Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Türkiye işçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay için “hak ihlali” kararı vererek, tahliyesinin gerektiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını değerlendirirken, tarihe geçecek bir hükme imza attı. Yargıtay, AYM kararına rağmen Atalay’ın tahliyesini reddederken, hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerinin yetkilerini aştığını belirtti. AYM üyelerinin “denetlenememenin verdiği rahatlıkla” hareket ettikleri, anayasada yeri olmamasına rağmen “yasa koyucu ve süper temyiz mahkemesi” gibi davrandıkları ifade edildi. Suç duyurusunda, Atalay kararında üniversitelerde başörtüsü yasağı getiren eski bir karara atıf yaptıkları ve bunun da daire tarafından “ironik” bulunduğu vurgulandı. Yargıtay, bu nedenle AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı da aldı.
TİP’ten milletvekili seçilmesinin ardından Atalay’ın tahliye talebini reddeden Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bu kararını yerinde bulmayan ve Atalay’ın tahliyesinin gerektiğine karar veren AYM’yi tanımadı.
Anayasa 14 tartışması
Yargıtay ve AYM’nin görüş ayrılığı anayasanın 14. Maddesinin yorumlanmasından kaynaklanıyor. Anayasanın 14. maddesinde, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” hükmü yer alıyor. Anayasanın 83. maddesinde ise 14. maddeye aykırı bir suçtan vekil seçilmeden önce tutuklanan ya da yargılanan kişilerin dokunulmazlıktan faydalanamayacakları belirtiliyor.
Anayasa Mahkemesi, daha önce HEDEP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tutuklandığında, 14. Maddesinin muğlak olduğunu, hangi suçların bu kapsama girdiğinin açık biçimde Meclis tarafından belirlenmesi gerektiğine hükmetti. Ancak Meclis bir düzenleme yapmadı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise Atalay ile ilgili talebi değerlendirirken, yargının yorum yoluyla hangi suçların bu kapsama girebileceğini belirleyebileceğini, kapsamın zaten açık olduğunu vurguladı.
Yargıtay’ın Atalay’ın tahliye talebini reddetmesi üzerine dosyaya bakan Anayasa Mahkemesi ise eski yorumunu tekrarladı ve hak ihlali tespiti yaptı. AYM, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Gezi davasında 18 yıla mahkum edilen Atalay’ın hakkındaki yargılamayı durdurarak, tahliyesine karar vermesi gerektiğine hükmetti.
Ancak yerel mahkeme bunu yerine getirmedi ve üst yazıyla dosyayı Yargıtay’a iletti.
Tarihe geçecek karar
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM kararının gereğinin yapılması ile ilgili başvuruyu bugün karara bağladı. Tarihe geçecek bir karara imza atan daire, anayasaya göre kararlarına uyulması zorunlu olan ve anayasayı yorumlamakla yetkilendirilen Anayasa Mahkemesi kararını tanımadı. Daire, Atalay’ın tahliye talebini geri çevirirken, AYM üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasını kararlaştırdı.
“Kesinleşmiş kararı yorumladılar”
Kararda, AYM’nin, Atalay hakkında verdiği karar eleştirilerek, “infazı kabil ve kesinleşmiş Yargıtay kararı dikkate alınmaksızın inceleme yapıldığı” vurgulandı.
“Vekilliği düşürülmeliydi”
Kararda, Atalay’ın cezasının Yargıtay tarafından onandığı ve kesinleştiği, bu kararın TBMM Genel Kurulu’nda okunarak milletvekilliğinin düşürülmesine karar verilmesi gerekirken bunun yapılmadığı” ifade edildi.
AYM’nin yetkisi yok
Kararda, şöyle devam edildi:
“…her ne kadar süreç içerisinde TBMM tarafından bu hususta bir karar verilememiş olsa da bu konuyu düzenleyen Anayasa’nın 84/2 maddesi açısından Anayasa Mahkemesi’ne müracaat imkanı tanınmadığı gibi Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda da inceleme yetkisi bulunmamaktadır.”
“Gergerlioğlu ve Güven’den farklı”
Kararda, Atalay kararının AYM’nin Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven kararlarından farklı olduğu savunuldu.
Başörtüsü kararına atıf yapılması için “ironi” yorumu
Kararda, AYM’nin Atalay kararında, daha önce üniversitelerde başörtüsü yasağına dayanak gösterilen bir karara atıf yaptığına dikkat çekilerek, şöyle denildi:
“Milletvekili dokunulmazlığı yönünden Anayasa’nın 14. maddesinin hangi suçları kapsadığının anayasal ya da yasal düzenleme dışında yargısal bir yorumla belirlenmesinin ciddi sıkıntılara yol açacağını belirtirken, kendisinin daha önceden yargısal aktivizm sonucu vermiş olduğu ve kamuoyunda üniversitelere başörtü yasağı olarak bilinen, bizce de kabul görmeyen bir kararını gerekçe göstermesi tarafımızdan dikkat çekici bulunmuş ve bir ironi olarak değerlendirilmiştir.
“Can Dündar ve Erdem Gül dosyasında da yetki aşıldı”
Kararda, AYM’nin gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili MİT tırları davasında da “haklı olarak” eleştirildiği belirtilerek, şöyle denildi:
“AYM bu kararda da inceleme yetkisini açık şekilde aşmıştır. Anayasa Mahkemesi, söz konusu kararında öncelikle tutuklulukla ilgili kanun hükümlerinin yorumunun ve somut olaylara uygulanmasının derece ve temyiz mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamında olduğunu belirlese de tutuklamaya yönelik bireysel başvuru yapıldığında, Anayasa’nın 19. maddesinde sayılan koşulların tutuklama kararlarının gerekçelerinde gösterilmiş olup olmadığını ve somut olayın koşulları altında tutuklama tedbirine başvurulurken Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen ölçülülük ilkesine uyulup uyulmadığını denetlemenin kendisinin görevi olduğunu belirtmiştir… Mahkemelerin bu konudaki takdir ve belirleme yetkisine müdahale etmesi, Anayasa Mahkemesi’nin bu bireysel başvuru yönünden inceleme yetkisini açık şekilde aştığını göstermektedir. Nitekim, verildiği tarihler itibariyle karar, hukuk çevrelerinde bu yönlerden haklı olarak ağır şekilde eleştirilmiş ve Anayasa Mahkemesi’nin görev sınırlarını aştığı belirtilmiştir. İhlal kararına konu olan tutuklama kararını veren İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, ihlal kararının gereğini yerine getirse de bu kararında, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğunu belirtmek suretiyle mezkur kararı hukuken desteklemediği halde, sanıkların tahliyesine karar vermiştir. Örneği verilen karardan da anlaşılacağı üzere, Anayasa Mahkemesi bu şekilde belirleme yaparken yasal dayanağı bulunmamasına rağmen Anayasa Mahkemesi kararlarının objektif etkisine sığınmaktadır.”
“Denetlenmemenin verdiği rahatlık…”
Kararında, yargı organlarının Anayasa’nın 14. maddesine hangi suçların gireceğini yorumlamalarının sağlıklı olmayacağını, mutlaka anayasal ya da yasal düzenleme yapılmasının gerektiğini söyleyen Anayasa Mahkemesi, bugüne kadar hem norm denetimi kararlarında (mesela yürütmeyi durdurma kararı vermesi ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun doğru uygulanmadığından bahisle iptali vb.) hem de sonradan kendisine tali görev olarak verilen bireysel başvuru kararlarında, anayasal veya yasal bir yetkisi olmamasına rağmen hiçbir organ tarafından denetlenmememin vermiş olduğu rahatlıkla da, içtihat yoluyla anayasal yetkisini sürekli artırmak ve kötüye kullanmak suretiyle kendisinin, daha önceden norm denetimi görevi sırasında sıkça dile getirilen yasama organı üzerinde vesayet organı olduğuna yönelik eleştirilerin, bireysel başvuruya ilişkin yetkinin verilmesi üzerine yüksek mahkemeler dahil tüm yargı üzerinde de ortaya çıkmasına neden olmuştur.”
“Gülen, Karayılan, Bayık da Meclis’e girer!”
Kararda, Atalay hakkında dairenin daha önce verdiği karara atıf yapılarak, aynı yorum şu şekilde tekrarlandı:
“Anayasa’nın 14. maddesinin yargı organlarının kararları ile belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli olmadığını söylemenin isabetsiz olduğu ve açık bir şekilde TCK’nın 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320. maddeleri ile 310. maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçların, Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden, pek çok kanlı terör eylemi ile irtibatlandırılan ve haklarında yukarıda sayılan mutlak terör suçlarından soruşturma veya kovuşturma bulunup, henüz yakalanamayan ve kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen, Şerif Ali Tekalan, Recep Uzunallı, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan, Sabri Ok ve Ali Ekber Doğan ve bunlar gibi şüpheli ya da sanıkların, milletvekili seçilmelerinin, yemin ederek göreve başlamalarının ve TBMM’ye girmelerinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu itibarla, esasında Anayasa koyucu, hangi suçların Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında olduğunu tahdidi olarak belirlememişse de yukarıda sayılan ve bu kapsamda kaldığı kabul edilen mutlak terör suçları dışında suç olarak düzenlenen fiiller arasından da kapsamı belirleme görevini, özellikle soruşturma makamı ile derece ve temyiz mahkemelerinin takdirine bırakmıştır.”
“Tehdit boyutuna vardı”
Kararda, “Anayasa Mahkemesi’nin, hükümlü Şerafettin Can Atalay’a yönelik vermiş olduğu ihlal kararında, yasal bir dayanağı olmamasına ve doktrinde bile tartışmalı bir konu olmasına rağmen, ‘Anayasa Mahkemesi kararlarının objektif işlevinden’ bahsederek, kararı veren Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerini ‘ihmal suçunu işlemişlerdir’ şeklinde tehdit etme boyutuna kadar işi vardırdığı” yorumu yapıldı ve şöyle devam edildi:
“Terör örgütleri yetmedi bir de AYM tehdit etti”
“Bugüne kadar birçok terör örgütü veya üyesi tarafından hem sosyal medya hem de yazılı ve görsel basın üzerinden ya da ilk derece yargılamaları veya temyiz incelemesi sırasında gönderilen dilekçelerle sürekli tehdit edilen Dairemiz üyelerinin, bir de Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde tehdit edilmesi de esef verici ve manidar bulunmuştur.”
“Yasa koyucu, süper temyiz mahkemesi”
Kararda, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin sadece yasaları iptal ederek yasama organının alanına müdahale etmemekte olduğu; ayrıca, bazen yasa koyucu gibi davranarak Anayasa’ya göre aralarında astlık üstlük ilişkisi bulunmayan yüksek mahkemeler üzerinde de süper temyiz mahkemesi olarak vesayet makamı gibi davranmakta olduğu belirtildi.
“Yargısal aktivizm ve anayasayı ihlal” suçlaması
Kararda, yargıdan beklenenin, kanunlara, anayasaya ve en önemlisi hukuka uygun kararlar alabilmesi olduğuna vurgu yapılarak, şöyle denildi:
“Anayasa Mahkemesi, bu şekilde yargısal aktivizim yaparak, ‘şeklen denetleyemediği Anayasa hükmünü uygulanamaz hale getirme, kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuruları kabul etme, soruşturmalara müdahil olma, kovuşturmaları yapılamaz hale getirme’ şeklinde Anayasa’ya aykırı olarak verdiği kararları ile görev ve yetkilerini, Anayasa ve kanunlardan üstün görmek suretiyle bir nevi Anayasa’yı uygulanamaz hale getirerek, kendisinin sorgulanmasına ve meşruiyetinin tartışılmasına yol açmıştır. Devletin cebri gücünü ve görevleri gereği Devletin kamu gücünü elinde bulunduran kimselerin, sahip oldukları kamu gücünü sürekli Anayasa’ya aykırı bir şekilde kullanmalarının, Anayasayı ihlal etme eyleminin işlenmesinde kolaylık sağlayacağı aşikardır.”
“Uygulanması gereken bir karar yok”
Kararda, AYM kararına uyulmaması için de “Atalay’ın bireysel başvurusu hakkında 25 Eylül 2023 tarihli ihlal kararında hukuki değer ve geçerlilik yoktur” denildi. Uyulması zorunlu bir kararın olmadığı, Atalay hakkındaki cezanın 28 Eylül’de onandığı, kesinleşen karar karşısıda AYM kararının uygulanamayacağı ifade edildi.
“Vekilliğini düşürün”
Kararda, Atalay’ın “hükümlü” statüsünde olduğu belirtilerek, bu nedenle anayasaya göre vekilliğinin düşürülmesi gerektiği vurgulandı. Gerekli işlemlerin yapılması için kararın bir örneği TBMM Başkanlığı’na gönderildi.
AYM üyeleri hakkında suç duyurusu
Kararda, AYM üyelerinin anayasa hükümlerini ihlal ettikleri, verilen yetkilerin sınırlarını yasal olarak aştıkları ifade edildi. Bu nedenle haklarında Yargıtay Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasının kararlaştırıldığı vurgulandı.
Ne olmuştu?
Can Atalay, Gezi Parkı davasında 18 yıl hapse mahkum edildikten sonra 14 Mayıs’ta yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde TİP’ten milletvekili seçilmişti. Atalay’ın, “milletvekili seçilmesi nedeniyle hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi” talebiyle yaptığı başvuru, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce reddedilmişti. Milletvekili seçilerek yasama dokunulmazlığı kazandığı gerekçesiyle yargılamada durma kararı verilmesi talebinin reddedilerek yargılamaya devam edilmesi nedeniyle “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlal edildiği ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmıştı.
Sürecin devam ettiği sırada Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay’a verilen 18 yıl hapis cezasını onamıştı. AYM de başvuruyu kabul ederek oy çokluğuyla 25 Ekim’de Can Atalay’ın “seçilme hakkı” ile “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlal edildiğine hükmetmişti. AYM’nin kısa kararı Gezi davasına bakan ve hükmü veren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmişti.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***