Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin şık, konforlu ve ferah “halk” treni Ren-Ruhr Ekspresi (RRX) ile yolu yarıladığımda fark ettim. Meğer katılmak istediğim toplantıya kayıt yaptırmam gerekiyormuş. Açık olan masaüstü bilgisayarımdan hızlıca formu doldurdum ama içime bir kurt düşmedi değil… Günün sonunda Türkiye Almanya Kültür Forumu’nun 29 Ekim’de düzenlediği Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl etkinliğine girememek, başta Hasan Cemal ve Oya Baydar gibi özlediğimiz yüzleri görememek de vardı.
Öyle olmadı. Köln ana tren istasyonundan birkaç dakika uzaklıktaki Alman kamu yayıncısı WDR’nin radyo evine ulaştığımda “gazeteciyim” diyerek önce güvenlikçileri aştım. Sonra kayıt masasına ulaştım. Salon dolu olduğundan gecikenler kurulan sinevizyondan programı izliyordu. Gazeteci olduğumu ispatlamak için çantamdan süresi dolan, rengi değişen ve çoktan iptal edilen “sarı basın kartı” ile üyesi olduğum sürgün gazetecilerin kurduğu “IJA” derneği kimliğimi hazır ettim, lâkin gerek kalmadı. Katılımcılar salon dolu olduğu için programı sinevizyondan izlerken, ben önce ara bölmeye, sonrasında ise salona alındım. Ayrıca akşamki galaya katılacaksam ücretsiz biletimi de vereceklerini söylediler. Verdiler de…
GAZETECİLİK HÂLÂ ÇOK DEĞERLİ…
Son yıllarda sırf bu mesleği tercih ettiğim için hayatımız alt üst olsa da, akla hayâle gelmedik ithamlara maruz kalsak da, doğru yolda olduğumu bir kez daha anladım. Gazetecilik hâlâ önemliydi ve değerinin bilindiği yerlerde saygı görüyor, kapılar açılıyordu.
Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemden ayrı kalmanın burukluğunu romanlarını ve yazılarını severek okuduğum Oya Baydar’ı, mesleğimizin bilgelerinden Hasan Cemal’i dinleyerek, aynı dönemde benzer kaderler yaşadığımız Can Dündar, Banu Güven gibi yüzleri görerek hafifletebildim.
Panel arasında bizim kuşağın “ağabey”i Hasan Cemal’e, Zaman gazetesine baskın yapıldığında yanımızda durmak için ayağının tozu ile havalimanından ofisimize geldiğini hatırlattım. Gülümseyen yüzüyle “A, evet… Erivan’dan dönüyordum, Atatürk Havalimanı’ndan doğruca Zaman’a gelmiştim” dedi.
Hasan Cemal’in 14 Aralık 2014’teki dayanışma ziyaretinde söylediği, “Bu bir sivil darbe… Daha iyi, daha dolu gazete yapacaksınız. Böyle günlerde daha keyifle gazete yapılır, dayanışma içinde” sözleri hâlâ kulaklarımda. Hepimize cesaret veren sözlerinin üzerinden tam 9 yıl geçti.
ÖNCE KAYYIM ATTANDI, SONRA YAĞMALANDI
Bugün, 3 Kasım’da doğum gününü kutlamamız gereken Zaman’a önce kayyım atandı, 15 Temmuz 2016’dan sonra onlarca basın ve yayın kuruluşu ile birlikte KHK ile kapatıldı. Ardından bütün mal varlığı yandaş basın kuruluşları tarafından yağmalandı. Binası “adaletin” olmadığı ülkede “adalet sarayı” yapıldı. Gasp edilen binadan adalet çıkmayacağını görmek için uzun süre beklemeye gerek kalmadı. Gasp edilen binada kurulan “adalet sarayı” ise adelet dağıtmak yerine hırsızlık, adam kayırma, rüşvet, mala çökme gibi eylemlerin merkezi oldu.
Ve o günden sonra Türkiye’de özgür gazetecilik yapmak her geçen gün zorlaştı. Evet gazetecilik yapmaya devam edenler oldu, direnenler, teslim olmayanlar oldu -var olsunlar, meslek onurunu korudular- ama o gün Zaman’a tekme tokat giren zihniyet tepelerinden hiç eksik olmadı. Zaman gazetesine göstere göstere, kapıları kırıla kırıla girilip el konulup, arşivi Moğol istilası edasıyla silinip atılırken, o andan sonra Türkiye’de artık özgür gazetecilik yapılamayacağı “dosta düşmana” gösterilmişti. Ki öyle de oldu… Kapatılan radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler; hapse atılan gazeteciler, kapatılan dernekler vakıflar… Saymakla bitmek. Zaman’a yapılanlar, bugün bile gözlerimizi nemlendirirken, mesleğin bir daha geri dönülemeyecek şekilde ağır bir yara aldığını, bugünden bakınca, görmek de aynı derecede üzüyor.
Zaman’a çöküldüğünde “yesinler birbirini” diyenlerin durumunu ise sormayın. Zaman’a çökülürken yandan el ovuşturanların çoğunluğu işini kaybetti, mesleğini yapamaz duruma geldi. Zaman’a el konulması bir sadece bir başlangıçtı.
“O DA ŞUNU DEMİŞTİ” DÜNYASI YA DA HEP BİRLİKTE YEDİĞİMİZ DAYAK…
2018 yılında Avrupa Konseyi’nin kamuoyuna açıkladığı bir rapora göre, Türkiye dünyada en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülke olarak kayıtlara geçti. Raporda ayrıca 2018 sonu rakamlarıyla Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde cezaevinde olan 130 gazeteciden 110’unun Türkiye’de bulunduğu belirtiliyordu. Bugün ise Gazeteciler Sendikası verilerine göre 20’ye yakın meslektaşımız dört duvar arasında tutuluyor.
Özellikle kendilerini “özgür basın” olarak niteleyen Kürt basınının emektarı arkadaşlarımız örnek bir mukavemet gösteriyor. Her şeye rağmen yaşanan haksızlıkları ve hukuksuzlukları cesurca dile getiriyor özgürlüklerinden olma pahasına.
Hâlâ İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de de gazeteciler var işlerini yapmaya çalışan.
Cumhuriyetimizin iki yüzüncü yılının ilk haftasında meslektaşlarımız Tolga Şardan, Dinçer Gökçe ve Cengiz Erdinç gözaltına alındı, Şardan tutuklandı.
Bakmayın siz “Ama bir zamanlar sen de bunu söyledin, sen de şöyle yazdın” sözlerine, ifade hürriyeti sadece hoşumuza giden, bize destek veren insanların özgürlüğü değildir. Üstelik tutuklu ve cevap verme hakkı olmayan bir insana hariçten saldırmanın insanlıkla olmadığı gibi gazetecilik etiği ile de alâkası yoktur.
Dayağı hep birlikte yiyoruz sonuçta. Ayrımsız, sırtımızda sopa eksik olmuyor. Özgürlüklerimiz bir bir kısıtlanıyor, mesleği yapmamızın önüne yüksek yargı duvarları örülüyor, polis tehdidi ensemizde. Hangi düşünceden olursa olsun, bir gazeteci özgür değilken, hiçbirimiz gerçek anlamıyla özgür değiliz, olamayız da. O yüzden tutuklanan, gözaltına alınan herhangi bir gazeteci, duruşu, gazetecilik yapış tarzı ne olursa olsun, uğradığı her hak ihlalinde yanında olduğumuzu bilmeli, hissetmeli. O beylik tabirle, “Ya hep beraber ya da hiç birimiz…” Asgari duyarlılık bunu gerektirir. Gazetecilik dayanışması da.
GAZETECİLİK BİR HAYAT TARZI, BİR DURUŞ; BİTMEZ…
Geleneksel gazeteciliği küçümseyen, “YouTube çok kazandırıyor abi”, “Elon Musk X’te çok para veriyor” motivasyonu ile sahalara dönmeye çalışanlara inat gazetecilik için bedel ödeyenler saygıyı fazlasıyla hak ediyor.
Gazetecilik sosyal medya çöplüğünde ekmek arayanların, -ne demekse- mağduriyet haberlerini girmeyelim rengimiz belli olur diyenlerin anlayamayacağı kadar kutlu bir uğraşı. Hakkıyla yapanlar için hayat tarzı… Sokağa çıkmadan, haber kovalamadan, dosyalara gömülmeden gazetecilik yapılacağını düşünmek beyhude. Gerçek ya da sanal bir masa etrafında başlık konuşmadan, spot düşünmeden, metin tartışmadan yapılan gazeteciliğin varacağı yer YouTuber’lık ya da sosyal medya fenomenliğinden öteye geçmez. Bunları söylerken YouTube’u ana mecra gibi kullanan, “papirüs”e bile yazsa yaptığı işler çok değerli olan gazeteciler Cevheri Güven, Adem Yavuz Arslan, Erk Acarer gibi meslektaşlarımızı ayrı tutuyoruz elbette. Ya da Twitter, yeni adıyla X üzerinden yaptığı etkili yayınlarla Türkiye’nin vicdanı olmayı başaran, Rabia Naz cinayeti başta olmak üzere birçok netameli konuyu aydınlatan Metin Cihan’ın yeri tabii ki ayrı.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra bir arkadaşımın paylaştığı, Ankara’da, sarı sonbahar yapraklarının serpiştirildiği bir sokakta parça parça olmuş bir Zaman nüshasında gördüğümüz renkler, fontlar, fotoğraflar, tasarım yüzümüze gülümsüyorsa ve duygulandırıyorsa “içerik üreticileri” ile gazeteciler arasındaki ayrımı da bold fontlarla tarihe kayıt düşebiliriz.
Daha Fazla Göster:
gazetecilikKHKmedyaÖZGÜR BASINZamanZaman Gazetesi
SELAHATTİN SEVİ
03 Kasım 2023 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***