Bütün filmlerini bildiğim Nuri Bilge Ceylan’ın son filmini vizyona girer girmez izledim. Kuru Otlar Üstüne’yi merak etmemin nedeni cinsel tacizin nasıl ele alınacağıydı. Film, öğrencisine cinsel tacizde bulunmakla suçlanan bir öğretmeni anlatıyordu.
Suçlanan, kelimesine takıldım daha çok. “Suçlanan”… Yani ortada bir suç olup olmadığı, bir mağdur olup olmadığı belli değil, ama bir suçla itham edilen bir insan var.
Cinsel istismarın yok sayıldığı, mağdurların görmezden gelindiği, cinsel istismarı konuşamadığımız bir ülkede, suçlanan ama masum olduğu anlaşılan bir failin hikayesini mi dinleyecektik? Türkiye sinemasında bu konuya neredeyse hiç yer verilmemişken, hem de dünyaca ünlü bir yönetmen bize failin masumiyetini mi seyrettirecekti? Mahkeme salonlarında çokça gördüğümüz; mağdurun yeniden mağdur edilmesine bir de sinemada mı şahit olacaktık? Evet, izlemeden şunu söyleyebiliriz; Nuri Bilge Ceylan sineması böyle bir mağduriyet yaratma niyetinde olamaz. Ama biz hiç konuşmadığımız bir konuda failin iç dünyasını anlamaya çalışırken, faille empati kurarken, mağdurdan çok faile yaklaşmaz mıyız, failin tarafında olmaz mıyız?
BAŞKA BİR ÖRNEK: ONUR SAVAŞI
Benzer bir tacizle suçlanma hikayesinin anlatıldığı Onur Savaşı filmi, 2012 yılında Cannes’da Mads Mikkelsen’e en iyi oyuncu ödülünü getirmişti. Filmdeki öğretmenle empati kurmaya çalışmak beni rahatsız etse de, film bittiğinde bizde olduğu gibi fail aklandı hissi oluşmamıştı bende.
Hikâyenin geçtiği Danimarka’da, istismarın incelenmesi ve adalet sürecinin işletilmesi sağlıklı bir şekilde yürütüldü. Çocuklar –yine bizde olmadığı gibi- gerçek ortaya çıkarılmaya çalışılırken tekrar tekrar travmatik durumlara maruz kalmadılar. Pedagogların çocuklarla yaptığı görüşmelerle gerçekler ortaya çıkarıldı. Kimsenin içinde şüphe kalmadı. Çünkü cinsel istismarın olup olmadığı bilimsel yöntemler kullanılarak ortaya çıkarılabilir. Türkiye’de ise cinsel istismar tabu olmaktan kurtarılamadığı için gerçeklik değerlendirilirken, bilimsel yöntemler değil inançlar devreye giriyor.
Bu film beni rahatsız etmediği gibi, suçlanan kişilerle empati kurmamı da kolaylaştırdı. Faille empati kurmak hepimiz için zor, hele benim gibi cinsel istismarın mağduru cephesinde olan biri için daha da zor. Rahatsız olmamamın bir nedeni de Thomas Vinterberg’in, Onur Savaşı filminden önce, 1996 yılında cinsel istismarı en iyi anlatan kült filmi, Şölen’i çekmiş olmasıydı. Mağdur cephesinden bakmamızı çok iyi başarmış bir yönetmenin, fail cephesinden bakmamızı istemesinde bir sakınca görmemiştim.
ERKEĞİN KARANLIK KALMIŞ KÖŞELERİ
Nuri Bilge Ceylan’ın filminde öğretmen Samet’in öğrencisi Sevim’e uyguladığı duygusal istismar ve cinsel taciz, sinema ve edebiyatta çok sık karşılaştığımız “Lolita” karakteriyle, yetişkin erkeğin gençliğe adım atan çocuğa arzusu karanlığında verilmeye çalışılsa da, Sevim’in yetişkinliğini temsil eden Nuray karakteriyle bu karanlıktan kurtuluruz. Nuri Bilge Ceylan’ın en karanlık filmi olarak değerlendirilse de, erkeğin karanlık kalmış köşelerinin aydınlatıldığı bir film diyebiliriz Kuru Otlar Üstüne için.
Yine Ceylan’ın en politik filmi. Neredeyse filmin her sahnesinde politik bir söylem veya sembol var. Belki de faşizmin yoğun baskısı altında kaçacak bir yerimiz olmadığının bir göstergesi bu film. Ülkede sanat yapmak, politikadan uzak durmak imkânsızlaşıyor.
Filmde politik atmosferi en yoğun yaşadığımız sahne, Samet ve Nuray’ın yemek masasında yaptığı, 90’lı yıllarımızın üniversite kantinlerinden tanıdığımız örgütlü-örgütsüz yaşam tartışmalarının bir kopyası olan sahne. 2000’lerin başında ağır yenilgiye uğrayan, bugün neredeyse tamamen sindirilmiş örgütlü mücadeleyi yönetmen-hepimiz gibi- yeniden tartışma ihtiyacı hissediyor belki. Kantin masalarında ya da başka masalarda örgütlü yaşamı eleştirirken beklediğimiz bireyin özgürlüğüyken, bugün hiç olmadığı kadar çaresiz, yalnız ve özgürlükten yoksunuz. Özgür olmaktan da öte bugün hayatta kalma mücadelesi veriyoruz.
Film, karakterlerin hayatın anlamını arayışları ve “umut etmenin yorgunluğu” üzerinden çok konuşulacak. Ben filmin bu yönleri dışında özellikle erkek olma halleri üzerine yazmak istedim. Sevim’in yaşadığı travmatik olayın özellikle devlet kurumunda bulunan görevliler tarafından karanlıkta bırakılarak üstünün kapatılması. İlçe Milli Eğitim müdürünün odasına suçluluk duygusuyla giren iki öğretmenin kayırılmaları sonrası birer kahraman gibi odadan çıkmaları… Samet’in, Sevim’in direnç göstermesiyle, istismara psikolojik şiddeti de eklemesi…
Yönetmen bize istismara dair net cümleler ve görüntüler vermiyor. Verse işimiz kolaydı. Faili sanki dış mihrakmış gibi linç ederek -ya da asarak- sorunu kolayca çözebilirdik. İstismar açıktır aslında ama yönetmen bizi sürekli şüphede bırakır. Bunun en önemli nedeni de olaya çoğu zaman Samet’in bakış açısından yaklaşmamız. Sevim’in cephesinden bakmak mümkün değildir. Sevim çocuktur, çocuğun –zayıf olanın- sesini duyan bir toplum değiliz biz. Bu noktada Nuray girer devreye ve Samet’in karanlığını aydınlatır.
Samet’in, Nuray’la flört etmesinin sebebi , Nuray’a aşık olan ev arkadaşı Kenan’la girdiği rekabettir. Bir bacağı olmayan Nuray, Sevim’in sakatlanmış halidir… Çocukluk ya da gençliğimizde karşılaştığımız cinsel taciz ve istismarlarla sakatlanan kadınlığımız…
Romantik yemek masasından, yatak odasına geçildiğinde Nuray, soyunmadan önce Samet’in ışığı kapatmasını ister. Işık kapanır Samet’in karanlığı aydınlanır… Nuri Bilge Ceylan, burada Brecht’yen bir yabancılaştırma efekti kullanarak ışık kapandığında Samet’i, banyo kapısından filmin setine çıkarır. Samet sette biraz ilerledikten sonra lavaboya gider. Cebinden çıkardığı ereksiyon hapını içer ve tekrar odaya döner. Sinemanın dördüncü duvarı yıkılınca ereksiyon hapıyla kazanılan “iktidar”ı görürüz…
Kenan’la girilen rekabetteki neden de, çocuğun cinsel istismarındaki en önemli etkende aynıdır: “İktidar”…
ERKEK İKTİDARININ TARTIŞILDIĞI BİR FİLM
Bana göre Kuru Otlar Üstüne, erkek iktidarının bir erkek aracılığıyla samimice tartışıldığı bir filmdir. Masha Amini eylemlerinde olduğu gibi kadınlar ve bazı erkekler el ele vererek biz bu şiddetten kurtulacağız.
Filmin söyleşilerinde farklı dilden konuşmaya çalışan kadınları görürüz. Ebru Ceylan’la Nuri Bilge Ceylan’ın sosyal medyada gündem olan, kameralar önünde atışmalarına kadar varan durum da, kadınların kendi dillerini yaratma isteğidir… Cannes’da kadın oyuncuya verilen ödül, belki de bu dil içindir. Samet’le flört ettiği için ona ahlaksız kadın muamelesi yapan Kenan’a karşı, onu iktidarın bir nesnesi haline getiren Samet’e karşı kullandığı dildir. “Bu bedenle bir kadın olarak kendimi yeniden var etmeye çalışırken sizin bu tavrınızı hakketmek için ne yaptım?” Merve Dizdar ve Nuray birlikte almışlardır bu ödülü.
Filmin oyuncu kadrosundaki erkekler ise kendilerine yönetilen sorulara yanıt verirken, rollerinin kendilerini ne kadar sersemlettiğinden bahsederler. “Oynarken bir ara setten gerçekten çıkmak istedim!” Çünkü Nuri Bilge Ceylan, oyuncuları kendileriyle yüzleşme mecburiyetinde bırakır. Kadınların kendi dillerini arayışlarının yanında, çağrışımları çok olan, bizi kendimizle yüzleşmelere götürecek bir film. Ne mutlu ki böyle bir filme ve kendi yüzleşmesini, birlikte bir yüzleşmeye çeviren bir yönetmene sahibiz.
Meliha Yıldız: “1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı. Bu, onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan “Kutsal Tecrit”i 2021 yılında yazdı. İkinci kitabı Uçurum Kenarındaki Salıncaklar 2023 yılında yayınlandı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***