yer alabiliyor.”
SOMUT TALEPLER
Yıkımın; biyoçeşitliliğin yok olması, iklim değişiklikleri, jeomorfolojik yapıda yıkım olarak üç alanda gerçekleştiğini ve Türkiye’de her üçünün de yaşandığını kaydeden Şener, “6 Şubat depremlerinin sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik somut taleplere ihtiyacımız var. Özel afet bölgesi ilanlarının yapılmasıyla birçok hak ihlalinin önüne geçilebilir. Kentsel dönüşüm müdürlüğü oluşturuldu hiç ihtiyacımız yok ama. Her türlü afete gebe bir ülke olarak ekolojik sorunları da içine alan bir Afet Bakanlığı’na ihtiyacımız var. Bu olağanüstü süreçlere uygun, uzman yetkili mahkemelerin olması gerekiyor. Çünkü bugüne kadar imar yasaları, kaçak binalar, konutlar, yıkım rezerv alanlar… hepsi yasalardaki boşluklardan yararlanılarak yapıldı. Yakın zamanlı bir uygulama olarak Büyükşehir yasasının iptal edilmesi gerektiği çok açık. Çünkü her afette gördüğümüz, bunun yoksullara vurduğu. Bunları tamamlayacak bir şey olarak, bizlerin afet bilinçli halklar haline dönüşmemiz gerekiyor” dedi.
Panel soru-cevap bölümüyle devam etti.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***