Abdullah EZİK
Necati Tosuner’in geçtiğimiz günlerde Axis tarafından yayımlanan yeni öykü kitabı Daldaki Kuş, kendi kabuğunda çok şey söyleyen, kulak kabartana hayatın anlamına/değerine dair çokça şey hatırlatan, usul usul akan bir kitap. Belirli noktalarda Tosuner’in bizatihi kendisinin, belirli noktalarda ise sözünü devrettiği anlatıcısının dile geldiği kitap, her bir bölümde başka türden sorunların, mesele ve ah’ların ön plana çıktığı bir bütün olarak değerlendirilebilir.
Daldaki Kuş, gerek kitabın adından, gerek kitabın kapağından, gerekse bölüm başlıklarından itibaren okuyucuyu içine alan ve bu uzun yolu onunla beraber yürümeyi vadeden bir kitap. Okur, öncelikle oldukça sembolik ve lirik bir başlıkla kitabı eline alır; ardından kuşsuz, çıplak, soğuk ağaçlar belirir kapakta; nihayetinde ise her bir bölümde, bölüm başlığında giderek derinleşen bir dünyanın parçası olur.
Kitap, okuru şu çok katmanlı sözlerle karşılar: “Sona eren gün bitmeden aramızda buz grisi yalnızlık, -sen orda ben burda! / Dokunsan bu, dokunmasan… / Biraz geç kalmış gibiydim. Sanki her şeye. Tümüyle her şeye biraz geç kalmış gibiydim. Öyle -biraz bile olsa- geç kalmışlığın üzünç veren bir yanı vardı elbet. Hem de nasıl!..” (Tosuner, 2023: 9) Burada üzeri çizilen belli tema ve imgeler aslında varlığını bütün bir kitap boyunca devam ettirir. Tosuner, daha kitabın ilk cümlelerinden, ilk satırlarından itibaren okura onu neyin beklediğini duyurur. Yalnızlık, bir başınalık, tenha sokakların ürkütücülüğü, ayrı kalmışlık, hep bir gecikmişlik duygusu, yitip giden zaman… Tüm bunlar dalga dalga kitaba yayılır ve her bir öyküde varlığını yeniden ve yeniden duyurur.
“Ceviz Bavul” (2016-2018), tekil bir anlatının ne derece geniş bir hatta yayılabileceğini ortaya koyan, Daldaki Kuş’un da ana hattını çizen, kitabın ilk bölümüdür. Pandemi öncesi bir dönemde, tabiri caizse bambaşka bir dünyanın içerisinde kaleme alınmış bu öyküler, hep bir yarım kalmışlık duygusunu vurgular. Zaten bölümün başlığında da bu durum vurgulanır. Bavul, yerleşememeyi, hep bir hareket hâlinde olmayı, sabit kalamamayı imler. Bu bölümde kendi sesini açıkça duyuran ve okura doğrudan seslenen yazar/anlatıcı, neredeyse bütün bir hayatın özetini yapar. Zaman gelir geçer, insanlar gelir geçer, şehirler gelir geçer; geriye bir tek kişinin zihninde beliren imgeler, anı ve düşünceler kalır. Bu mesele, ilerleyen bölümlerde başka şekillerde yine gündeme gelecek, sık sık kendisini hatırlatacaktır.
Bu bölümde bavulun imlediği, her şeyin gelip geçerliği ve kişinin bir bavula bağlı bir şekilde oradan oraya sürüklenmesidir. Tıpkı yukarıdaki pasajda da vurgulandığı gibi: “sen orda ben burda!”. Sözgelimi “Kalan Söz” de “Ağıt Ağacı” da “Her Şeyin Soluyor Çiçeği” de “Yorgun Akışlı” da benzer bir duygulanımı dışa vurur. Elinde bavuluyla oradan oraya dolanan anlatıcı, okuru da kendisiyle beraber sürükler.
“Taşınır Bellek” (2017), hatıraların, geçmişin yakıcı günlerinin, geçmişin bugüne yansıyan ruhsal ikliminin ön plana çıktığı, kitabın ikinci ana bölümüdür. Geçmiş, herkes için berrak ve pürüzsüz anılarla dolu değildir. Kimilerinin geçmişi yakıcı, ele avuca gelmez, kucaklanamaz bir ağırlıktadır. Öyle ki kimi zaman geçmişi hatırlamak benzeri olmayan bir sızıya da beraberinde getirir. Sözgelimi Füruzan, geçtiğimiz aylarda yayımlanan yeni öykü kitabı Akim Sevgilim’de geçmişin ne derece yakıcı bir yapısı olduğunu açıkça ortaya koymuştu. Buna benzer bir durum ve ruh ikliminin kitabın diğer bölümlerinde sıkça kendisini hatırlattığı gibi “Taşınır Bellek”te de söz konusu olduğu söylenebilir. Bu bölümde çok daha lirik, imgesel ve öz bir anlatı dünyası geliştirmeyi tercih eden Tosuner, okura da üzerine düşünmesi için daha fazla alan açar. “Düşlerin uçuştuğu geceler. / Sabah öğle akşam / çoculuk.” (Tosuner, 2023: 118) “Geride bırakarak. Hırçınlaşarak. Kaçarak. Koşarak.” (Tosuner, 2023: 121) “Bölüşülmüş acılar denizinden birlikte geçerek.” (Tosuner, 2023: 122)
“Taşınır Bellek”te, sözdeki bütün fazlalıklar devre dışı kalır. Her şeyin merkezinde öz bir anlatı söz konusudur. Bu bölümde anlatıcı, bir öyküyü geliştirmekten ziyade bir şiiri işlemeye çalışır. Tercih ettiği ve kitabın diğer bölümlerinden ayrılan dil, tekrarlar, bir çırpıda beliren ve belli belirsiz fark edilebilen imgeler bu duruma işaret eder. Birkaç sayfaya yayılmakla beraber gerek kitap içerisinde gerekse Tosuner edebiyatında daha farklı bir yerde duran bu bölüm (“Basma Bohça” ile beraber), aynı zamanda yazarın kimi zaman ne derece deneysel hareket ettiğini de ortaya koyar.
“Basma Bohça” (2019), farklı türden mesajlar, olaylar ve devinimler üzerinden hareket edilen bir bölüm olarak düşünülebilir. “Önce ekmek der gibi önce adalet!”, “Asla aynı değiliz…”, “Meyhaneye gitmek yok!”, “Bugün herkes on sekiz!” ve “Yanılması da güzeldir özgürlük peşinde!”, anlamını/bağlamını başlığında da taşıyan, okuru da yeni bir hareketliliğin parçası olmaya davet eden metinlerdir. Adaletin herkes için, her zaman ve her koşulda gerekli olduğunu; özgürlük peşinde olmanın/koşmanın dünyadaki en önemli heyecan olduğunu; bu yolda verilen mücadelenin kişiyi her zaman genç ve diri tutacağını hatırlatan bu metinler, okuyucuya Tosuner’in nasıl bir düşünce dünyasına sahip olduğunu da açıkça gösterir. Her zaman, her koşulda, her türlü zorluğa rağmen mücadele eden, sözünü söyleyen, mücadelesini veren bir yazar/düşünürdür Necati Tosuner.
“Ağrıkesici Kutusu” (2017), yine bir imge üzerinden hareket eden ve sözü hızla, tek bir metinle “Tekerleksiz Yürüteç”e (2022-2023) devreden bir bölümdür. Bu bölümde artık zamansal olarak da günümüze daha fazla yaklaşan anlatıcı, bir başınalığı üzerinde durur. Sürekli olarak kendisiyle didişen, birtakım mesele ve sorunsallar üzerinde, hayatı, yaşamını, çevresini sorgulayan anlatıcı, içerisine sıkıştığı dünyaya karşı isyan eder. “Sabahleyin uyandığımda, önceki günün arta arta gelen gün boyu sürmüş gerginliğini sanki biraz unutmuş gibi oluyorum, (Tosuner, 2023: 141) der. Dünden bugüne devreden miras onun için yalnızlıkla doludur. Onca yalnızlığa rağmen bütün sorunlarını, acı ve kederlerini gizlemeye çalışan anlatıcı, bir noktada aslında buna gerek olmadığını kabul eder ve içinde tuttuğu her ne varsa onları dışa vurmaya çalışır. Tam da bu noktada metin, bir iç döküşe dönüşür ve şahsiliği de giderek artar. Giderek şahsileşen, anlamını, bağlamını ve derinliğini daha da arttıran bir metin gün yüzüne çıkar.
Kefenin cebi yoktur. Kişi bu dünyadan öteye (varsa veya varlığına inanılıyorsa şayet) hiçbir şey götüremez. Bu dünyada olan bu dünyada kalır. Dolayısıyla Necati Tosuner’in kitaba açtığı bu bölüm, “Kefen Cebi” (2018-2019), okuru şimdiden çekip koparır, onu içerisinde bulunulan ândan sıyırır. “Kaçmak değil bu. / Usulca yöneliyorsun şimdiden uzağa, geride kalıyor şimdi.” (Tosuner, 2023: 149) Şimdiden bu kadar uzağa gitmek, bir noktada başka bir dünyayı, ötesini tahayyül etmek, kefene bir cep dikmeye çalışmak anlatıcının son meselesi olarak gündeme gelir. Kitap boyunca içinde tuttuğu onca meseleyi dile getiren anlatıcı, derdini burada da bütün çıplaklığıyla açmaktan geri durmaz. Kaçmaya çalışsa da aslında kaçmak diye bir durumun/şeyin söz konusu olmadığını bilir. Nihayetinde kişi her şeyden kaçsa da kendisinden kaçamaz, uzaklaşamaz. Kişi hep kendisi ile beraberdir. Tüm yalnızlıklarında, bir başınalığında ve umutsuzluklarında da. Tosuner’in anlatıcısı da son raddede bunu vurgular.
Necati Tosuner’in yeni öykü kitabı Daldaki Kuş, okuru hemen her metinde/öyküde farklı bir mesele üzerine düşünmeye davet eden bir eser. Axis’ten çıkan kitap, Tosuner’in kendisine has anlatım tarzıyla, insanoğlunun kendisiyle bir başına kaldığında gün yüzüne çıkan bütün hayıflanmalarını, sorun ve meselelerini merkezine almasıyla özel bir çalışma.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***