İlker Cihan BİNER
0. Prolog
Tayfun Gülnar’ın resimleri tıpkı Rönesans tiyatrosunu andırır biçimde belirli olay tiplerini içeren eserlerden oluşuyor. Sanki resimlerin yüzeylerine bir sahne kurulmuş ve biz bu düzlemde karmaşık eylemlerle birlikte gelişen olgular serisine bakıyoruz. Eserlere hakim olan karanlık hareketliliğe dair şu soruyu sorabiliriz: Tayfun Gülnar’ın tuvalleri nasıl işliyor?
1. Drama
Drama Yunancada etimolojik olarak “yapmak” fiiliyle ilişkili olsa da, aynı zamanda sahnede ya da tuvalde bir şeyleri ortaya koyar. Bu ilişkisellikte Tayfun Gülnar’ın piktural (resimsel) deneyimlerine bakarak neleri yüzeye çıkardığı ya da görünür kıldığına bakmamız gerekiyor.
Klasik resim sanatında olan biten her neyse eserin konusudur ve temaların mutlaka bir hikâyesi vardır. Fakat Gülnar’ın çalışmalarında konu yalnızca kavram olarak ortaya çıkıyor.
İçinde yaşadığımız ve yer, söz alıp özneleştiğimiz düzenlemeler çağına ilişkin sorgulamalar serisi olarak ortaya çıkan resimler düzene entegre edici, homojenleştirici disiplin mekanizmalarını resmediyor. Böylelikle sanatçının hem tuvallere bakan hem de onların içinde olup seyirciyi çağıran bir konuma geldiğini görüyoruz. Dramanın tüm yükü onun sırtındayken izleyici artık eseri tüketmek için değil, oradaki konuya dahil olma potansiyelini taşıyor.
2. Analoji
“İktidar neye karşılık gelir?” sorusundan çok “iktidar nasıl pratik edilir?” sorgusu gözetleme, disiplin düzenlemelerini daha rahat görmemizi sağlar. Çalışmalar böyle bir bağlamda baskının mikro-fiziğini ortaya koymaya çalışıyor. “İstila Serisi”, “Sonsuz Devir Serisi”, “Yıkım Serisi”, “Fragmanlar” adlı eserler neoliberal şiddetin topolojisini ortaya çıkarırken, Gülman bu eleştirileri kendine has bir estetik analoji oluşturarak yapıyor.
“Sonsuz Devir Serisi” toplumsal uzamda uygulanan kurban ritüellerini işlerken, “İstila Serisi” medeniyetin doğayı tahakküm altına alma hallerini betimliyor. “Yıkım Serisi” diğer çalışmalarla ilişkili olarak kent yaşamının hapishanelere çevrilmesi ve bedenlerin biyopolitik denetimlere tabi kılınmasına odaklanıyor. Eserlerde oluşturulmuş tüm desenlerin ışığı sanatçının el yordamıyla ortaya çıkıyor.
Estetik analoji ne önceden kodlanmıştır ne de benzerliklerden oluşur. Daha ziyade desenleri, renkleri dil düzeyine çıkartıp mümkün seviyede eseri ses, ritim ya da çeşitli linguistik göstergeler haline getirir.
Gülnar’ın eserlerinde manuel (el yordamı) işlemlerle oluşturduğu desenleri ve çalışmalarında renk ağırlığının az olması, bizlere sanatçının analojisine dair bir şeyler söylüyor. Zira eserler çığlık düzeyinde bir dile dönüşüyor. Egemenin şiddeti gerek insan gerekse de hayvan bedenlerini yiyen dev bir makine olarak resmediyor. Çığlığa dönüşen resimler var olan optik organizasyonu parçalayarak bizlere dayatılan mutlu hayatlar masalını yıkıyor.
3.Epilog
Hiçbir şey anında belirgin veya okunabilir değildir ama asla sır diye bir şey yoktur. Tayfun Gülnar’ın egemen olan görünürlükleri parçaladığını ve içlerinde her ne varsa yüzeye çıkarttığını söyleyebiliriz.
“Yıkım Serisi” adındaki dizilerde figürlerin idealar uğruna birbiriyle iktidar çatışmasına giriştiğini ya da bedenin hapsedilmişliğini görürüz. Bu açıdan sanatçı daha çok, dünyanın içine girdiği karanlığı çözünür hallere getirme çabasına girişiyor.
Öyleyse resimlerde sanatçının bakışının ışığı uygarlığı lanetliyor ve onu askıya alma uğruna tüm pisliklerini ifşa etmekten geri durmuyor. Her çağ yalnızca söyleyebileceklerini söylerken Tayfun Gülnar tarihin okunu yerden alıp daha da ileriye atabilmek için mücadele ediyor.
Kaotik dünyanın karanlık imgeleri diyebileceğimiz seriler bütünü canavarın gözünün içine bakarak boğucu dünyaya başkaldırma niteliği taşıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***