M. NEDİM HAZAR | YORUM
Her zaman olduğu gibi genel bir toparlayacı bilgi ile Martin Scorsese serimizin son iki yazısını kaleme alıyoruz.
Ünlü yönetmen Martin Scorsese, sık sık birlikte çalıştığı Leonardo DiCaprio ve Robert De Niro ile son filmi “Killers of the Flower Moon”da yeniden bir araya geldi. Bu “Son film” tabirini daha sonra açacağız, zira önemli. Dolunay katilleri, 1920’lerde Oklahoma’daki Osage Kabilesi’nin topraklarında gerçekleşen bir dizi cinayeti konu alan bir suç draması.
Scorsese’nin en çok beğenilen filmlerinden bazıları olan “Raging Bull” (1980), “Goodfellas” (1990), “The Aviator” (2004) ve “The Wolf of Wall Street” (2013) gibi, en yeni filmi de gerçek bir hikayeye dayanmakta. Killers of the Flower Moon, David Grann tarafından yazılan aynı isimli kurgusal olmayan bir kitaptan uyarlandı.
Film, Cannes Film Festivali’ndeki prömiyerinden bu yana övgü dolu eleştiriler aldı ve gelecek yılki Akademi Ödülleri için şimdiden Oscar heyecanı oluşturdu ve muhtemelen Scorsese’ye bir saygı duruşu niteliğinde (özellikle De Niro’ya) bazı ödüller alabilir.
İsterseniz önce Osage Kızılderililerinin serencamını, ardından David Gran’ın kitabını inceleyelim, ardından filme geçelim.
Osage Kabilesi (Orijinal ifadesinin çevirisiyle: Milleti) mana olarak “Orta Suların İnsanları” anlamına gelen bir Ortabatı Amerikan kabilesi. Kabile, 700 M.Ö. civarında dil ailesinin diğer gruplarıyla birlikte Ohio ve Mississippi nehir vadilerine yerleşmiş. 17. yüzyıldan sonra Iroquoislerin Ohio bölgesine Beaver Savaşları sonrasında yayılması sonucu Missouri ve Mississippi nehirlerinin birleştiği yere göç etmişler.
“Osage” terimi, kabilesinin adının Fransızca versiyonu aslında ve kabaca “sakin su” olarak çevrilebilir. Osage halkı, kendi Dhegihan Siouan dilinde kendilerine Wazhazhe veya “Orta Sular” diyor.
19. yüzyılın başlarında, Osage kabilesi bölgede hakim güç haline gelmiş ve komşu kabileler tarafından korkulan bir kızılderili klanı. Kabile, uzun yıllar Missouri ve Kızıl nehirler arasındaki alanda, doğuda Ozarklar ve güneyde Wichita Dağları eteklerine kadar olan bölgeyi kontrol etmiş. Göçebe bizon avcılığına ve tarıma bağlıymış.
19. yüzyıl ressamı George Catlin, Osageleri “Kızılderili veya beyaz tenliler arasında Kuzey Amerika’daki en uzun boylu insan ırkı” olarak tanımlıyor ve “birçoğunun altı buçuk ve diğerlerinin yedi feet [198, 213 cm] olduğunu” belirtiyor. Bir sonraki yüzyılda bölgede Hıristiyanlığı yaymak için bir gezgin olan Babtist Misyoner Isaac McCoy, Osageleri “olağanüstü savaşçı, cesur, savaşçı bir ulus” olarak nitelendirdi ve onları “Batı’da gördüğüm en iyi görünümlü Kızılderililer.” olarak tanımlıyor. Ve maalesef sadece Osagelilerin değil tüm kızılderililerin ABD’nin doğusundan çıkarılması fikrini ilk ortaya atan kişi.
Ohio Vadisi’nde, Osage başlangıçta aynı Dhegihan dil stokundan olan Kansa, Ponca, Omaha ve Quapaw ile birlikte yaşamış. Araştırmacılar, kabilelerin alt Ohio Ülkesi’nden ayrıldıktan sonra dillerde ve kültürlerde ayrıştığına inanıyor. Omaha ve Ponca şu anki Nebraska’ya; Kansa Kansas’a; Quapaw ise Arkansas’a yerleşmiş durumda.
Kara cübbeliler!
19. yüzyılda, Osage kabilesi, modern Kansas’tan Kızılderili Bölgesi’ne (günümüz Oklahoma’sı) taşınmaya zorlanıyor ve çoğu soyundan gelen kişi şu anda halen Oklahoma’da yaşıyor. Amerika’ya sonradan gelen Avrupalılar, kızılderililerin bereketli topraklarına tabiri caizse tam olarak çöküyorlar. Onları kuru, çorak ve bitimsiz ovaların olduğu bölgelere sürüyorlar.
Beyaz Avrupalılar onlardan kurtulduklarını düşünüyorlar. Osag ulusuyla tek ilgilenen kesim ise misyonerler.
United Foreign Missionary Society, Presbyterian, Dutch Reformed ve Associate Reformed kiliseleri tarafından desteklenen din adamlarını onlara gönderiyor. Union, Harmony ve Hopefield misyonlarını kurup dinlerini empoze etmeye başlıyorlar.
Muazzam bir kültürel farklılık ortaya çıkmasının verdiği gerilim yetmez gibi bir de bölgede Protestan Katolik çatışması yaşanıyor. Bu yetmezmiş gibi devreye bir de Cizvit keşişleri giriyor, onlar da Osage halkına inançlarını anlatmak için federal hükümetten izin istiyorlar.
Osage halkı, Cizvitlerin Protestan misyonerlerden daha iyi bir şekilde kültürleriyle uyum sağlayabileceğini düşünüyor. Bu sebeple, Kentucky’den Loretto Rahibeleri tarafından işletilen bir kız okulu kuruluyor. Okulun müdürü ise Anne Bridget Hayden. Bu Hayden müdüre, aslında bir doktor ve İrlanda kökenli Amerikan misyoneri. Misyonerlerin kurduğu bu kız okulu muazzam bir etki oluşuyor ve neredeyse tüm Osage kadınlarının kalbini kazanıyor.
Öte yandan Doğu Amerika’nın yeni sahipleri olan beyaz Avrupalılar durumdan çok memnun.
Fakat Allah’ın lütfu olarak bir süre sonra Osage halkının bulunduğu topraklarda siyah ve yoğun bir sıvı madde topraktan adeta fışkırıyor. Herhangi bir kazı yapmalarına bile gerek yok aslında, Kızılderililer bu siyah sıvının ne olduğunu bilmiyorlar ama kısa süre sonra Avrupalılar bu kabilenin başına musallat oluyor.
Edwin B. Foster isimli Palmyra, New Yorklu biri bu topraklardaki üretilen tüm petrol satışlarından Osage kabilesine yüzde 10 telif hakkı ödemesi gerektiğine karar veriyor. Bu yüzde 10 bile muazzam bir paraya denk geliyor. Beyaz Avrupalılar birbiri peşi sıra büyük paralarla toprakları kiralamaya başlıyorlar. Bir dönemin çorak toprakları muazzam değer kazanıyor. Osage kabilesinin toprak sahibi aileleri ise milyon dolarlık zenginlere dönüşüyor. 1923 yılına gelindiğinde tek başına Osage, teliflerden 30 milyon dolar kazanıyor.
Para kazanmaları başta hükümet olmak üzere Avrupalıları endişelendiriyor.
Kızılderili kayyımları!
ABD Kongresi, 1921’de yarı veya daha fazla Kızılderili soyuna sahip her Osage için “yeterlilik” kanıtlanana kadar bir vasinin atanmasını gerektiren bir yasa çıkardı. Yarıdan az Osage soyuna sahip reşit olmayanlar için, ebeveynleri hayatta olsa bile vasiler atanması gerekiyordu. Bu sistem federal mahkemeler tarafından yönetilmiyordu; yerel mahkemeler vasileri beyaz avukatlar ve iş adamları arasından atadı. Yasaya göre, vasiler, himayelerine yılda 4,000 dolarlık bir harçlık sağladı, ancak başlangıçta hükümet, farkı nasıl yatırdıkları konusunda az kayıt tutulmasını gerektiriyordu
Kabile, mineral varlıklarının geliştirme haklarını milyonlarca dolara satarak ihale etti. Yerli İşleri Komiseri’ne göre, 1924 yılında Osage kabilesinin mineral kira gelirlerinden elde ettiği toplam gelir 24,670,483 dolara ulaşmıştı.
Kabile mineral kira ihaleleri yaptıktan ve daha fazla arazi keşfedildikten sonra, Osage rezervasyonundaki petrol işi patlıyor. On binlerce petrol işçisi geliyor, 30’dan fazla petrol kasabası kuruluyor ve neredeyse bir gecede, Osage baş hak sahipleri “dünyanın en zengin insanları” oluyor. Teliflerin 1925’te zirveye ulaştığı zaman, yıllık baş hak kazançları 13,000 dolar oluyor. Atama listesindeki dört kişilik bir aile yılda 52,800 dolar kazanıyor, bu da bugünün ekonomisinde yaklaşık 600,000 dolara eşdeğer.
Petrol para, para tüccar, tüccar ise bela getiriyor elbette.
Kayyım atamaları, dünyanın her yerinde olduğu gibi büyük yolsuzluklara sebebiyet veriyor. Ve birçok Osage yasal olarak topraklarından, baş haklarından ve/veya teliflerinden mahrum bırakılıyor.
Ve daha beteri yaşanmaya başlıyor.
Çünkü birbiri sıra cinayete kurban gitmeye başlıyor Osage halkı aile reisleri.
Bu vakaların çoğunda polis soruşturma yapmıyor. Adli tıp bürosu, ölüm belgelerini sahtekarlık yaparak örneğin zehirlenmiş kişiler için intihar iddialarında bulunarak işbirliği yapıyor. Osage Tahsisat Yasası, yerli Amerikalılara otopsi hakkı tanımadığı için birçok ölüm incelenmiyor.
1920’lerde, “Terör Dönemi” olarak adlandırılan Osage cinayetlerinde ve şüpheli ölümlerinde bir artış yaşanıyor. 1921’de bir Avrupa Amerikalı olan Ernest Burkhart, baş haklara sahip Osage kadını Molly Kyle ile evleniyor. Amcası ve komplonun lideri olan güçlü iş adamı William “Osage Tepelerinin Kralı” Hale ve kardeşi Bryan, Kyle ailesinin mirasçılarını öldürmek için pek çok kirli tetikçi kullanıyor. Kyle’ın annesi, iki kız kardeşi, bir kayınbiraderi ve bir kuzeni; zehirlenme, bombalama ve silahla vurulma gibi suikastler neticesinde öldürülüyor.
Yetmiyor, bizzat kocası Klye’i zehirlemeye başlıyor.
Genç Kızılderili kadın yerel polisin yıllarca hiçbir şey yapmamasını içine sindiremiyor ve meseleyi Beyaz Saray’a kadar taşıyor. Burada devreye FBI giriyor. Çünkü tam da yeni yeni oluşmaya başlıyor FBI kurumsal olarak. Osage cinayetleri, FBI tarihindeki ilk resmi davadır bu sebeple.
1921-1925 arasında tahminen 60 Osage Kızılderilisi katlediliyor.
Ve bu olay yıllar sonra Davio Grann tarafından kitap olarak yayınlanıyor.
Yarın bu kitabı ve bu kitaptan sonra yola çıkarak çekilen ‘Dolunay katillerini’ analiz edeceğiz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***