* Bu söyleşi ilk olarak e-komite’de yayınlanmıştır
7 Ekim sonrası Batı’da içinde birçok “ünlü” ve “büyük” ismin de bulunduğu sanat etkinliği iptal edildi. Ahmet Öğüt ve Burak Delier, Almanya’ya odaklanarak İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım bağlamında Batı’daki ifade özgürlüğünün olanaklarını ve sınırlılıklarını konuştular.
Burak Delier: 7 Ekim’deki Hamas saldırısı sonrası ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerde iptal edilen çeşitli kültür-sanat etkinliklerine (Hamas’ı özellikle ve vurgulu biçimde kınamayan imza metni sebebiyle işten çıkarılan ArtForum editörü David Valesco en dikkat çekici örneklerden biri) baktığımızda (1) bir taraftan genel olarak sanatın içinde bulunduğu kurumsal bağlam (finansal, kültürel, tarihsel) ile ilişkisini incelemek mümkünken bir taraftan da her bağlamın farklı olduğunu teslim etmek gerekiyor. Örneğin, bugün İrlanda’da Filistin’i desteklemek sorun olmazken Almanya’da açık bir baskı var. Üstelik baskılar konudan konuya da değişiklik gösteriyorlar. Berlin kültür-sanat kurumları genel olarak LGBTTİQ+ dostu bir konumda düşünülebilecekken ya da konu İngiltere, Fransa olduğunda sömürgeciliğe eleştirel bir şekilde yaklaşabiliyorken konu Almanya’nın sömürgeci geçmişi olduğunda sorunlar çıkıyor ya da konu İsrail-Filistin olduğunda açık bir baskı ve engelleme görülüyor. İlginç bir şekilde, documenta bugün, kendi ifadeleriyle “Yahudi toplumun güvenini yeniden kazanmak” için geçen seneki edisyonun küratörü Ruangrupa’yı, bazı üyelerinin İsrail-Filistin meselesindeki güncel sosyal medya gönderileri üzerinden kınayan bir açıklama yapma gereği duyabiliyor.(2) Avrupa ve ABD sanat kurumlarının “ifade özgürlüğü”nün savunucusu olarak kutladıkları Ai Weiwei’nin Lisson Gallery’deki sergisi, ABD’nin İsrail’e desteğine ve Yahudilerin ABD sanat ortamındaki etkisine dikkat çeken tweetleri yüzünden iptal edilebiliyor. (3) Ai Weiwei’nin bir iki sene önce, Almanya’nın göçmenlere tahammülsüzleştiğini belirterek Berlin’den Cambridge’e taşınmış olduğunu da ekleyelim.
Ahmet; uzun zamandır Berlin’de yaşıyorsun ve hem Berlin hem de küresel sanat ortamlarında faalsin, Sessiz Üniversite gibi, sanat kurumları, STK’lar ile ortaklıklar geliştirerek işleyen göçmenler için kurulmuş bir bilgi paylaşım platformunun başlatıcısısın; tecrübelerin üzerinden bu son iptal olaylarını, Almanya kültür-sanat kurumlarını ve sanat ortamındaki tutumları değerlendirebilir misin?
Ahmet Öğüt: Uzun zamandır Avrupa’da, 2015’ten beri de ağırlıklı olarak Berlin’de yaşıyorum. Filistin’e ve Filistin halkına verdiğim destek konusunda duruşum uzun yıllardır net olarak ortada. Senin de söylediğin gibi İrlanda’da ya da Hollanda’da sanat çevrelerinde Filistin’i desteklemek sorun değil. Mesela Jonas Staal’ın geçenlerde Amsterdam’da Prix De Rome ödülünü alırken yaptığı etkili konuşmayı Almanya’da yaptığını hayal etmek bile mümkün değil. Önceleri herhangi bir kamusal açıklama yapmadan da mesafe koymak mümkündü fakat son zamanlarda durumlar değişti. En büyük dönüm noktası 10 Aralık 2020’de Berlin’de önde gelen Alman kültür kurumlarından oluşan geniş bir koalisyon tarafından organize edilen ortak bir girişim olan GG 5.3. Weltoffenheit’tu. Alman parlamentosunun Mayıs 2019’da, şiddetsiz bir dayanışma hareketi olan BDS hareketini (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi, Yaptırımlar), antisemitik olduğu gerekçesiyle resmi olarak kınaması ve partiler arası bir kararla BDS’e karşı olmayan projelere yönelik kamu finansmanının kesilmesine yol açmasına karşı oluşmuş bir girişimdir. Hemen akabinde Alman ve Almanya’da yaşayan uluslararası sanatçılar olarak parlamentoda alınan bu kararını protesto eden mektuba imza attık. Ben de tereddüt etmeden imzalayan ilk sanatçılardan biriydim. İmzacılar arasında Yahudi asıllı sanatçılar da vardı. Bu tip mektupların kara liste olarak kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Nitekim 2022’de gerçekleşen documenta 15’e davet edilen bazı sanatçılar bu liste referans verilerek hedef olarak gösterilmişti. Hatta Filistinli sanatçıların mekanına açılıştan önce radikal sağcı gruplar tarafından bir saldırı olmuştu. 2019 öncesinde de, resmi olmasa da, uygulanan bir durumdu. Walid Raad’ın Almanya tarafından geri alınan ödülü Aachen Art Award gibi olaylar zaten vardı ama ilk defa resmileşti ve kurumların üzerinde bir yükümlülük haline getirildi.
Son zamanlarda Filistine verdikleri destekten dolayı o kadar çok iptal yaşandı ki, inanmak güç. Bir kısmından bahsetmek iyi olur: Berlin’deki kültürel mekan Oyoun’un 2024 yılı için olan fonu yakın zamanda Berlin Kültür Senatosu tarafından kesildi. Şair Ranjit Hoskote, documenta direktörü ve Federal Hükümetin Kültür Komiseri’nin kendisini antisemitizmle suçlamasının ardından, documenta’nın Seçim Komitesi’nden istifa etti ve ardından Seçim Komitesi’nin kalan üyelerinin tümü protesto amacıyla istifa etti. Fotografie Bienali, ortak küratörlerden birinin sosyal medya hesaplarından birinde eleştirmesi nedeniyle iptal edildi. Frankfurt Kitap Fuarı, Filistinli yazar Adania Shibli’nin ödül törenini “süresiz olarak erteledi.” Suriyeli-Filistinli şair Ghayath Almadhoun, Haus für Poesie’nin Berlin’deki Arap şiiri antolojisinin tanıtımını 7 Ekim’e tepki olarak ertelemelerinin ardından iptal etti, yazarların sözleşmelerine bir BDS maddesi eklendi ve Filistin’den bahseden şiirlerin kaldırılmasına yönelik editoryal kararlar dayatıldı. Bochum Şehri Konseyi’nin “Birleşik Krallık Filistin için Sanatçılar” tarafından yapılan bir açıklamaya ortak imza attığı için, yazar Sharon Dodua Otoo’ya verilen Peter Weiss Ödülü’nü geri çekti.
“BDS Kampanyası”. Alman kamu yayıncısı ARD, Filistinli film yapımcısı Annemarie Jacir’in WAJIB filminin galasını iptal etti. Berlin merkezli çevrimiçi müzik platformu Hör, Filistin’le dayanışma gösteren kıyafetler giydikleri için Sam Clarke ve Téa adlı iki DJ’in setin ortasında kesilmesini sağladı. Berlin’deki 7. Monolog Festival, Filistinli şair Dareen Tatour’un performansını süresiz olarak erteledi. Münchner Kunstakademie, Instagram’da İsrail ve ABD’yi eleştiren Nicolás Jaar’la yapacağı etkinliği iptal etti. Yahudi-Güney Afrikalı sanatçı Candice Breitz’in Saarland Kültür Merkezi’nde 2024 için planlanan sergisi iptal edildi. Liste her geçen gün daha da uzuyor. ArtForum’da yayınlanan mektuba ben de imzamı atmıştım. Editor David Valesco’nun işten çıkarılması ve imzaların geri çekilmeye zorlanması gibi baskılar ABD’de de sanatsal özgürlüğe sert bir darbe vuran bir olay oldu. Aralarında Kate Sutton ve Kaelen Wilson-Goldie’nin de bulunduğu Artforum ekibinin en az altı üyesi ve yazarı istifa etti ve destek olarak yaklaşık 600 kişi dergiyi satın almış olan şirketin diğer yayınları ARTnews ve Art in America gibi kardeş yayınlarını da boykot eden mektuba imza attık. Dergiye düzenli katkıda bulunan eleştirmen Jennifer Krasinski ve sanat tarihçisi Claire Bishop makalelerinin Aralık sayısından çıkarılmasını talep etti. Film yapımcısı John Waters, küratör Meg Onli ve sanatçı Gordon Hall gibi isimler de yazılarını geri çekti.
Burak Delier: Almanya kültür-sanat ortamını genel olarak iyi yapılandırıldığını ve finansal olarak özel ve kamusal çeşitli tipte fondan beslendiği için müzakere alanlarının görece açık olduğunu düşünürüm. Oysa çizdiğin bu manzara bütüncül bir baskı, parlemento düzeyinden başlayarak karar verilmiş açık ve net bir politika olduğunu gösteriyor. Almanya kültür kurumları içinde hiç mi çatlak ses yok? Bu baskı ne kadar bütüncül ve etkili?
Ahmet Öğüt: Baskı gayet bütüncül, tepeden inme ve etkili. Dediğim gibi 2020’de buna karşı bir kurumsal duruş sergilenmişti; GG 5.3. Weltoffenheit paktını oluşturan kurumlar arasında bir birlikte duruş vardı. Bu paktı oluşturan kurumlar arasında Berliner Festspiele, Berliner Künstlerprogramm des DAAD, HAU Hebbel am Ufer / Berlin, HELLERAU – Europäisches Zentrum der Künste / Dresden, PACT Zollverein / Essen, Deutsches Theater Berlin, Haus der Kulturen der Welt, Jüdisches Museum Hohenems, Kulturstiftung des Bundes, Stiftung Humboldt Forum im Berliner Schloss, Zentrum für Antisemitismusforschung, TU Berlin, DOK Leipzig, Nationaltheater Mannheim, Staatsschauspiel Dresden, Völkerkunde Museen in Leipzig, Dresden Württembergischer Kunstverein gibi yapılar var. Ama şu an durum çok farklı.
Burak Delier: Şu anki durumun kalıcı olma ihtimali var mı? Bahsettiğin bu kurumlar azımsanmayacak bir karşı duruşa işaret ediyor. Bunun yanında İsrail’in giriştiği savaş, katliamlar onu destekleyenleri ya da eleştirilmemesini isteyenleri zora sokacak seviyede. Yakın bir gelecekte Filistin meselesinin sanat kurumlarında açık bir şekilde konuşulma ihtimali olur mu sence? Bundan sonrasında bu baskının ne gibi etkileri olabilir?
Ahmet Öğüt: Bu kadar arka arkaya imzalar attığımız bir dönem hatırlamıyorum. Bu imzaların kara listelere dönüştüğü kesin, fakat yaptırım açısından işleyip işlemediğinden her zaman emin olamıyoruz. Mesela listede bahsi geçen kurumlardan bazıları 7 Ekim’den sonraki süreçte ya tutum değiştirdi ya da sessizliğe büründü. Almanya’da bu durumun gelecekte değişeceğini pek düşünmüyorum. Ama dünya geneline de bakmak lazım, sanatçılar ve kültür çalışanları uluslararası var olmak istiyorlarsa bir ya da iki devletin baskısıyla kendilerini sınırlandırmamalı.
Burak Delier: Bunu açabilir misin? Dünya, İsrail-Filistin konusunda, istisnalar olsa da ortasından ikiye yarılmış gözüküyor. Öyle bir mesele ki, Avrupa’nın tarihsel, ABD’nin de güncel sömürgecilik faaliyetini, öne süregeldikleri değerlerinin ikiyüzlülüğünü faş ediyor. Bütün bunları biliyoruz, tekrar etmeye gerek yok. Fakat, uluslararası olmak ne kadar sorunlarımızın çözümü ya da uluslararasılık burada ne kadar etkili bir rol oynayabilir emin değilim. Almanya Almanya’da, Almanya politikaları sorumlularının olduğu yerde eleştirilmeli. Bu her bağlam için geçerli; başta belirttiğim gibi bağlamsallaştırmazsak yaptığımız işin, eleştirinin, duruşun nerede, nasıl işlediğini kaçırırız. Anlamlı, kalıcı etkiler yapma şansımız da azalır. Ancak yerel mücadeleler, yerel müdahaleler üzerinden etkili olabiliriz. Bu tabii yerelliğe kapanıp kalalım, uluslararası işbirliklerini, dayanışmaları dışlayalım ya da uluslararası bir bakışa sahip olmayalım, takip etmeyelim vs. anlamına gelmiyor. Sanatçılar, insanlar, tabiri caizse bulundukları yerde kendi göbeklerini kesmeliler. Eleştiri muhatabına gitmeli, konumlar açık olmalı. Çoğu bienalde, örneğin son İstanbul Bienalleri’nde gördüğüm bir meseleydi bu; söylem, konumlar, sanat her şey yerinde… Fakat bağlamla, yani Türkiye ile, İstanbul ile, yerel ile karşılaşmamak için her şey yapılmış. Bu anlamda uluslararasılık aldatıcı olabilir, ancak yerelde yapabiliyorsak bir değişim yapabiliriz; belki bahsettiğin uluslararasılığı koşulları, boyutları, dinamikleri değişen parçalı yerellikler arasındaki ilişkiler olarak düşünmeliyiz.
Ahmet Öğüt: Aslında daha sözümü bitirmemiştim (Gülüyor) Demek istediğim yerel mücadelelerden vazgeçmek değil, tam tersi, daha da üzerine gitmek, her şeyi göze alarak. Şu an Almanya’da Filistin’e destek veren bütün sanatçılar ve kültür çalışanları bir daha Almanya’da çalışamama riskini göze almış durumda. Ama bu onların kariyerleri bitmiş anlamına gelmiyor. Sydney Bienali’ndeki (4) kesinlikle etkili olmuş protestomuzdan ötürü ya da Ukrayna’ya açılan savaştan da önce Moskova’ya gidecek bir sergiden Putin’in patronluğu nedeniyle çekilmemden dolayı bir daha o ülkelere davet edilmemiş olabilirim.(5) Bunlar her ne kadar kariyerimi kısıtlasa da bitirecek durumlar değil, uluslararası her yerde lokal olarak aktif olduğum için bir şekilde halen sergi davetleri alabiliyorum ve sergilerimi yapabiliyorum. Demek istediğim bu herkes için geçerli, her yerde lokal olmak biçiminde bir uluslararasılık.
Burak Delier: Dikkatimi çeken başka bir şey de, iptal gerekçelerinin çoğunun sanatla, sanat işleriyle ilgili olmayan açıklamalar, imzalar, atılan tweetlerden kaynaklanıyor olması. Bu bana oldukça ürkütücü geliyor; sorun olan yapıtlardaki içerik değil, sanat kurumları için belirleyici olmaması gereken kişilerin politik seçimleri, tweet’lerdeki fikirimsi şeyler, metinlerdeki tavır beyanları. Bu bir tür McCarthycilikle sol eğilimli “iptal kültürünün” karışımı gibi; kişinin politik beyanı, tavrı, konu hakkında herhangi bir fikri üzerinden sanat etkinliği, aldığı fon, ödül, ödül töreni iptal ediliyor, belirsiz bir zamana erteleniyor. Fikirdeki, beyandaki suç unsuru, kusurlu taraf hukuki ya da siyasi olarak ortaya konulmuyor, bir soruşturma yürütülmüyor, savunma konumu oluşmuyor. Bahsettiğin gibi bu tavır beyanları, imza listeleri kara liste olarak kullanılıyorsa; bu, kültür-sanat alanının müzakere veya çatışmadan, husumetli bir çekişmeden çok giderek bir uzlaşım alanı haline geleceğini göstermez mi?
Ahmet Öğüt: İptal kültürü, sadece iptal etmeye odaklandığı zaman sorunlu oluyor. Ama amaç yok etmek değil var etmek olmalı. Yani sorunun temeline inmek lazım. Sürekli devam etmek durumunda olan bir müzakere alanı olarak düşünelim sanat ve kültür dünyasını. 2019’da Burak Arıkan ile birlikte Code of Acquisitions platformunu kurmuştuk. Code of Acquisitions, sanat kurumlarının ve galerilerin hem iyi hem de kötü pratiklerini haritalandıran bir platform. Vakalar cinsiyet ve ırk ayrımcılığından ödemelerin suistimal edilmesine kadar değişebiliyor. Olumlu pratikleri de aynı harita üzerinde listeliyoruz. Hepsini kurumların kamusal olarak yayınlanmış Code of Ethics (Etik İlkeler) poliçelerinden seçerek sınıflandırıyoruz. Böylelikle farkındalığı artırmak için, kuruluşları itibarları üzerinden sorumlu tutacak kolektif bir veritabanı oluşturduk. Sürekli de güncelliyoruz.
Burak Delier: Sanıyorum bu son olaylarla elinizde epey bir malzeme birikti; iptal edilen etkinlikler sansür, sözleşme ihlali gibi başlıklar altına girebilirler. Elbette, niye sanat kurumlarını yok etmeye çalışalım; zaten tam da bu etkinlik iptal etme mantığının altında kurumları çalıştırmama arzusu yatmıyor mu? Sanat ve üniversiteler bağlamında bu oldukça bariz. Belki de en işe yarayacakları zaman ve bağlamda işletilmiyorlar. Çoğu kurumun açıklamasında şu kalıp dikkat çekiyor “elbette ifade özgürlüğünden, özgür tartışma, iletişim ortamından yanayız, ama…” Bu, bu tür baskı ve sansür vakalarında kurumların açıklamalarında rastladığımız bir kalıp. Bir tür “ifade özgürlüğü OHALi” ilan ediliyor ve bazı sözler, kişiler, tavırlar askıya alınıyor. Bu da, “olağan” zamanlardaki “ifade özgürlüğü” savunusunun ne kadar boş olduğuna işaret ediyor. Özgürlük ifade edilebilecek şeyler için var; geri kalanlar ise iptal! Belki buradan, hem Code of Acquisation girişimi üzerinden hem de yerellik-uluslararasılık tartışması üzerinden sanatçıların kurumlarla ilişkisi meselesine gelebiliriz. Aslında kurumlar ve sanatçılar ilişkisi her zaman gerilimlidir, doğal olarak… Kurumlar güç konumundalar, olanak, prestij dağıtıyorlar ve devlet, kamu ya da vakıflar-özel sektör ile sermaye sınıfı ve bürokrasi tarafından fonlanıyorlar ve yönetiliyorlar. Kurumun kültür politikasını yönetenler, programını oluşturanlar (direktörler, küratörler) ise genelde orta yolu bulmaya, en iyi ihtimalle ilerici, angaje bir program kurgulamaya, en kötü ihtimalle yönetici sınıfla özdeşleşerek kültür komiserlerine dönüşüyorlar. İptal olaylarında tam da bu kültür komiserine dönüşmeyi görebiliyoruz. Bu elbette sanat dünyasının işleyişinin çok boyutsuz bir eskizi. Fakat çalışma koşullarının bu kadar güvencesiz olduğu bir ortamda etkili bir politik, sanatsal müdahale, anlamlı bir tartışmanın gelişmesini, ‘ifade özgürlüğü’ veya özgür düşünme vaadinin gerçekleşmesini beklemek ne kadar gerçekçi? Güç ve kırılganlık dağılımının bu kadar eşitsiz olduğu, ArtForum editörünün bile anında işten atıldığı, atılabildiği bir durumda sanatçılar ve kurum çalışanları ne kadar kurumları etkileyebilirler?
Ahmet Öğüt: Çoğu zaman lokal problemler sadece lokal değil aslında, küresel olarak başka yerlerdeki direnişlere ilişkin farkındalık eksikliği mevcut. Sanat dünyasında pek çok tabu var. Kültür çalışanlarının hakları söz konusu olduğunda gerçekten muhafazakar ve gerici olabiliyor kurumlar. Sanatçılar sıklıkla hak ettikleri ödemeleri talep etmekte tereddüt ediyorlar. Kurumlar bir yandan prestij dağıttıklarını vadederek, bir yandan da sanatçıların, kolektiflerin ve bağımsız mekanların ürettiği artı-değeri sahiplenme hakkını kendilerinde görebiliyor. Oysa sanatın esas gücü bu artı-değerden gelir. Tarihi pek çok sanat eseri fiyat etiketi yanına konulamayacak kadar astronomik değerde görülür; bunun nedeni spekülatif ve şeffaf olmayan piyasadan kaynaklanmakta. Coğrafya, ırk, cinsiyet ve sınıf hiyerarşileri yaratmadan ortak kültürel değer atfetme şeklimiz gibi hikaye anlatımının da değişmesi gerekiyor. Sanatçıların ve kurum çalışanlarının kolektif inisiyatif alması bütün bu değişmeyecek gibi görünen kurumsal mekanizmaları daha yatay ve şeffaf bir sürece dönüştürmede çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Bu konuda çalışan yatay inisiyatiflere, örneğin Decolonial Hacker, W.A.G.E., Soup Du Jour Collective, Art Leaks, Radical Transparency / Scam The Scam, Art + Museum Transparency, P.A.I.N., Precarious Workers Brigade, Migrants in Culture, Gulf Labor Artist Coalition, Decolonize This Place, Index on Censorship, Siyah Bant, Kunstenaars Honorarium, International Fact-Checking Network gibi yapılara mutlaka bakmak, takip etmek ve mümkün olduğunca katkıda bulunmak lazım.
Notlar:
1 – Çok fazla iptal hadisesi var ve her biri bağlamına göre farklılık gösteriyor. Şurada iptal edilen etkinliklerin kapsamlı bir listesi bulunuyor: https://forward.com/culture/567702/palestinian-cultural-events-cancelled-censorship-israel/
2 – Şu ABD’den, vakıf-üniversite-sanat kurumu ilişkilerini düşünmek için bir örnek: https://www.timesofisrael.com/wexner-museum-to-keep-exhibit-by-palestinian-artist-who-appeared-to-celebrate-hamas/ ↩︎
4 – 2014’te Sydney Bienali’nde bizim başımıza gelenler önemli bir örnek. Bienalin ana sponsoru, bienalden kısa bir süre önce devletle imzaladığı bir anlaşmaya istinaden, ülkeye girmek isteyen sığınmacıların, uluslararası yasalara karşı olmasına rağmen tutuldukları süresiz gözaltı kamplarının işletmesini devralması üzerine, bienalde yer alan birkaç sanatçı, toplanıp bir mektup yazdık. Bunun üzerine kurum; “Sanatçılar kendi anlayış ve inançlarına göre karar vermeli,” cevabı verince, 9 sanatçı toplanıp, sorumluluk almazlarsa sergiden çekilme kararı almıştık. Neticesinde, sorun Avustralya’da parlamentoya kadar çıkmıştı ve bienalin genel başkanı istifa etmek zorunda kalıp, sponsorluktan çekilmiş, neticesinde biz de bienale geri dönmüş ve kaldığımız yerden sahip çıkmıştık.
5- Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgal girişimi başlamadan 7 ay önce Berlin’de açılmış, sonrasında da Moskova’ya taşınması planlanan bir sergiden Rusya Devlet Başkanı’nın himayesi vurgulanması sebebiyle çekilmiştim. Çekilmeden önce irtibata geçtiğim sergiye davet edilmiş 20 sanatçı arkadaşım tereddüt edip çekilmemişti, ve tek başıma çekilmek durumunda kalmıştım. 7 ay sonra Rusya Ukrayna’ya karşı savaşı başlattı, serginin Moskova ayağı benim işlerim olmadan yeni açılmıştı ve hemen hemen çekilme çağrısı yaptığım bütün sanatçılar apar topar sergiden çekilmeye başlamıştı. Bu tür diplomatik sergilerin karmaşık siyasi koşullar altında yürütüldüğünün ancak samimi ve şeffaf niyetlerle yapılması gerektiğinin çok iyi farkındayım. Aksi takdirde sanatçılar araçsallaştırmak ve inşa edilmesi yıllar alan sanatçı duruşlarını kaybetmek için orada değildirler. Kamusal kurumlar Etik kodlarını halihazırda paylaşmak ve sonrasında da gerektiğinde hesap vermek zorunda.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***