Doğanın saati, insanın saatine uymuyor. O ayarı çoktan bozdular. Yine de umut etmekten vazgeçmiyoruz. Oysa umut, bu coğrafyada Godot’yu beklemek gibi olsa da, Redd, şarkısında yine de umudu diri tutmaya çalışıyor.
Hayat yeniden başlasın! Böyle söylüyor Redd, “Şehrime Bahar Gelecek” adlı teklisinde; bir türlü gelmeyen baharı bir umutla çağırarak. Bahar gelince karanlık üstümüzden kalkacak, kuşlar ötecek, güneş ışığı uyandıracaktı doğayı ve uyumakta olan her duyguyu. Ama olmadı! Bunda baharın suçu yok.
Doğa uyansa da insan artık doğanın bir parçası değil. Doğanın saati, insanın saatine uymuyor. O ayarı çoktan bozdular. Yine de umut etmekten vazgeçmiyoruz. Oysa umut, bu coğrafyada Godot’yu beklemek gibi olsa da Redd şarkısında yine de umudu diri tutmaya çalışıyor.
Bireysel olandan toplumsal olana uzanan bir anlam yüklüyor bahara. Redd’in şarkısında kullandığı bahar imgesi, politik anlamda bir uyanışı da kapsıyor. Grubun hayattaki muhalif tavrı, bahara yüklenen anlamı metaforik bir şekilde dönüştürüyor. Umut, uyanışın ön habercisi olarak yansıyor şarkıya. Grubun birçok şarkısında bu tavrı görmek mümkün. Ancak bunu bağırmadan, yan anlamlar kullanarak, çağrıştırarak yapıyor. Dolayısıyla, şarkıları dinlediğinizde, size hem müzikal hem de sözel anlamda estetiği önceleyen tınılar bırakıyor grup.
Ağırlıklı olarak aşka, insana, hayata dair meselelerin öne çıktığı şarkılarda sıklıkla kullanılan kaybetmek, masal, şehir, dip, kalp, dudak, kafa, aşk, rüya, hayat, çicek, yıldız, kelebek, melek, görmek, yalan, kötü, karanlık, gökyüzü, gezegen, zaman gibi kavramlar, şarkıların karakterini ve yaratılan melankolik atmosferi yakalamamıza olanak sağlıyor.
Mesela 2016 yılında çıkardıkları “Mükemmel Boşluk” adlı albümde yer alan “Boşlukta Dans” adlı şarkının sözlerinde ve çekilen klipte yaratılan atmosfer, hiçlik duygusunun içine çekiyor dinleyeni. “Yaşıyorum sadece ölmek için” sözü, şarkıda imzası olan Doğan Duru’nun kendi içsel hakikatini, duygusal dönüşümünü anlatırken başka bir gerçeğe de dokunuyor: doğanın yasasına, her canlının ölümlü olduğuna. Oysa şarkıda, ilk başta duyumsadığınız şey, aşk karşısından yaşanan hayal kırıklığı ve o hayal kırıklığının etkisiyle uçsuz bucaksız bir boşluğun dans etmesi.
Güneş Duru’nun çektiği klipte yaratılan atmosfer, boşluğun kurak bir gezegenle birlikte ele alınması, hiçlik duygusunu pekiştiriyor. Kuraklık vurgusu, şarkıdaki anlatıcının yalnızlığına, ıssız kalmasına olduğu kadar, gerçeğin çıplaklığına yapılan bir gönderme olarak da okunabilir. Aslında, görünen gerçeğin çıplaklığı bu. “Yaşıyorum ölmek için” sözünde, şarkıdaki anlatıcının yaşadığı mutsuzluk ve bu nedenle zamanını doldurmayı beklemesi kadar, yukarıda sözünü ettiğim mutlak gerçeğin kendini hatırlatması da var. Doğadaki sistemin işlemesi için ölüm, yeni bir yaşamın başlamasına olanak sağlıyor. Bu doğrultuda baktığımızda aşk, doğadaki yaşam ve ölüm döngüsünün dili oluyor bir anlamda. Aslında, aşkla hayata kanmak da denilebilir buna. Tıpkı “Kanıyorduk” şarkısında da söyledikleri gibi.
Aşk bir kanma, aldanma, farklılıklarda benzerlik arama, kaybolma olarak yansıyor şarkılara. Sağaltıcı olduğu kadar, bir delilik halini de barındırıyor. O delilik haline tutku da dahil, savrulma da, duyguların gelgitinden kaynaklanan tekinsizlik de. Aşkın her hali denebilir buna. Hatta, aşkla dibe vurmak, sonra yukarı çıkmak… Özellikle 2012’de çıkardıkları “Hayat Kaçık Bir Uykudur” albümünde bu duyguları yoğun şekilde görürüz. Bu albümde aşk; doğma, büyüme, ölme şeklinde ele alınıyor. Aynı hayat gibi. Hatta klasik bir romanın bölümleri gibi: Giriş, gelişme, sonuç. Tüm bunları aşk üzerinden anlatan bir yapı var grubun tüm şarkılarında.
KARINCALAR GEZİYOR KAFAMIN İÇİNDE
Yine, 2006 yılında çıkardıkları “Kirli Suyunda Parıltılar” albümünde yer alan “Roman Kahramanı” şarkısındaki “bir cümlede var oldum, nokta kondu son oldum…” “Hâlâ Aşk Var mı” şarkısındaki “çöpü kalmış elma masal /bu toklukta adem ne yapar/ esir olmuş, televizyona bakar… bir melek, bir şehir, bir dünya var mı?”, “Artık Melek Değilim” şarkısındaki “bir hayat gibi avucuma çizildin, beni kemirdin” gibi sözlerle, hayatın yorumu yine aşk üzerinden dile getirilir. Aşkın, hayat çizgisi gibi avuca çizilmesi bir varoluş meselesini de duyumsatır.
O hayat çizgisinde kemirilmek, sevgiliyi işaret ettiği gibi yaşam içerisinde bizi kemiren, tüketen her şeye bir gönderme olarak da okunabilir. Aşk ile ötekine sesini duyurmak, geçirilen tüm oluşları aktarma anlamına da geliyor. Yine “Roman Kahramanı” şarkısında geçen “bir cümlede var oldum, nokta kondu son oldum” sözleriyle roman kahramanı bir metafor olarak ele alınıyor. Bu metaforla, hayat içersindeki maskeler, bize yazılan roller, kurgulanan hayatların oyuncuları, bir varoluş meselesi olarak sorgulanır.
Aynı zamanda kahraman kavramıyla da hesaplaşılır şarkıda. Bu doğrultada, şarkıya kendilik meselesinin de yansıdığını görürüz. Kendilik algısı, “Hâlâ Aşk Var mı” şarkısında da sahte ve hakiki olan üzerinden verilir. Aslında grubun tüm çalışmalarında bu kendilik algısı kimi zaman güzel çirkin kimi zaman şeytan melek karşıtlıklarıyla da belirir.
Hâlâ aşk var mı sorusu başka bir açıdan bakıldığında, dünyada hâlâ hayat var mı sorusuna karşılık geliyor. Aşkın yalan olduğu yerde hayat da aslını kaybetmiştir. Havası kaçmış bir balon gibi ne yerdesindir ne gökte. Bu arada kalma durumu, yani gerçekle sahte olanın karşısında yerini bulma, kendi kalabilme meselesi, grubun 2005 yılında çıkardığı ilk albümü 50&50’den başlayarak bugüne kadarki müzikal yolculuğunda hep kendini duyuruyor. Hakiki ile sahte olanın anlatımı, kimi şarkılarda masumiyeti öne çıkarıyor. Masumiyette saflık, duruluk, bozulmamışlık vardır. İlk hale, başa dönme arzusu bu nedenle sıklıkla görülür şarkılarda.
En yalın olana dönme, çocukluk imgesiyle karşılık bulur. Masumiyet kalbin üzerine bir çicek dikildiği zamanlardır. Masumiyetin kaybıysa o çiçeğin kalpten sökülüp atılmasıdır. Grup, “21” adlı albümündeki “Modern Adımlar” şarkısında, o çiçeğin ezilmesini çocukluk, büyümek ve modernite bağlamında ele alır.
“Modern Adımlar” onların şarkılarında sıklıkla karşılaştığımız, kapitalist modernitenin yarattığı çöküştür. Doğayı canlı ve cansızıyla bir bütün içinde ele almayan bu sistemin yarattığı yıkım, şarkıda çocukluk hayallerinin parçalanmasıyla ele alınır. Çocukluk, masumiyetin, bozulmamışlığın, doğallığın simgesidir. Bu şarkıyı doğal olandan sahte olana gidişin adımları olarak da okumak mümkün.
Yine “Plastik Çicekler ve Böcekler” şarkısında geçen plastik çicekler ve beton ormanlar kavramları, doğal olmayan, bozulan yaşamı, parçalanan ruhları anlamamıza olanak sağlıyor. Çokluğun bozulması insan soyunun kendinden uzaklaşması anlamını da taşıyor. Ki albümde yer alan diğer parçalardan “Dekadans”da geçen “Yeni çıktık farz et sudan, ilkel umutlara safça yaslan, masalın sonunu duymadan, uykuya yenik düşen çocuk gibi hep masum kal” sözleri en başa dönmemizi salık veriyor. Evrime, sudan karaya çıkışa, yani geldiğimiz yere dikkat çekiyor şarkı. Her şeyini kaynağının su olduğu fikrini de çıkarabiliriz bundan. Elbette sudan çıkmak, varoluşla beraber kirlenmemek, özü korumak, masumiyet gibi göndermeleri de barındırıyor.
Grubun 2019 yılında çıkan en son albümü “Yersiz Göksüz Zamanlar”da aynı izleğin çok daha genişlediğini, bilinç, zaman, mekan ekseninde dile geldiğini görüyoruz. Özellikle albümdeki “Yersiz Göksüz Şehirler” şarkısında geçen “karıncalar geziyor kafamın içinde, hafızamı taşıyorlar bilmediğim yere” sözlerinde, karıncanın kafada gezmesiyle yaratılan metafor bellek ve zaman üzerine düşünmemizi sağlıyor. Aynı zamanda karıncanın kafanın içinde dolaşması yani karıncalaşma hissi, iç ve dış uyarıların algılanmasında uyuşmayı anlatması açısından önemli bir metafor.
Bu bir bellek yitimine, dolayısıyla yersiz yurtsuzlaşma kavramına götürüyor dinleyeni. Varılan noktaysa köklerden kopmak, geçmişle bağın kopması oluyor. Zaman algısının değişmesi, mekanın parçalanması da buna dahil. Onların şarkılarındaki mekanın doğa olması ve doğadan insanın koparılması, tüm bu parçalanma, grubun bilinçaltından süzülüyor ve yakın gelecekte insanı neyin beklediğine dair endişelerini açığa çıkarıyor. Bu anlamda, grubun müzikal yolculukları, ilk albümden bugüne kadar olan süreçte geçirdikleri düşünsel evreler, bizim politik ve kültürel zeminde geçirdiğimiz süreçleri okumamıza da olanak sağlıyor.
1996 yılında Doğan Duru, Güneş Duru, Berke Hatipoğlu ve İlke Hatipoğlu tarafından kurulan Redd, 2014 yılında Berke ve İlke Hatipoğlu’nun gruptan ayrılmasının ardından, Doğan ve Güneş Duru kardeşler ve 2010 yılında gruba katılmış olan Berke Özgümüş’le yola devam ediyor. İyi ki de devam ediyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***