YORUM | MAHMUT AKPINAR
Öncelikle Hamas’ın İsrail’e karşı sivilleri ve şehirleri hedef alan eylemlerini, sivilleri öldürüp rehin almasını terör faaliyeti olarak görüyor ve kınıyorum. Bu tür ilkesiz eylemlerin, İslam ve insan hakları perspektifinden savunulabilir bir yanı yoktur. Ancak, bu olayların bir sonuç olduğunu da anlamamız gerekmektedir.
İslam dünyasında, münhasıran Ortadoğu’da İsrail’in yayılmacı, kanlı ve kibirli politikalarına karşı muazzam öfke birikti. Bu öfke, zaman zaman canlı bomba saldırıları, sivilleri hedefleme gibi vahşi yöntemler biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Peki, İsrail’e, zaman zaman tüm Yahudilere yönelen bu öfke ve düşmanlık nereden kaynaklanmaktadır?
Aslında, Müslümanların tarih boyunca Yahudilerle, Hristiyanlarla ve diğer azınlıklarla sorunları olmamıştır. Kudüs, İstanbul, Bursa, Diyarbakır, Urfa, Halep, Şam ve Bağdat gibi şehirlerde Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler, Ermeniler, Dürziler, Yezidiler vb. farklı din ve dilden insanlar yüzyıllarca bir arada ve iyi komşuluklar içinde yaşamışlardır. Kudüs’te her dönem Yahudiler bulunmuş, ibadetlerini rahatlıkla yapabilmişlerdir. Her mezhebiyle Hristiyanlar inanç ve ibadet noktasında Müslümanlar yönetimindeki Kudüs’te bir engellemeyle karşılaşmamışlardır. Yani, İsrail’in işgaline kadar Filistin, Kudüs bölgesi, tüm inançların barış ve huzur içinde yaşadıkları kutsal bir coğrafya olmuştur. Ancak bugün bütün din ve inançlar Kudüs’teki atmosferden rahatsızdır.
Batının geçmişinde Yahudilere karşı çok sert uygulamalar vardır. Nitekim İspanya’dan kaçan Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İzmir, Selanik ve İstanbul’a getirilmiştir. Osmanlı Devleti onlara dinlerini özgürce yaşayabilecekleri ortam sağlamıştır. Ancak, ulusçuluk akımının yükselmesi ve Batı’nın bu akımı diğer ülkelere ihraç etmesiyle etnik, dini farklılıklar sorun olmaya başlamıştır.
Yahudilerin bağımsız bir devlet kurma projesi, 19. yüzyılın sonlarında yapılan Siyonizm Kongrelerinde karara bağlanmıştır. Bu kongrelere liderlik eden Teodor Herzl’in 2. Abdulhamid’den bazı borçları silme mukabili Filistin’den toprak istemesi herkesin malumudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü döneminde, Birinci Dünya Savaşı sırasında Balfour Deklarasyonu (1917) ile Yahudi grupların Filistin ve çevresine yerleştirilmeleri süreci başlamıştır. Dünyanın pek çok bölgesinden, münhasıran Rusya’dan göçen Yahudiler Batı desteğiyle silahlı milis yapıları oluşturmuş ve Müslümanlar üzerinde güçle tahakküm kurarak, parayla toprak alarak sürekli genişlemiş, yeni göçlere zemin hazırlamıştır. Hitler’in Yahudi soykırımı bu göçleri hem meşrulaştırmış hem hızlandırmıştır. Bu süreçler Batı devletlerinin gözetiminde ve göz yummasıyla gerçekleşmiştir.
1948 yılında Yahudi göçmenlerin yerleştirildiği coğrafyada bağımsız İsrail devleti kurulmuştur. İsrail kurulunca aynı baskı, genişleme bu defa milisler değil, İsrail ordusu eliyle yapılmıştır. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere batı devletleri bu yeni proje devlete mutlak destek vermiş, işgallerini, hukuksuz genişlemesini, Müslüman halka zulmünü görmezden gelmiştir. İsrail’in yerel Müslüman halka yaptığı zulümleri ve işkenceleri Batılı sivil toplum kuruluşları görse de, devletler yok saymış, İsrail’e arka çıkmışlardır. İsrail’e kayıtsız, şartsız destek, zulme, devlet terörüne sükût İslam dünyasında önce İsrail’e, sonra da onu destekleyen batılı güçlere büyük bir öfke oluşturmuştur. Bugün, Müslümanların Amerika’ya duyduğu tepkinin temel nedenlerinden birisi, ABD’nin İsrail’e verdiği mutlak destektir.
Şiddet kullananlara, radikal eylemlere karşı olduğumu sık sık belirtirim. Müslümanlardan gelen şiddete de gerekçesi ne olursa olsun aynı şekilde karşıyım. Ancak, Orta Doğu ve İslam dünyasındaki radikal akımların beslenmesinde İsrail’in politikalarının ve Batı’nın bu politikalara kayıtsız kalmasının büyük etkisinin olduğunu tespit etmek gerekiyor. Araplar ile İsrail arasında 1948, 1967 ve 1973 yıllarında yaşanan savaşlarda Batı ülkeleri İsrail’e mutlak destek verdiler. Keza 11 Eylül saldırılarından sonra, Amerika liderliğindeki Batı ittifakının Ortadoğu’ya müdahalesinin temel nedeni İsrail’in güvenliğini sağlamaktı. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) gereği bu operasyonlarla İsrail için tehdit görülen Irak ve Suriye etkisizleştirildi, parçalandı. Batı operasyonları Saddam, Esed gibi diktatörleri göndermekten öte bölgeyi yeniden şekillendirme amacı gütmekteydi. Bu nedenle sonuçlar İsrail’in işine yaradı. İsrail, topraklarını genişletmeye, sivillere zulmetmeye, işkence yapmaya ve yeni topraklar gasp etmeye devam etti. Kudüs’ü başkent ilan etti.
Böylesine bir nefret üzerine inşa edilen bir devletin uzun süre ayakta kalamayacağı ve bu devletin politikalarının da huzur getirmeyeceği açıktır. İsrail, ne kadar güçlü olursa olsun, bir ateş çemberinin içinde yaşamaktadır. İsrail halkı 70 yıldır korku ve endişe içindedir. Devletlerinin, ordularının güçlü olması, ABD gibi bir süper gücün desteğini almak kısmen güven verse de, aklı başında Yahudiler düşmanlık ve nefret üreterek o coğrafyada ilelebet kalamayacağının farkındadır.
İsrail devletinin kuruluş projesi Arzı Mev’uda, (vadedilmiş kutsal topraklar) tezine dayanıyor. Siyonist grupların amacı Arzı Mevud denilen bu coğrafyanın tamamında önce örtülü, sonra fiziki kontrol kurmaktır. Seküler bir devlet olsa dahi kuruluş motivasyonu dini olan İsrail’in siyasetçilerinde seçilmişlik ve üstün millet davranışı görülmektedir.
Filistinlilerin, Arapların ve tüm Müslümanların onurunu rencide eden, yerleşik halkın haklarını zorbalıkla ele geçiren politikalar uzun vadede barışçıl bir yaşam kurmak için yanlış yoldur. İsrail, toprakları genişletmeksizin ve Müslümanların haklarına saygı gösterseydi, belki varlığını sürdürebilir, zamanla kanıksanırdı. Ancak, İsrail ve Batı, taviz vermeden ve katı bir şekilde Müslümanların bu politikaları kabul etmelerini bekliyorlar. Maalesef İsrailliler ve Batılılar bölgede kendilerine karşı büyüten negatif enerjiyi ve birikmiş öfkeyi fark etmediler. Hamas’ın saldırılarını kınamak kadar, bu tür saldırıların arkasında yatan öfkeyi görmek gerekiyor.
Umarım yaşananlar sonucu aklı selim, diplomasi galip gelir. Olaylar daha barışçıl, adil bir ortak yaşam için yeni politikalar geliştirilmesine vesile olur. Ancak, sanki yeni kaos ve çatışmaların kapısını aralayacak gibi görünüyor.
Unutmayalım ki İsrail’in politikaları ve Batı’nın mutlak desteğinin yarattığı öfke ve nefret, uzun vadede barış ve istikrarın önünde büyük bir engeldir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***