MAHMUT AKPINAR | YORUM
Etkin Pişmanlık (EP) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) düzenlenen, suçun işlenmesinden sonra failin ‘pişmanlık’ göstermesi ile cezasının azaltılması veya kaldırılmasıdır. Ceza hukukuna göre etkin pişmanlık, işlenen suçtan dolayı mağdurun zararını tazmin etme veya aynen geri verme şeklinde olabildiği gibi, suça azmettirenleri ve yardım edenleri mahkeme ile paylaşma, suçu aydınlatmaya yardımcı olma şeklinde de olabiliyor.
TCK’nin 168. maddesine göre etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanacağı suçlar: Hırsızlık, Yağma, Mala zarar verme, Güveni kötüye kullanma, Dolandırıcılık, Hileli iflas ve terör. Etkin pişmanlık için suçun tamamlanmış olması, failin aktif rol alması, suça iradi iştirak etmesi gerekir. TCK’ya göre etkin pişmanlıkta ceza yarıya kadar indirilebiliyor.
Görüleceği üzere etkin pişmanlığa konu olan suçların hepsi AKP yönetimin sistematik olarak ve kamu otoritesini kullanarak bizzat işlediği suçlar. Kendileri kısaca EP’çi ve itirafçı olmaları gerekirken masum insanları yalan söyleme, iftira atmaya zorluyor, suç olmayan eylemler nedeniyle “pişmanlık” bekleyerek yaptıkları hukuksuzlukların üzerine bir de tüy dikiyorlar.
Geçenlerde aldığım mesaj, şahsın 15 Temmuz sonrası yaşadıklarını anlatıyordu. F.tö borsasının parçası olduğunu sonradan öğrendiği akrabası bir avukat, “Yöneticilikten yargılanıyorsun, kolay kurtulamazsın!” diyerek etkin pişmanlığa teşvik ediyor. “Pişman olacak birşey yapmadım.” dese de, “Ya iki milyon lira ver beraat ettirelim veya etkin pişmanlıktan yararlan, daha kolay kurtulursun!” diyor.
Şahsın eşi hamile, tedaviye muhtaç çocukları var, epeydir gaybubet yaptığı için şartlar bunaltıyor. Kendi ifadesiyle, “Denize düşen yılana sarılır.” deyip etkin pişmanlığa olumlu bakıyor. “Yemin ederim ifademi insanları mağdur etmemeye dikkat ederek, çok düşünerek hazırladım. Bildiklerimin yüzde birini bile söylemedim.” diyor. Avukata göre ifade sonrası serbest bırakılacak ama 29 gün gözaltında kalıyor, işkence ve hakarete maruz bırakılıyor.
Aradan bir süre geçince MİT’ten olduklarını söyleyen birileri şahsı bulurlar ve “Senin çok şey bildiğini biliyoruz. Bizimle iş birliği yap, isimler ver.” diyerek tehdit ederler. Girdiği yolun sonunun olmadığını anlayarak yurt dışına çıkmaya karar verir ve bir Avrupa ülkesine geçer.
Yurt dışında EP’çi muamelesine muhatap olur, kurumlara alınmaz, dışlanır: “Benim ve eşimin duygu düşüncesi hiç değişmedi. Hatta Türkiye’de durumumuz şükür iyiydi, bazı ailelere muavenet yaptık. MİT’in musallat olması üzerine daha fazla zarar veririm diye korktum ve çıktım. Ama buralarda da garip kaldık. Yurtdışında ilk işim avukat akrabamı vekillikten azletmek oldu. Başka bir avukata vekalet verdim. Yeni avukatım eski ifadelerimi çekmek istediğimi mahkemeye beyan edip yeniden yargılanma talep edecek. Evet hatalıyız ama inanın tövbe etme gayretim devam ediyor. Yıllardır içinde bulunduğum durumun ızdırabını yaşıyorum. Daire içinde kalmak istiyorum, Hizmet’i ve Hocaefendi’yi çok seviyorum. Evliyim ve iki çocuğum var. Maddi olarak sıkıntımız yok ama manevî olarak hizmete ihtiyacımız var. Fakat EP’çi diye almıyorlar.” yazmış.
Arkadaş ortak tanıdığımız bazı isimlerden bahsetti, “Teyit edebilirsiniz!” dedi. Ancak ben bir yanlışa aracı olmakla bunalmış bir insanı inkisara sürüklemek arasında kaldım. Şahsa, “Kimseyi ademe mahkûm etmeyi, çok net olmadıkça suçlamayı doğru bulmuyorum. Lakin hersey bulanık, sizi bizzat tanımıyorum, kefil olamam. Kalbinizi ferah tutun, okuyun, dar dairede de olsa Hizmet’ten insanlarla görüşün. Beden ve ruh sağlığınızı korumaya itina gösterin. Bu dönemler geçer, inşallah hayat normale döner, siz de bu dönemi atlatırsınız.” diye teselli etmeye çalıştım.
EP’çilerin hepsini aynı kefeye koymalı mıyız emin değilim. Ağır işkenceye maruz kalanlar, eşiyle, çocuklarıyla tehdit edilenler var. Bunlardan bazıları EP’çi olmaya mecbur bırakılmış, bazıları “belayı savuşturma” kabilinden bu yola girmiş olabilir. Bu tür durumlarda “aynı işkenceye, zorbalığa sen maruz kalsaydın dayanabilir miydin?” diye kendime sorar ve empati yapmaya çalışırım.
İnsanların ne yaşadığını bilmediğim için kafadan etiketleme, dışmala, suçlama eğiliminde olmak istemiyorum. 15 Temmuz’la Hizmet mensuplarına karşı kitlesel kıyım başladı. İnsanları suç olmayan konularda tutuklayıp hapislere doldurdular. İşkence etti, isim vermeye zorladılar. Bunun adı etkin pişmanlık filan değildi. Zira ortada suç yoktu. Suç olmayan konularda baskıyla başka masumların isimlerini istiyorlardı. O dönemde bazıları yurt dışında olan kişilerin isimlerini vererek kurtulma yolunu deniyordu. Ben de dostlarıma, “Eğer size faydası olacaksa ismimi verebilirsiniz.” demiştim. Bu icazete binaen ismimi kaç kişi verdi, ne kadar işe yaradı bilmiyorum.
Etkin pişmanlık meselesini Erdoğan rejimi bir politika olarak ve çok yaygın kullandı. Mahkemeler, hatta avukatlar buna alet oldu. Dediklerini yapmayanlara ağır cezalar verdiler. Ortada bir suç ve suçlu olmadığı halde ‘itirafçı’ adı verilen kişiler üzerinden tutuklama ve suçlama halkasını genişletti, itiraflara, iftiralara dayalı örgüt üretmeye çalıştılar.
Bütün yaşadıklarına rağmen dimdik duranlar, başkasını yakmamak için dağ gibi direnenler her türlü takdiri hak ediyorlar. Bu arkadaşlar gerçekten büyük kahramanlar. Böylesi büyük belalara ve musibetlere maruz kalanlar için Zümer Suresinin 10. ayeti bir rehberdir: “Ey îman eden kullarım! Rabbinizden korkun. Bu dünyâda güzel amelde bulunanlar için güzel bir mükâfat vardır. Allah’ın arzı geniştir. Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.”
Bu ayette zulme, baskıya, eziyete maruz müminlerin geniş olan Allah’ın arzında daha güvenli yerlere hicret etmeleri salıklanırken, göçemeyip sabredenler için hesapsız mükafatın olduğundan bahsedilir.
İmamı Kurtubi bu ayette geçen “Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.″ ifadesinin tefsirinde, `Herkes için mizanda terazi kurulurken bela ve musibet ehli için terazi konulmaz, amel defterleri açılmaz, üzerlerine hesapsız ecir sağanak sağanak yağdırılır’ diyor. Öyle ki bela ve musibet ehlinin elde ettikleri lütuf, fazilet nedeniyle dünyâda afiyet ve esenlik içerisinde olanlar keşke cesetlerimiz makaslarla kesilmiş olsaydı, diye temenni edeceklerdir` diyor. (İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 241; Ayrıca bakınız: Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12659)
Öte yandan fiske vurulmadığı, işkenceye maruz kalmadığı halde pek çok masumun hakkına girenler de var. Bu tür kişilerle işkence ve baskı altında bazı şeyler yapmak zorunda kalanları ayırmalıyız diye düşünüyorum.
Zor şartar altında, işkenceyle, tehditle, şantajla masumlara zarar verenler vicdan azabı çekiyor ve düşürüldükleri durumdan dolayı çoğunlukla pişmanlar, perişanlar. Çoğu zaman içe kapanıyor, kendilerini suçlu hissediyorlar.
Elbette “Hiç bir hal ve şart altında başka masumları yakmaya hakkın yok! Dik durmalı, direnmeliydin!” diyebiliriz. Ama her insanın dayanma gücü, direnci, sabrı, metaneti aynı olmuyor.
Belki onbinlerce insanı bu kirli çarkın içine soktular, iftiracı olmaya zorladılar. Bize düşen “hüsnü zan ademi itimat!” prensibiyle bu insanları terapi etmeye, kazanmaya çalışırken yeni hasarlara yol açmamaya dikkat etmek.
Medine döneminde sahabenin içinde önemli oranda (1/3’e varan) münafık özelliği taşıyan kimsenin olduğunu ama bunların çok büyük kısmının Müminlerin samimiyeti, makul davranışları, eritici halleri karşısında gerçek Müslümanlara dönüştüğünü biliyoruz. Isırıldığımız yerden tekrar ısırılmamaya itina göstermekle, ihtiyatlı olmakla birlikte hataya düşmüş, kendisini aşamamış, sabredememiş kişilere de tevbe imkanı ve içinde bulunduğu çukurdan çıkma fırsatı vermeliyiz diye düşünüyorum.
Bu durumda olduğu bilinenlere hadiseler sonuçlanıp, ortalık durulana kadar daha ihtiyatla yaklaşmak, sınırlı sayıda kişiyle muhatap etmek çözüm olabilir. Bu konuda ilahiyatçı, siyer bilen hocalarımızın söz söylemesine ihtiyaç var.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***