YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
6 Eylül 1955’te Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberiyle İstiklal Caddesi’nde başlayan olaylar, başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik büyük bir saldırı ve yağmaya dönüşmüştü. Saldırılar İstanbul’un çeşitli semtlerine yayıldığı gibi Ankara ve İzmir’e de sıçramıştı.
Olayların meydana geliş şekli, asıl failin “devlet” olduğunu gösteriyordu. Nitekim yıllar sonra Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu bir gazeteciye saldırı ve yağmanın “mükemmel bir özel harp dairesi organizasyonu” olduğunu itiraf edecektir.
YASSIADA TUTANAKLARI
6-7 Eylül Olayları’nın bilançosu korkunçtu. Resmi kaynaklara göre 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 26 okul tahrip edilmişti. Öfke sınır tanımamış, Müslümanlara ait 400 işyeri de yağmalanmıştı. 11 kişi ölmüş, 300-600 kişi yaralanmış, onlarca kadın tecavüze uğramıştı.
Olayların failleri hakkında çok çeşitli suçlamalar yapılmıştır. Başbakan Menderes yaptığı açıklamada “komünistleri” suçlamış hatta Aziz Nesin, Asım Bezirci ve Kemal Tahir’in de aralarında bulunduğu kırk beş kişi bu iddiayla tutuklanmıştı. Ancak bu suçlamadaki tek amaç hedef saptırmak olduğundan yargılamalar beraatla sonuçlanmıştı.
Diğer muhtemel failler ise İstanbul Ekspres gazetesi ve Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti idi. Elbette bunları yönlendiren olması itibarıyla şimdiki MİT’in o yıllardaki adı olan MAH da diğer muhtemel suçluydu.
27 Mayıs Darbesi sonrasında Yassıada yargılamalarında 6-7 Eylül Olayları da Celal Bayar ve Adnan Menderes’in yargılandığı davalardan birisi oldu. Biz bu yazıda TBMM Kütüphanesi’nde yer alan Yüksek Adalet Divanı tutanaklarından (daha çok bilinen adıyla Yassıada tutanaklarından) hareketle 6-7 Eylül davasında neler yaşandığını ortaya koymaya çalışacağız.
6-7 Eylül Davasının 542 sayfadan oluşan tutanaklarına internet ortamında ulaşılabilmektedir. 19 Ekim 1960’ta başlayan 6-7 Eylül Olayları Davası’nda hâkim koltuğunda Salim Başol, başsavcı koltuğunda da Altay Ömer Egesel oturmaktaydı.
Bayar ve Menderes’in yanında dönemin Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu, olaylar sırasında Başbakan Yardımcısı olan Prof. Dr. Fuat Köprülü, dönemin İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay sanıklar arasında yer almaktaydı.
Ayrıca İstanbul Emniyet Müdürü Alaettin Eriş, İzmir Valisi Kemal Hadımlı, Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin ve Konsolosluk vekili Mehmet Ali Tekinalp yargılandığı gibi Selanik’teki bomba hadisesindeki rollerinden dolayı da konsolosluk kavası (bekçisi) Hasan Uçar ve Selanik Üniversitesi Hukuk öğrencisi Oktay Engin de sanıklar arasındaydı.
Mahkemenin başında Bayar’ın avukatının cumhurbaşkanlarının “vatana ihanet” dışında yargılanamayacağına dair itirazı mahkeme tarafından reddedilmiş ve yargılamaya onunla başlanmıştır. Suçlama ise, olayların Kıbrıs meselesinden dolayı Yunan ve İngiliz kamuoylarını etkilemek için organize edildiği şeklindeydi.
Bayar olaylarla ilgili olarak “en ufak bir bilgi sahibi” olmadığını, olaylar başladığında İstanbul’da bulunmasının tamamen tesadüf olduğunu, olayların tertibinde bir rolü olmadığını ve bir “nümayiş tertibinden” bile haberdar olmadığını söylüyordu.
Ayrıca olayların faili olarak komünistler ve Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin suçlanmasını istediği iddialarını reddetmiştir. Ancak olayların “memlekette Kıbrıs’a olan alakayı artırdığını” söylemiştir.
MENDERES’İN CEVAPLARI
Bayar’ın çok kısa süren sorgusuna karşılık Menderes’in uzun bir sorgulamaya muhatap olduğu görülmektedir. İlk iddia olarak sorulan Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’ni yönlendirmesiyle ilgili suçlamayı cemiyet önde gelenleriyle görüşmeyi kabul etmesine rağmen reddetmiştir.
Liman Lokantası’ndaki konuşmasının da Kıbrıs politikasının bir sonucu olduğunu ifade eden Menderes, Yunan mahkemesinin kararında yer alan Selanik’te atılan bombanın Türkiye’den gönderildiği iddiasını da mahkemenin bombanın nasıl getirildiğine dair bir kanıtı olmadığı cevabını vermiştir.
Menderes bomba hadisesiyle hiçbir şekilde alakasının olmadığını belirtip konuyu Oktay Engin’in Yunanistan’da hapse mahkûm olmasına rağmen nasıl olup da Türkiye’ye iltica ettiğinin sorgulanması gerektiğini ifade edince Hâkim Başol’un bunun “konuyla ilgili olmadığını” söylemesi dikkat çekmektedir.
Menderes bomba hadisesinin radyoların öğle ajanslarında verilmesi için emir verdiği iddiasını da kabul etmemiştir. İstanbul Ekspres’in ikinci baskıda olayı haberleştirdiğinin bildirilmesi üzerine hemen İstanbul Valisi’nden gerekli tedbirleri almasını istediğini ve hatta bunun için de İçişleri Bakanı Namık Gedik’i İstanbul’da bıraktığını söylemiştir.
Sorgulamalarda mahkemenin olayın aydınlatılması yerine asıl olarak Menderes ve arkadaşlarına ceza vermeyi amaçladığı görülmektedir. Başol’un soruları da tamamen buna yöneliktir.
Hâkim Başol, Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti ve komünistlerin suçlanmasıyla ilgili iddiaları Bayar’a atfettiği gibi Menderes’e de bu yönde sorular sormuştur. Sabık başbakan da bunun bir tespite dayanmadığını belirtmiştir. Menderes’in savunmasında; daha çok olayların genişlemesi, neden kısa zamanda gereken tedbirlerin alınmadığı gibi hususlar öne çıkmıştır.
Menderes, bombayı attırmakla suçlanan Oktay Engin’in ailesine yapılan yardımlar, olaydan iki yıl önce Engin’in Dışişleri Bakanlığı tarafından bursiyer kabul edilmesi gibi sorulara da “bunlardan asla haberi olmadığı” cevabını vermiştir. Sanık sandalyesinde oturan sabık başbakan olayın “hükümetin bir organizasyonu olduğu” iddialarını ısrarla reddetmiş, iddia makamı da detaylı sorular sormamış ve kesin deliller getirme gayreti içinde olmamıştır.
OKTAY ENGİN’İN SORGUSU
Menderes’ten sonra sorgulanan dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da olayların Kıbrıs sorunu nedeniyle önceden planlanmış bir organizasyon olduğu ve bunu kendisinin talep ettiği iddialarını kabul etmemiştir.
İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay ve Emniyet Müdürü Alaettin Eriş de olaylara geç müdahale edildiği ve müsamaha gösterildiği şeklindeki iddiaların doğru olmadığını söylemişlerdir. Eriş’in ifadesinde ise ordunun devreye girmesi sonrasında bile askerin çeşitli bahanelerle olaya müdahale etmediği bilgisi verilmektedir. Buna karşılık emniyet müdürünün ayrıntılı bir sorguya muhatap olmaması ilginçtir.
Mahkemenin sorguladığı kişiler arasında Selanik Konsolosu Mehmet Ali Balin, bekçi Hasan Uçar ve Hukuk öğrencisi Oktay Engin de bulunmaktadır. Balin hakkındaki iddia, Selanik’te patlayan bombayı Konsolos muaviniyle birlikte Türkiye’den Yunanistan’a götürdükleri şeklindedir. Balin bu iddiayı reddederek bunun mümkün olmadığını, zaten bombanın kim tarafından ve nasıl verildiğinin bile belirtilmediğini ifade etmiştir.
Mahkemede bomba hadisesiyle ilgili Yunan mahkemesinin kararı da okunmuştur. Konsolos muavini de iddiayı reddetmiş ve kavas Hasan Uçar sorgulanmıştır. Uçar sorgusunda Gümülcine Türklerinden olduğunu, patlama sonrasında sokakta bir “jandarma zabiti ve jandarma” gördüğünü ve sonra da konsolosu telefonla arayarak bomba olayını haber verdiğini anlatmıştır.
Ayrıca sorgu hâkimi ve savcının baskısıyla hatta “tabancayla”, “hazır ifadeyi” imzalamak zorunda kaldığını ve sonrasında Türkiye’ye geldiğini söylemiştir. Ancak mahkeme heyetinin Uçar’a daha fazla soru sormaması dikkat çekmektedir. Uçar savunmasını “Ben Türk’üm Reis Bey, Atatürk’ün evine bomba atmak değil, bir kedinin kuyruğuna bile basmış değilim” diyerek bitirmiştir.
Yassıada mahkemesi Oktay Engin’i de sorgulamıştır. Engin Selanik Üniversitesi’nde okuduğunu, yaz tatili dolayısıyla Gümülcine’de bulunduğu sırada Türkiye’nin Selanik Uluslararası Fuarı’na katılması dolayısıyla fuarda tercüman olarak görevlendirildiğini, bomba hadisesi sonrasında Yunan makamları tarafından 21 Eylül’de Gümülcine’de yakalanarak sorgulandığını anlatmıştır.
Engin bu arada ilginç bir bilgi vermiş ve Hasan Uçar’ın konsoloslukta görev almasına “tavassut ettiğini” söylemişse de Hâkim Salim Başol, “… bu kısmı geçiniz” diyerek ayrıntılı bilgi vermesini engellemiştir.
İddiaları kabul ederek imzalaması hususunda “yazısının taklit edildiğini” söyleyen Engin, kendisinin Türk Hükümetince burslu okutulduğunu, Türkiye’ye geldikten sonra Bakanlar Kurulu kararıyla “bazı gayrimenkuller tahsis edildiğini” ifade etmiştir.
İşte bunun sonrasında yine Başol “bunları geçiniz” demiş ve “Adnan Menderes’i ne zaman tanıdınız” sorusunu sormuştur. Oktay’ın sorgusunun da diğerleri gibi “alelade” yapıldığını söylemek yanlış olmaz.
ÜSTÜ ÖRTÜLDÜ
6-7 Eylül Davası sonucunda mahkeme tahmin edileceği gibi kurulma amacına uygun bir şekilde Menderes, Zorlu ve İzmir Valisi Kemal Hadımlı’yı suçlu buldu. Bayar hakkında “adem-i takip” kararı veren mahkeme, Menderes ve Zorlu’yu altışar yıl, Hadımlı’yı da dört buçuk yıl hapis cezasına çarptırdı.
Buna karşılık Fuat Köprülü, Balin ve Tekinalp’le birlikte Engin’i de suçsuz buldu. Eriş ve Gökay’ın suçlarının da zamanaşımına uğradığı açıklandı. İstanbul Emniyet Müdürü Alaettin Eriş daha sonra dört ilde valilik yapmış, XII. Dönemde de meclise milletvekili olarak girmiştir. Vali Gökay da 27 Mayıs Darbesi sonrasında siyasete girmiş ve İnönü hükümetlerinde bakanlık yapmıştır.
Yassıada sorgulamalarının çok gelişigüzel yapıldığı, tek amacın DP ileri gelenleri Bayar, Menderes ve Zorlu’nun en ağır cezaları almalarını sağlamanın amaçlandığı görülmektedir. Bu nedenle olayların hemen ardından yapılan yargılamalarda olduğu gibi Yassıada yargılamalarında da öğrenci örgütlerinin, sendikaların, Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin rolleri ayrıntılı sorgulanmadığı gibi dönemin istihbarat teşkilatı MAH’ın rolü de ortaya konulmamıştır.
Zaten yargılananlar içinde MAH başkanı Tümgeneral Mustafa Behçet Türkmen yer almamıştır. Türkmen 1957 yılında korgeneral olmuş sonra da Bağdat ve Oslo büyükelçilikleri yapmıştır. Hakkında çok az bilgi bulunan Türkmen, 12 Eylül darbesi sonrasında Dışişleri Bakanı yapılan İlter Türkmen’in de babasıdır.
MAH’ın yöneticilerinin mahkemede dinlenmesi talebinin “açıkça” reddi, muhtemelen darbe rejimini oluşturan subayların da “şüpheli” olmalarına karşı bir tedbirdi. Olaylar bu yolla sadece DP teşkilatları tarafından yapılmış gibi gösteriliyor, “devlet organizasyonu” olduğu gerçeği örtbas ediliyordu. 27 Mayıs darbecileri de böylece kendi rejimlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlardı.
Olayların en ilginç figürü kuşkusuz Oktay Engin’dir. Engin Yunanistan’da tutuklanmasına rağmen serbest kaldıktan sonra Türkiye’ye kaçmıştır. Türkiye’ye geldiği andan itibaren “himaye gördüğü” çok açık olan Engin’e ne gibi imkanlar sağlandığı gazeteci Kemal Savcı tarafından tespit edilmişti.
Gazeteci Savcı, Engin’e, Kadırga’da ev verildiğini, Fatih ve İstanbul belediyelerinden maaş bağlandığını tespit etmişti. Nitekim “Yunan tebaası” Engin’in İçişleri Bakanlığı’nın talebiyle 17.1.1957 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul Belediyesi eğlence yerlerini denetleme kontrol memurluğunda çalıştırılması kararlaştırılmıştı (BCA, 30-18-1-2, 145/106/20).
Gazeteci, Selanik’teki bombayı atmakla suçlanan Hasan Uçar’ı da ziyaret etmiş ve dönemin Selanik Konsolosu Balin’in evinde “kirasız” olarak oturduğunu öğrenmişti. Uçar da mahkemede “karısının Balin’in kayınvalidesinin işlerine baktığını” söylemiştir.
Oktay Engin Türkiye’ye sığındıktan sonra İstanbul’da Hukuk Fakültesini bitirip emniyet teşkilatında çalıştı, Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı ve Eskişehir Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1992-1993’te de Nevşehir valiliği yaptı. Engin, 6 Eylül 2001’de yayınlanan bir röportajda MAH’ın birlikte çalışma teklifini reddettiğini söylemiştir.
Yirmibeşoğlu sonradan sözlerini inkâr etse de sonuç olarak devlet her zaman olduğu gibi gereğini yapmış hem olaylar sonrasındaki yargılamalarda hem de Yassıada’da asıl gerçeklerin ortaya çıkmaması için bütün yollar denenmiştir. Bu durum 6-7 Eylül Olaylarının üzerindeki sis perdesinin tam olarak kalkmamasının da önemli bir nedeni olmuştur.
Kaynakça: Yüksek Adalet Divanı Tutanakları (6-7 Eylül Hadiseleri); D. Güven, 6-7 Eylül Olayları, İstanbul, Tarih Vakfı, 2005; Ş. Demir, History Studies, Yassıada Mahkemelerinde Adnan Menderes (6/7 Eylül Davası), 2020, Volume: 12, Issue: 4; https://m.bianet.org/bianet/siyaset/4458-oktay-engin-devletin-sorumlulugu-var (1.9.2023).
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***