M. NEDİM HAZAR | YORUM
Kızılderili Osage Kabilesi’nin hazin öyküsünü dün anlatmıştım size. Bugün ise bu gerçek hikayenin kurgusal olmayan kitabından başlayalım.
“Killers of the Flower Moon”, David Grann tarafından yazılan, 2017 yılında yayınlanan ve Amerikan tarihindeki karanlık bir dönemi aydınlatan bir gerçek suç kitabı. Kitap, 1920’lerde Oklahoma’daki Osage Kızılderililerine odaklanmakta. Bu dönemde, topraklarının altında bulunan petrol nedeniyle zenginleşen Osage halkı, ardı ardına gizemli cinayetlerle karşı karşıya kalır. FBI’ın yürüttüğü büyük bir soruşturma, Osage halkına karşı geniş çaplı bir komplo ortaya çıkarır.
Kitap, eleştirmenlerden övgüler alarak dikkat çeker. Örneğin The New York Times, kitabı “sarsıcı” ve “Amerikan tarihinin unutulmuş bir bölümünün disiplinli bir kaydı” olarak tanımladı. Rolling Stone, kitabı “cinayet, ihanet ve kahramanlık hikayesi” olarak yorumlarken, Publishers Weekly ve The Times da benzer şekilde olumlu eleştirilerde bulundu.
Kitabın önemi, Amerikan tarihindeki bu göz ardı edilen ancak kritik dönemi aydınlatmasıydı. Grann’ın araştırmaları, Osage halkının petrol zenginlikleri nedeniyle sistematik olarak hedef alındığını ve bu süreçte birçok cinayetin işlendiğini ortaya koyuyordu. Kitap, bireysel suçları değil, daha geniş bir öldürme ve suç ortaklığı kültürünü gözler önüne sermekteydi.
Ayrıca, Grann’ın kitabı film endüstrisini de etkilemiş ve Martin Scorsese’nin belki bugün, belki yarın ayrıntılarıyla yazacağımız, aynı adlı film uyarlamasıyla daha fazla dikkat çekti. Film ise, Osage kültürü ve tarihini daha doğru bir şekilde yansıtmak için hikayeye yeni bir bakış açısı getirmeye çalışan bir yapım olmuş. Bu yaklaşım, öncelikle ana akım medyada Yerli Amerikan hikayelerinin daha otantik ve dürüst bir şekilde anlatılması yönünde artan bir farkındalığı ve saygıyı yansıtmakta.
Netice itibarıyla “Killers of the Flower Moon” sadece bir suç anlatısı değil; Amerikan tarihindeki sistematik adaletsizlik ve önyargıya karşı duran önemli bir eser. Bu sebeple bir de alt başlığı var: “Osage cinayetleri ve FBI’ın doğuşu”. Kitap hem tarihsel anlayış hem de kültürel temsil açısından kalıcı bir etkiye sahip ve Amerikan tarihinin karmaşıklığını ve trajedisini anlamada önemli bir eser olarak kalmaya devam ediyor.
Osage Nation kadınları zengin olmaya başladıklarında…
Yazar David Grann kitabını ve arkasındaki nedenselliği şöyle açıklıyor: “Osageler, 17. yüzyılda Arkansas’ın sınırından Rocky Dağları’nın sınırına kadar ülkenin orta batısının çoğunu kontrol ediyordu. Ve onlar egemen bir ulustu. Başkan Thomas Jefferson 1803’te onlardan büyük ulus olarak söz etmişti.”
Jefferson ayrıca ertesi yıl birkaç Osage şefiyle buluşuyor ve onlara arkadaş gibi davranılacaklarına söz veriyor, ancak birkaç yıl içinde topraklarından sürülüyorlar! Grann şöyle diyor: “Pek çok Kızılderili ülkesi gibi, Osageler de en sonunda kendi topraklarını kaybederek çekincelere ayrıldılar. Osageler 1800’lerde bir rezervasyonla Kansas’a geldiler ve onlara, sonunda burada güvende olacağı ve yalnız kalacağı sözü verildi.
Ancak 1860’lara gelindiğinde ülke bir kez daha yerleşimciler tarafından kuşatma altına alındı. Grann şöyle diyor: “Katliamlar vardı, açlıktan ölüyorlardı ve hayatlarına devam etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Yine topraklarından sürülüyorlardı.”
Bu sırada bir Osage şefi ulusun nereye gidebileceğini düşünüyordu. Grann şöyle açıklıyor: “Daha sonra Oklahoma’nın kuzeydoğusunda olacak bir arazi bölgesini seçti, çünkü orası kayalık ve oldukça verimsiz topraklardı. Tarım yapmak mümkün değildi. Ancak Osage şefi ‘belki beyaz adam sonunda bizi rahat bırakır’ umuduyla bu sürgünü kabul etti.”
Ancak 19. yüzyılın sonlarında ABD hükümeti, Kızılderili uluslarının, beyaz yerleşimciler topraklarını alırken zorlandıkları bölgeleri kaldırmaları gerektiğini yasalaştırdı. Dawes Yasası adı verilen yasaya göre, daha küçük arazi parçaları bireylere dağıtılacaktı.
Grann şöyle açıklıyor: “Sürece “tahsis” adı veriliyordu ve bunun teoride yapıldığını söylüyorlardı çünkü Yerli Amerikalıları ‘uygarlaştırmak’ ve onları özel mülk sahiplerine dönüştürmek istiyorlardı. Bu aynı zamanda topraklarını elde etmelerinin daha kolay olması için de yapıldı. Ve bu süreç Osage’lerin başına da geldi. Onlara tahsis edildi ve arazileri parçalandı.”
Ancak Grann, Osage’lerin tahsis süreci sırasında ABD hükümetiyle akıllıca önemli bir müzakere yaptığını açıklıyor: “Tüm yer altı maden haklarını koruyacaklardı. Toprakları parçalanmaya başladığında bile, altındaki toprakların tüm haklarını ortaklaşa kontrol ediyorlardı. Petrol olduğuna dair bazı ipuçları vardı ama kimse petrolün bu devasa yatakların üzerinde olduğundan şüphelenmemişti.”
Beyaz adam, petrol bulunduğu anda gözünü Osage topraklarına dikiyor ve bu arazilere birer kayyım atıyor.
Ancak son derece zengin petrol yatakları bulunmaya başlayınca Osage Kızılderilileri bir anda zenginleşmeye başlıyorlar. Hayatlarında birkaç yüz dolarları olmayan bu halk bir anda on binlerce dolarlık kiralar almaya başlıyorlar. Rakamlar gittikçe milyon dolarlara ulaşmaya başlayınca Washington olaya müdahale edip bu toprakların hepsine birer kayyım atıyor.
İşte David Grann, kitabında üyelerinin pek çoğu cinayete ve esrarlı suikastlara kurban giden bu ailelerden birine odaklanıyor: Bukhart Ailesi. Kitabın ana kahramanı ise bir kadın Mollie Burkhart.
Kabile ismiyle Wah-kon-tah-he-um-pah, devletin koyduğu resmi ismiyle Mollie Burkhart.
Esasen ailesi ona doğum ismi olarak Wah-kon-tah-he-um-pah’ı veriyor ama devlet değiştiriyor bunu. Muazzam mücadeleci bir kadın Mollie. Ailesinin birer birer yok edilmesine asla seyirci kalmıyor ve katillerin bulunması için yerel güvenlik güçlerinin kapısını aşındırıyor. Gelin görün ki bölgenin Marshall’inin umurunda bile değil bu cinayetler. Hatta pek çoğuna bilerek göz yumuyor, katkı bile sağlıyor.
Bu arada bir tipoloji karşımıza çıkıyor, federal yönetimin kayyım olarak yolladığı sinsi bir adam: William “King” Hale… Şerefsizin önde gideni bir tip.
Çevresinin kendisine King/Kral demesini isteyen bir suç babası: William Hale.
Hale Mollie’nin ailesindeki tüm erkekleri teker teker öldürdürken, kızları da önce birer beyaz ile evlendiriyor. Osage kızlarının çoğunun kocaları aptal ve Hale’nin adeta uşağı. Yıllar sonra FBI tarafından yapılan soruşturmada Hale’in eğitimsiz olduğu ancak sigorta dolandırıcılığı ve yerli Osage halkıyla adil olmayan ticaret yoluyla bir servet biriktirdiği yazılıydı. Yaşadığı kasabanın gizli sahibiydi adeta. Bölgedeki tüm işletmelerin gizli ortağıydı. Kasabın, bakkalın ve hatta cenaze evinin bile!
Topraklarındaki petrol hakları için Osage halkını öldürmeye yönelik komplonun beyni olan William Hale’in (ortada) 1926 tarihli bir fotoğrafı.
Mollie 1886 doğumluydu ve bölgede faaliyet gösteren misyonerlerden dolayı Hristiyan olmuş, onların okullarında eğitim görmüştü. Sıkı bir Katolik olarak yetiştirildi, iyi derecede İngilizce konuşuyordu. Babaları kızlarının isimlerini çocuk yaşta değiştirmeye karar verdi. Mollie’nin kız kardeşlerinin isimleri ise Anna, Rita ve Minnie yapılmıştı.
Kardeşleri evlenmesine rağmen 30 yaşını geçmiş olan Mollie evlenmeye sıcak bakmıyordu, zira şeker hastasıydı ve kendi derdiyle uğraşıyordu.
Ancak onunla ilgili de William Hale’ni bir planı vardı. Kısa süre önce savaştan dönen aptal yeğeni Ernest Bukhart ile evlendirmek. Ernest aşırı derecede salaktı ama tipi fena değildi.
Ernest Bukhart
Amcası Hale’nin taktikleriyle Mollie’e yanaşan Bukhart sonunda onu evlenmeye ikna etti ve evlendiler. Mollie kendisinden 6 yaş küçük olan Ernest’e gerçekten aşık olmuştu!
Ernest ve Mollie 1917 yılında evlendiler.
Evlenmelerinden hemen sonra Mollie’nin ailesinde tuhaf ölümler başladı. 1918’de kız kardeşi Minnie Smith, artık zehirlenme olduğuna inanılan “zayıflayıcı bir hastalıktan” öldü. Başka bir kız kardeş olan Anna Brown, Mayıs 1921’de vurularak öldürüldü. Ertesi ay annesi öldü. Başka bir kız kardeş olan Rita Smith, 1923’te kocası Bill Smith ve hizmetçiyle birlikte meydana gelen patlamada öldürüldü. Aynı yıl kuzeni Henry Roan da öldürüldü.
7 Şubat 1926 tarihli Enid Morning News Pazar baskısından Mollie Kyle ve William King Hale’i tasvir eden info illüstrasyon ve 1921 yılında uyuduğu evinin altına bomba konularak katledilen kız kardeşi Rita.
Mollie bu cinayetlerin peşini asla bırakmayacaktı. Gerektiğinde parayla özel dedektif bile kiraladı ama bu dedektifler de suikastlara kurban gidiyordu.
1920’lerin Amerika Birleşik Devletleri’nde son derece kanunsuz bir dönemdi ve çok az yetkin yerel polis gücü vardı. Bu ise çok az eğitim ve neredeyse hiç adli kanıt anlamına gelmediğini anlamanın geliyordu.
Bizzat kocası Ernest karısı Mollie’yi şeker ilacı yapıyorum bahanesiyle zehirlemeye başlamıştı. Mollie, ölüm sırasının artık kendisine geldiğini anlamıştı ve meseleyi Amerikan Başkanına kadar çıkarmayı başardı. Warren Garding’in yerine başkanlık koltuğuna oturan Calvin Coolige olayla ilgilenme sözü verdi bahtsız kadına.
Birinci dünya savaşı döneminde Amerika’da tam bir kanunsuzluk hakimdi ve “Bureau of Investigation” (BOI) olarak adlandırılan bir birim kuruldu. 26 Temmuz 1908’de Adalet Bakanı Charles Joseph Bonaparte, Başkan Theodore Roosevelt’in onayıyla Bureau of Investigation’ı kurdu. Başlangıçta sadece 34 özel ajanla çalışan bu birim, başta banka soygunları, kara para aklama ve kaçakçılık gibi federal suçlarla ilgileniyordu. Ancak bu birim yetersizlikler ve isteksizliklerden dolayı bir türlü istenilen faydayı sağlayamıyordu. BOI, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yabancı casusluk ve sabotaj vakalarıyla uğraşmaya başladı. 1920’lerde, Osage Kızılderili Katliamı gibi yüksek profilli vakalarla uğraşırken, daha fazla tanınırlık kazandı. 1924’te J. Edgar Hoover, BOI’nin başına geçti. Hoover, büronun modernizasyonuna ve profesyonelleşmesine büyük önem verdi. Eğitim programları geliştirdi, kriminalistik laboratuvarlar kurdu ve bilimsel suç soruşturma yöntemlerini benimsedi. FBI (bu ismi 1935 yılında resmi olarak alacaktı ama) ilk resmi dosyası olarak Osage Cinayetleri’nin üzerinde çalışarak gerçekleştirdi. Kısa sürede şeytan William Hale ve ona sadık suç şebekesi göçertildi.
En büyük hayal kırıklığı yaşayan ise Mollie Bukhart’ı, çünkü Federal ajanlar ona kendisini bizzat kocasının öldürmeye çalıştığını söylediler. Mollie yıkıldı ve kocasına bunun gerçek olup olmadığını sordu. Ernest, kem küm edip amcasının kulu kölesi olduğunu itiraf etti. Mollie 9 yıllık evlilikte eşine üç çocuk vermişti: Elizabeth, James ve Anna. Anna çocukken boğmacadan ölmüştü. Mollie terüddet etmeden kocasını boşadı.
Henry Roan, Rita Smith ve William Vaughn’un 1926 tarihli gazete illüstrasyonu & John/Mollie ikilisinin evlenme belgesi.
Bir yıl sonra 1928’de bir bilardo salonu sahibi olan John Cobb ile evlendi. Hukuki mücadelesini asla bırakmadı. 1931 yılında aile servetini yağmacıların elinden almak için dava açtı ve kazandı. Ailesinin tüm serveti artık onun kontrolündeydi. Ve 16 Haziran 1937’de, ikinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce vefat edip Osage topraklarındaki Greyhorse mezarlığına defnedildi.
Mollie’nin mezarı.
Mollie Bukhard/Cobb’un acılarla dola hayatı böyle. Yarın bakalım bu hikâyeyi Martin Scorsese filme nasıl aktarmış?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***