Levent DÖLEK*
“Terim fonu” olarak duyulan Arda Turan, Emre Belözoğlu, Ayhan Akman, Semih Kaya gibi ünlü futbolcuların adının geçtiği dolandırıcılık davası ülkenin kamuoyunu ve basını adeta ikiye bölmüş durumda. Meselenin içine futbol taraftarlığı da girmiş vaziyette. Ancak önünde sonunda yorumlar genellikle bir tarafta Fatih Terim ismini diğer tarafta Denizbank’ı ve Genel Müdür Hakan Ateş’le birlikte adı geçen yöneticileri koruyacak şekilde iki uçta toplanıyor. Ancak tüm tarafların ortaklaştığı tespitler de var. Fakat esas sorun herkesin doğru olduğunu varsaydığı bu ortak tespitlerde.
Herkesin ortaklaştığı nokta ortada bir saadet zinciri vakası (Ponzi oyunu olarak da adlandırılmaktadır) olduğudur. Yine karşıt uçlarda da olsa neredeyse insanlar bu sisteme para kaptıranların, yıllık yüzde 250’lerden yüzde 2600’lere tekabül eden getiri peşinde koşacak açgözlülüklerine, bu vaade kanacak kadar basiretsiz olmalarına ve nihayet bu para alışverişleri sırasında neredeyse peçete kâğıdına yazılmış sözde belgeleri nasıl kabul ettiklerine akıl sır erdirememektedir. Biz ise farklı bir bakış açısı getiriyoruz. Meseleye ne Fatih Terim’in ve dolar milyoneri futbolcuların ne de Birleşik Arap Emirlikleri sermayeli Denizbank’ın tarafından bakıyoruz. Biz olaya işçi sınıfından yana bakıyoruz. Bu şekilde baktığımızda da basının gördüğünden ya da göstermek istediğinden bambaşka bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. Manzara şu: Bir saadet zinciri yok! Açgözlülükten aklını yitirmiş ve alıklaşmış mağdur milyonerler de yok! Bir vurgun var! Ve emekçi halkın soracağı çok ciddi sorular var!
Banker Kastelli’den Titan’a, Jet Fadıl’dan Çiftlik Bank’a saadet zincirleri
Öncelikle bu olay bir saadet zinciri değildir. Ponzi oyunu olarak da bilinen saadet zinciri insanların bir para ödeyerek katıldığı, sürekli katılımcı sayısı artarken son girenlerin paralarıyla ilk girenlere vadedilen getirilerin ödendiği bir sistemdir. Bu zincir bir yerde tıkandığında herkes ana parasını geri almak istediğinde ortada yeterli miktarda para olmadığından sistem zincirleme çöker ve genellikle sistemi kuranın paralarla yurt dışına kaçmasıyla, kaçamadığı durumda da hapse girmesiyle sonuçlanır. Geriye çok sayıda mağdur kalır. Türkiye’de saadet zincirine dair meşhur örneklerimiz var. 1980’lerin başında banker Kastelli 550 bin kişinin parasını yönetir konuma gelmişti. 90’lı yıllara damgasını vuran Titan saadet zincirinin 35 bin üyesi vardı. Saadet zincirinin İslami kılıfa sokularak uygulanan ünlü bir versiyonunu Jet Fadıl olarak bilinen Fadıl Akgündüz’ün faaliyetlerinde gördük. Cübbeli Ahmet caizdir fetvası veriyor, on binlerce insan Jet Fadıl’ın Maldivler’deki İslami ada ya da yerli milli otomobil projelerine para yatırıyordu. Yakın dönemdeki ünlü Çiftlik Bank olayında 77 bin mağdurdan bahsediliyordu. Kripto paraların yaygınlaşmasıyla saadet zinciri dolandırıcılığı bu alana da girdi. Meşhur Thodex vakasında 2 milyar dolarla yurt dışına kaçan dolandırıcı ardında 400 bine yakın mağdur bıraktı.
Altın günü mü bu? 40-50 kişilik saadet zinciri olmaz!
Bu örnekler bize şunu gösteriyor. Birincisi saadet zinciri sürekli genişlemelidir ve tanımı gereği en az binlerle ifade edilecek kadar çok sayıda insana ulaşmalıdır. “Terim fonu” olayında ise 40-50 insanın adı geçmekte ve dosyada sadece 18 şikâyetçi bulunmaktadır. İkinci olarak saadet zincirleri geniş kitlelere doğru ulaşmak ve güven aşılamak için çok yoğun bir reklam kampanyası yapar, açık toplantılar düzenler, bilbordları afişlerle kaplar, en yoğun şekilde televizyon reklamları yayınlar. Gizli bir saadet zinciri, tanımı gereği olmaz. Oysa bu fon baştan sona “gizli” tutulmuştur. Dolayısıyla bu sözde fonun getiri sağlama mekanizması son girenin parasıyla daha önce girenlere ödeme yapılan saadet zincirinden farklı olmalıdır. Bir diğer önemli soru da bu sözde fonun neden dolar cinsinden oluşturulduğudur. Vadedilen fahiş getiri dolar cinsindendir. Türk lirası ile gelen nispeten küçük miktarlar da dolara çevrilerek sisteme dahil edilmiş ve ödeme dolar cinsinden yapılmıştır. Saadet zincirinde özellikle bir para birimine odaklanmak söz konusu olmaz. Zira dolar cinsinden servet sahibi olanlarla sınırlı bir sistem yine az sayıda insanla sınırlı kalmaya mahkûmdur. Kimsenin üzerinde durmadığı bu konu muhtemelen gizemin çözüleceği esas anahtarı bize vermektedir. Bu konuya en sonda tekrar döneceğiz.
Kâğıt parçalarına mı güvendiler, daha önce verilen paralara mı?
Burada kamuoyunda genel kabul gören diğer yanlışa geliyoruz. Öyle bir hava estiriliyor ki dolar milyoneri futbolcu ve işadamları açgözlülükleri dolayısıyla, kolaylıkla kandırılabilen, Fatih Terim ya da banka genel müdürü Hakan Ateş’in ismini duyar duymaz sonsuz bir güven duygusuyla içleri dolan naif ve neredeyse alık insanlardır. Buna kimse inanmaz. Hayret etmek de gerçeği ortaya çıkartmak için hiçbir katkı sunmaz. Meselenin özünde tüm bu insanların hiç de alık ya da embesil olmadıklarını, tam tersine çıkarlarını kıskançça gözeten insanlar olduklarını varsaymamız gerekir. Başka türlü nasıl dolar milyoneri olunur ki? Hocaları Fatih Terim’e sonsuz güven duyan Galatasaraylı futbolcu talebeler hikâyesinin de en ufak bir inandırıcılığı yoktur. Millî Takım’da Arda Turan futbolcular adına Fatih Terim’le çata çat prim pazarlığı yaptığı için yer yerinden oynamış, hoca ile talebe birbirine girmişti. Bunları unutacak mıyız? Kim bu futbolcuların sırf Fatih Terim’in adıyla milyonlarca dolarını bir banka şube müdürüne teslim edeceğine inanır? Yine aynı doğrultuda bu insanların hiçbir resmî görünümü olmayan dosya kâğıtlarına yazılmış rakamları belge diye kabul etmiş olmalarına hayret ediliyor. Bunlar transfer olduklarında primlerden maç başı ücretlere, vergilerden her türlü ayrıntıya kadar kalem kalem belirlenmiş, avukatlar tarafından defalarca gözden geçirilmiş sözleşmeler imzalayan futbolculardır. Ya da kuruşunun peşine düşen cimri işadamları söz konusudur. Seçil Erzan’ın yakın çevresinden dolandırdığı insanlar belki istisna kabul edilebilir. Ama sonuçta soru açıktır: akli melekeleri yerinde olan insanlar bu kadar büyük bir ticari işlemde sıradan bir kâğıt parçasına nasıl inanırlar? Cevap belli değil mi? Demek ki bu kâğıt parçaları ile daha önce gerçekten ödeme almışlardır ya da başkalarının aldıklarına şahit olmuşlardır da ondan. Bunu görmek bu kadar mı zor?
Vardığımız ilk sonuçlar
Şimdi tüm bu gerçekleri birleştirdiğimizde şu sonuçlara varıyoruz:
1. Sistem bir saadet zinciri değildir.
2. Sisteme girenlerin birçoğu (en son giren birkaç istisna hariç) bir aşamaya kadar vadedilen getirileri elde etmiş olmalıdır.
3. Bu getirilerin üç beş günlük kısa vadelerde ve yıllık yüzde 2 binlere varan seviyelere kadar ulaşmış olması gerekir ki gelecekte de benzer getiriler sağlanacağına dair güven oluşsun.
4. Bu kadar yüksek oranda fahiş getiri sağlanması, mekanizmanın saadet zinciri olmadığının bir başka kanıtıdır çünkü saadet zinciri olsaydı bu getirilerin sağlanması için sisteme kısa sürede binlerce insanın girmiş olması gerekirdi. Oysa az sayıda insandan bahsediyoruz.
Neden özellikle dolar fonu? Şekip Mosturoğlu’nun verdiği ipucu…
O halde bu sonuçlardan şu soruya geliyoruz: Türkiye’de üç beş gün ya da bir ay gibi kısa vadelerde dolar cinsinden yüzde 2 binleri aşan yıllık faiz getirisi sağlayabilecek ne tür bir faaliyet olabilir? Akla gelen bir olasılık yasadışı bahis ve bahis şikesi olabilir. Ancak böyle olsaydı fonun bir “dolar” fonu olması gerekmezdi. Yine de bu ve benzeri olası illegal alanlar araştırılmalıdır. Bunun bilhassa bir “dolar” fonu olması akıllara dolar spekülasyonunu getirmektedir. Peki, dolar spekülasyonu ile bu getirileri elde etmek mümkün olabilir mi? İşte bu noktada Emre Belözoğlu’nun avukatlığını yapan Şekip Mosturoğlu müvekkilini savunmaya çalışırken bize bir ipucu veriyor. L1 Üçgen adlı YouTube kanalında verdiği röportajda Seçil Erzan’ın Emre Belözoğlu’na 45 günde yüzde 24 getiri vadettiğini söyleyen Mosturoğlu, sunucunun bu rakamın mevcut faiz oranlarına göre çok fazla olduğunu belirtmesi üzerine şu sözleri söylüyor:
“İnsanlar o tarihle bakmıyor, o tarih KKM’nin (kur korumalı mevduatın) başladığı dönemler, bu oranlara yakın oranlar o dönemde zaten kur korumalı mevduatta var.”
Bir dakika!!! KKM, döviz kurundaki artış oranı faizi geçerse döviz artışı kadar faiz verilmesini garanti ediyordu. Mosturoğlu’nun söylediği şu açıdan doğru, zira 2022 yılının ilk aylarından bahsedildiğine göre bu dönem doların 45 günde yüzde 24 ve hatta daha fazla yükseldiğine tanık olduğumuz günlerdi. Ama şu açıdan yanlış. Ve bu büyük bir yanlış: KKM bu orandaki getiriyi dolar bazında değil Türk Lirası bazında vadediyordu. 100 dolarınızı KKM’ye yatırdığınızda Türk Lirasına çevriliyor, kur korumalı faiz de Türk Lirası’na işletiliyordu. Vade sonunda KKM’den paranızı çektiğinizde tekrar dolar almak istediğinizde, dolar fiyatı da aynı oranda artmış olduğundan elinizdeki Türk Lirası’nın karşılığı yine 100 dolar oluyordu. Emre Belözoğlu’na ve tüm diğer insanlara dolar bazında fahiş getiri vadedildi. Türk Lirası bazında değil!
Spekülatör dalgalı denizi sever: Yüzde 18 bin faize imkân veren kur dalgası!
Ancak Mosturoğlu bize ipucunu verdi. Dönem, döviz kurunun aşırı dalgalanmalar yaşadığı bir dönemdir. Kur korumalı mevduat da tam bu dalgalanmaların en yüksek noktaya çıktığı 20 Aralık 2021’de kur dalgalanmasını kontrol altına almak üzere ilan edilmişti. Bu tür dönemlerde dalga boyu büyüdükçe döviz spekülasyonundan astronomik kârlar elde etmek de mümkündür, aynı şekilde batmak da! Eğer kurun ne zaman yükseleceğini ve ne zaman düşeceğini bilirseniz astronomik kârlar elde edebilirsiniz. O halde gelin 20 Aralık tarihine gidelim. O gün yaşananlara dair standart bir haber metnini alalım: “Erdoğan’ın ekonomiye ilişkin 10 maddelik tedbirleri duyurmasının ardından dolar ve avro kuru düşmeye başladı. Erdoğan’ın açıklamasından önce 18,36 seviyesine kadar yükselen dolar/TL kuru, açıklamanın ardından 12,3’e kadar geriledi.” Düşünelim. Dövizdeki bu dalgalanmaya neden olan siyasi kararlardan, bunun yanı sıra kararla birlikte Merkez Bankası’nın döviz piyasasında alacağı aksiyonlardan önceden haberdar olabilirseniz, örneğin elinizdeki 10 Milyon doları 18,36’dan satıp 12,3’ten tekrar dolar alırsanız bırakın günleri, saatler içinde paranızı 14 milyon 920 bin dolara çıkartabilirsiniz. Denizbank’ın konu ile ilgili raporunda deniyor ki yıllık basit oranda yüzde 250’lerden başlayıp yüzde 2607’lere ulaşan oranlar mümkün değildir. Oysa 20 Aralık’ta bir günlük kazancınızın yıllık basit oranda karşılığı yüzde 18000 (yazıyla Yüzde On Sekiz Bin!) Demek ki mümkün!
20 Aralık istisna değil…
Peki, 20 Aralık 2021 istisna mıydı? Gelin iki tarihe daha geri gidelim. Tarih 30 Kasım 2021. Basından yine standart bir haber metni: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı yayının başlarında 13,30 seviyesinde olan dolar/TL kuru, bu açıklamalar sonrası rekor tazeleyerek 13,96’yı gördü. Böylece TL, dolar karşısında gün içinde yüzde 7’den fazla değer kaybetmiş oldu. 14 sınırına yaklaşan kur, bir süre sonra 13,50 seviyesine indi.” Olay tanıdık. Erdoğan konuşuyor, dolar fırlıyor, Merkez Bankası dolar satmaya başlıyor ve kâr realizasyonu yapan döviz yatırımcılarının da eklenmesiyle tekrar düşüyor. Tepeden satıp 13,50’den aldığınızda iki saat içindeki kazancınız yüzde 3! Yıllık basit oranda karşılığı yüzde 1095! (yazıyla Yüzde Bin Doksan Beş!) Gelin 10 gün daha geriye gidelim. Tarih 17 Kasım. Yine standart bir haber metni: “Salı günü bir ara yüzde 4’e yakın günlük yükseliş yakalayan dolar/TL, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faiz açıklamaları sonrasında 10,68’in üzerine çıkarak rekor tazeledi.” Tarih 18 Kasım. “Merkez Bankası’nın 100 baz puanlık faiz kararının ardından dolar/TL yukarı yönlü hareketlendi. Karar öncesi 10,55 civarında seyreden dolar kuru, faiz kararı sonrası 11,30’u gördü.” Dolar kuru daha sonra Merkez Bankası müdahalesi ile 11,02’ye kadar gerildi. Saatler içinde döviz spekülasyonu ile yüzde 2 kazanç! Yıllık basit oranda yüzde 700 getiri fırsatı! Hepsi dolar üzerinden.
“Insider Trading” şüphesi!
Seçil Erzan’ın fonunun patlaması Nisan 2022. Kendisinin 2020 yılında Fatih Terim’den 300 bin dolar alarak bu işe başladığı iddia ediliyor. Başka ifadeler bu sistemin kuruluşunun 2011’e kadar geri gittiğinden bahsediyor. Seçil Erzan’ın yakın çevresinden bir kadının 2015 yılında kendisine gizli tutulan bir fon için para verdiğine dair bir ifade de kayıtlara girmiş durumda. Her durumda parasını yatırıp geri alamayanların mağduriyetleri 2022 yılından geri gitmiyor. Ama o dönemde var olduğu bilinen ve muhtemelen döviz spekülasyonu ile ya da başka yöntemlerle dolar bazında kazanç sağlamış bir sistem mevcut. İçerden gayrimeşru bilgi edinerek borsa ya da döviz spekülasyonuna “insider trading” denmektedir. Bu ciddi ve araştırılması gereken bir olasılık olarak karşımızdadır. Dolayısıyla şimdi eğer ortada bir döviz spekülasyonu olasılığı var ise meselenin bir saadet zinciri maskesi altında gizlenmemesi, “insider trading” olasılığının üzerine gidilmesi, davada adı geçen kişilerin ve bankanın siyasi bağlantılarının araştırılması gerekir. Fatih Terim’in Mehmet Ağar başta olmak üzere devletin içine uzanan bağlantı ve ilişkileri, bu ilişkilerin söz konusu fon dolandırıcılığında ve döviz spekülasyonunda kullanılıp kullanılmadığı araştırılmalıdır. Arda Turan ve Emre Belözoğlu’nun olay patlak verdiğinde Erdoğan’a şikâyet etmeye gitmeleri, üzerinden atlanmaması gereken bir iddiadır. Mutlaka üzerine gidilmeli, neden böyle bir iş için Erdoğan’a gittikleri soruşturulmalıdır.
Denizbank’a neden soruşturma izni verilmedi? Kim izin vermedi? Neden vermedi?
Olmaz olmaz demeyin. Sene 2001. Meşhur 2001 krizinin başlangıcı olarak bilinen 22 Şubat’ta Merkez Bankası ile DSP-MHP-ANAP hükümetinin ortak kararı ile sabit kur sisteminden dalgalı kur sistemine geçildi. Türk Lirası bir günde yüzde 53 değer kaybetti. Daha sonra dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’in bu karardan hemen önce 52 milyar lirasını dövize çevirdiği ortaya çıktı. Ama sadece Erçel değil Citibank ve Deutsche Bank başta olmak üzere bir dizi banka da kararın hemen öncesinde 5,3 milyar dolar satın almışlardı. Bu mesele de soruşturma konusu olmuştu. Buradan varacağımız sonuç açıktır, bugün döviz spekülasyonu iddiası araştırılacaksa en başta mutlaka ama mutlaka dönemin Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun da soruşturulması gerektiğidir. Böyle bir soruşturma olmadığı takdirde Kavcıoğlu şaibe altında kalacaktır. Nihayet yüksek miktarlı döviz spekülasyonu kapalı çarşıdan yapılamayacağına göre mutlaka Denizbank’ın 2022 öncesindeki faaliyetleri de soruşturulmalıdır. Denizbank ile Seçil Erzan’ın 2022’den önceki ilişkilerine bakıldığında Erzan’ın parlak bir çalışan olarak sürekli terfi ettirildiği, Emre Belözoğlu’nun ifadesi ile Denizbank’ın sosyal medya hesabı tıklandığında Seçil Erzan’ın resminin çıktığı düşünüldüğünde, bu işlerin banka ile şahsın işbirliği içinde gerçekleştirilmiş olma ihtimali araştırılmalıdır. Seçil Erzan’ın Denizbank binasında banka yetkilileri tarafından serum verilerek sorgulandığına ve ifadesinin manipüle edilmeye çalışıldığına dair iddialarının üzerine gidilmelidir. Ama bir dakika! Doğru ya Denizbank’ın soruşturulması yasa gereği BDDK izni olmadan mümkün değil. Ve BDDK Denizbank’ın soruşturulmasına izin vermedi! BDDK’nın başkanı kim? 9 Haziran 2023’te Erdoğan tarafından bu göreve getirilen Şahap Kavcıoğlu! Başka sorumuz yok!
İşçi sınıfı ve emekçi halk magazin izleyicisi değil, davanın tarafıdır!
2021 yılının son aylarına dönelim ve o günleri hatırlayalım. Dolar her fırladığında çarşı pazar yangın yerine dönüyordu. Düşünün! Dolarla avroyla işi olmayan asgari ücretle ay sonunu getirmeye çalışan emekçi halk markete gittiğinde 250 liralık Ayçiçek yağı tenekesiyle 200 liralık tuvalet kâğıdıyla karşılaşırken birileri milyon dolarlarla vurgun yapıyor. Üstelik Tayyip Erdoğan çıkıp televizyonlarda faiz lobisinden dem vurup vatandaşları dolarlarını bozdurmaya çağırırken dolarlarını fahiş faiz beklentisiyle milyon milyon fonlara yatıranlar iktidarın hiç de uzağında olmayan isimler. İşçi sınıfı bunun hesabını sormayacak mı? Elbette ki soracak ve sormalı da. Yarın bu dava Denizbank’ın mağdurlara ödeme yapmasıyla tatlıya bağlanırsa -ki bu yönde yoğun bir çaba gözlemliyoruz- bu ödemeyi Denizbank vergiden düşecek. Yani işçinin etinden et kopartırcasına Ağustos ayında girdiği vergi diliminden alınan para bu vurgunun tazmin edilmesine harcanacak. İşçi sınıfı bunu kabul edecek mi? Etmeyecek ve etmemeli de! Bu soruşturmanın magazin gündemi içerisinde gargaraya getirilmesine mâni olmalıyız ve tüm gerçeklerin ortaya çıkartılması için gerçek ve şeffaf bir yargılama talep etmeliyiz! İşçi sınıfı ve emekçi halk bu olayda bir magazin hikâyesinin izleyicisi değil, davanın tarafıdır.
* Bu yazı ilk olarak Gerçek Gazetesi’nde yayınlanmıştır
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***