Mustafa Akengin
Böyle bir yazıyı yazmayı hiç düşünmüyordum. Lakin HDP yerel Yönetimler Kurulu’nun hazırladığı Kayyım Raporlarını okuduktan sonra eksik bir şeylerin olduğunu farklı açılardan konuyu ele almak ve değerlendirmek gerektiği düşüncesiyle katkı yapmayı kendi açımdan sorumlu bir davranış olarak gördüm. Genel hatlarıyla rapor bir dönemi anlatmak açısından yeterli görülebilir. Ancak her yönüyle kayyım meselesini irdelemek, sorunların kaynağına inmek, yaşanan tüm bu süreçlerde kendi sorumluluğu gereği konuyu değerlendirmek ve bu eksende bir özeleştiri yapmak daha anlamlı ve sorumlu bir yaklaşım olacaktı. Tüm bu konularda bilgimizin yettiği oranda sorumlu davranarak kayyım konusunda düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Konuya giriş yapmadan önce kayyım konusuna bir açıklama getirmek gerekirse, kayyım Arapça kökenli bir kavram olup, TDK’daki anlamı başkasının işini idare etmek, eskimiş, cami hademesi olarak da kullanılmaktadır.
Şimdi Kürt illerine ve HDP’li belediyelere kayyım ne için ve neden atandı sorusunun sorulması gerekir. Yeni sistemle (tek adam) birlikte yerellerde Kürtlerin iktidar olmalarının tamamen engellenmesine yönelik bir tasarruftur. O halde rejimin bu yaklaşımını, tutumunu doğru kavramlarla ifade etmek konunun tam olarak anlaşılmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla kayyım kavramı bölge belediyelerine atanan bu cami hademelerinin tam olarak yaptıkları görevlerinin karşılığı gelen kavram KAYYIM değil SÖMÜRGE VALİSİ kavramıdır.
SÖMÜRGE VALİSİ, adından da anlaşıldığı gibi atandıkları topraklarda, kendilerini atayanlar adına yönetim işlevini yerine getirirler. Kavram daha çok 18. ve 19. yüzyılda, İngiltere başta olmak üzere sömürgeci devletlerin kolonilerinin yönetimine getirdikleri şahısları ifade etse de, günümüzde sömürgeciliğin tanımı ve içeriğinin değişmesiyle birlikte yeni bir sömürge valisi tipi doğmuştur. Sömürge valileri, halkla iç içe gözükmelerine rağmen, merkeze gönülden bağlıdırlar. Merkezin bir bakışı bile onların ne isteyebileceğini emir telakki kabul ederler.
Sömürge valileri geleceklerinin merkezde olduğunu bildikleri için, geleceklerini de haliyle merkeze ipotek ederler. Ne iş yaptıklarına gelecek olursak sömürge valilerinin, merkezin istediği her şeyi tabii ki yaparlar. Merkezin kasasını doldurmak için çaktırmadan halkın sırtına yüklenmek ve her aşama ve süreçte de halka bol bol yalan söylemek izler. Bunun için de yerelin bütün kurum-imkanlarını fazlası ile kullanırlar.
Bu kavramın bizim açımızdan önemi 2016 yılında HDP’li Belediyelere 11 Eylül 2016 tarihinde meşru olmayan yöntemlerle halk tarafından seçilen temsilcilerin yerine rejimin resmi görevlileri tayin etmesi ve atanmasıdır. “Bu valiler Londra’dan atanmadılar. Ülkenin başkentinden Ankara’dan atandılar.” Belediye kanununa bir madde ekleyerek bu fiili durumun yasal alt yapısını hazırlayarak, yapılan işi yasal gösterebilirsiniz. Ancak uluslararası hukuk açısından meşru olmadığı, kabul görmediği gerçeğidir.
Dolayısıyla bu fiili durum “SÖMÜRGE VALİLİĞİNİ hiçbir şekilde meşru gösteremez. Halkın iradesini yok sayma meselesi hükümet tarafından sonraki dönemlerde de devam ettirilerek gelenek haline getirilmiştir. Kürt illerinde Kürt siyasetçilere ayrı ve ayırımcı bir uygulama, batıdaki belediyelere ise farklı bir uygulama.
SÖMÜRGE VALİSİ MESELESİ VE YAŞANANLAR
HDP’li belediyelere S.V atanması meselesinin gerek kurumlar düzeyinde gerekse halkın bulunduğu platformlarda her yöneyle ele alınıp tartışıldığına inanmıyorum. Böyle bir tartışma olmuşsa da geniş bir çerçevede ele alınmamış ve konu dar bir çerçevede değerlendirilmiştir.
HDP Yerel Yönetimler Kurulu tarafından hazırlanan her iki “sömürge valisi” dönemine ilişkin iki ayrı rapor olduğunu, bunun dışında başka bir çalışmanın olmadığını biliyoruz. Her iki rapor, Yerel Yönetimler Kurulu tarafından kaleme alınmıştır. Bilimsel bir çalışmadan ziyade olgular ve yaşananlar üzerinde bir değerlendirmeyi kapsamaktadır.
Ama “sömürge valisi” konusu kör bir bıçak gibi Kürtlerin böğrüne saplanmış ve orta yerde durmaktadır. Kürtler bunu çok iyi biliyor. Bu dizide, bu hançerin Kürtlerin böğrüne saplanmasının nedeninin siyasetsizlik mi, yoksa REJİMİN bir politikası mı veya devleti yöneten AKP-MHP bloğunun bir oyunu mu olduğunun analizini yapmak istiyorum. Bu konuda milat olarak 1999 yerel seçim dönemini baz alacak ve yaşanan süreci bu çerçevede değerlendirmeye çalışacağız. Hem seçim süreçlerinde yaşananlar hem de S.V meselesinde olup bitenleri ve arka planlarında ne tür oyunların döndüğünü izah etmeye çalışacağız.
Kürtlerin yaşadığı kentlerde, 1990’lı yıllarından itibaren başlayan ve 2000 yılına kadar devam eden köy boşaltmaları, faili meçhul cinayetler, akla hayale gelmeyecek hak ihlalleri bu dönemde sıradan olaylarmış gibi kanlı bir şekilde yaşandı. Günümüzde her düzeyde farklı boyutlarda yaşanan bu ayırımcı ve ayrıştırıcı politikalar Devlet/Hükümet tarafından değişik versiyonlarla uygulanmaya konularak devam ettirildi ve başta Kürt siyasal hareketinin kazanımları olmak üzere iş çevrelerinin mallarına dolayısıyla Kürtlerin her türlü kazanımlarına hükümet/mafya tarafından dağıtılmaya yok edilmeye çalışılarak el konuldu.
Kürtler açısından geçmişten günümüze siyasal mücadele süreçlerini daha iyi anlayabilmek için 1990’lara gitmek gerekir. O dönemde siyasal süreçlere ilişkin yürütülen tartışmaları HEP’in kuruluş sürecinde Kürt aydınları olarak Kürtler siyaset alanında olmalı mı olmamalı mı diye çokça tartışmalar o dönemde yoğunca yapıldı. Dolayısıyla bu günkü siyasal yelpazenin ülkenin bir ucundan diğer ucana gelişmesinin nedenini o gün atılan tohumların yeşermesi ve güç haline dönüşmesi olarak okumak gerekir.
1925’ten 1938’e oradan günümüze kadar Kürtlerin yaşadığı coğrafyada büyük acıların ve katliamların hiç eksik olmadığı zorlu bir tarihi yaşadı. Dolayısıyla yakın tarihimizde yaşanan ve devam eden bu acı tarihlerin duyurulmasında ve anlatılmasında çağın gereklerine uygun teknoloji ve iletişim imkânlarının da kullanılmasıyla siyasal alanın gerekliliği üzerinde görüş birliğine varılmıştır. Kürtler siyaset yoluyla seslerini dünyaya duyuracak ve meşru temsilcileri meclise gönderecekti. O günün koşullarında en “gerçekçi-meşru söylem” buydu ve bu esas alındı. 1999 yerel yönetimlerdeki başarı bu mücadele çizgisinin ortaya çıkarttığı değerler bütününü oluşturmaktadır.
HDP RÜŞTÜNÜ İSPATLADI
Bu anlamıyla HDP gelinen bu aşamada rüştünü ispatladı ve araçsallık vasfını üzerinden söküp attı. Özet olarak; Yerellerde iktidar olma süreci bu dönüşüm ve o dönemde yapılan öngörülerin sonucu elde edilen meşru kazanımlardır.
Yaşanan bu acı tarihle birlikte Kürtler yeniden ayağa kalkmış ve tarihsel rolünü oynamaya devam etmiştir. Kürt siyaseti 1999 yılında yapılan yerel seçimlere HADEP’ ten katılarak bölgede birçok belediyeyi kazanmış ve büyük bir çıkış yapmıştır. Kürtler seçim yoluyla yerelde iktidar olmanın, kentleri yönetmenin fırsatını ilk defa yakalamıştır. Bu mücadele tarihi açısından çok önemli bir eşiktir. Bu çıkış ve başarı Kürt illerinde yeni bir dönemin habercisi ve başlangıcı olmuştur. Yerellerde iktidar olmak Kürtler açısından bir milattır.
Sonraki dönemlerde yerel ve genel seçimlere farklı partilerle girilmiş en son 7 Haziran 2015 tarihinde HDP-Halkların Demokratik Partisi ile genel seçimlere katılmış ve aynı başarıyı elde etmiştir. Dönemsel inişli çıkışlı süreçler olsa da halkın desteğinde bir azalma olmamıştır. Günümüzde halkın siyasi tercihleri bakımından ülkede üçüncü büyük parti olarak kayıtlara geçmiş ve tarihteki yerini bu şekilde almıştır.
Kürt siyasi hareketi 1990’lı yılların başında HEP ile Türkiye’de siyasete başlamış ve her geçen gün kartopu misali büyüyen bir siyasi hareket olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Hükümetlerin tüm baskılarına rağmen bu büyüme bugün de devam etmektedir. 2023 yılının sonuna doğru yaklaştığımız bu günlerde binlerce üyesi, yöneticisi, belediye başkanı, milletvekili düzmece iddianamelerle cezaevinde rehin olarak tutulmakta ama Kürt siyasi hareketine Kürtlerin ve dostlarının verdiği destek artmakta ve her geçen gün zorba yöneticilerin uykusu bu nedenle kaçmaktadır.
Kürtlerin seçim yoluyla yerelde iktidar olabileceğini gören Devlet/Hükümet karanlık dehlizlerde Kürt siyasal hareketin önüne bariyer oluşturmak için yeni oyunları sahneye koymuştur. Bu nedenle seçim sistemlerine baraj vb. gibi engelleyici yöntemlerle Kürt muhalefetini bir kıskaca almaya çalışmışlardır. İktidardaki siyasi partiler tarafından Türkiye’de seçim sistemlerine bu nedenlerle sürekli müdahale yapılarak iktidarların lehine olabilecek şekilde değiştirilmiştir. Bu müdahaleler bugün de devam etmektedir. Müdahalenin asıl nedeni de Kürt seçmenin bir şekliyle devre dışı bırakılması veya bir arada örgütlenmesinin engellenmesi biçiminde gelişmiştir. Lakin Kürt siyasal hareketi bu oyunları boşa çıkartmak için BDP ile 2011 genel seçimlerinde bağımsız adaylar ile seçimlere girmiş ve % 6,58 oy oranıyla 36 milletvekili çıkartmış ve parlamentoya girmeye hak kazanmıştır. 7 Haziran 2015 yılında yapılan seçimlere ise HDP ile katılmaya karar vermiş ve büyük bir başarı sağlayarak 6 milyon oy ve % 13.1 ile 80 milletvekili kazanarak meclise girmiştir.
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin kazandığı bu başarı, rejim ve rejimi temsil eden AKP hükümetini kaygılandırmıştır. Erdoğan kendisini köşke hapsetmiş ve on gün sonra seçimlerin yenilenmesi için karar almış, ülkeyi 1 Kasım 2015 tarihinde seçime götürmüştür. 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 tarihleri arasında ülkede yaşananları ise aydın ve yazarlar “düşük yoğunluklu bir iç savaş” olarak değerlendirmiştir. Akabinde büyük acıların yaşanmasına neden olan olaylar olmuş, AKP iktidarını kaybetmemek için o kanlı dönemi halka yaşatmış ve şehirleri adeta kan gölüne çevirmiştir. Kentlerin içine ağır silahlar sokarak çatışmaların olduğu mahallelerde taş üstünde taş bırakmamış tank ve top atışları günlerce aylarca devam etmiştir. Görüldüğü gibi sistem yani hükümetler kendi egemenliklerini sürdürmek için her düzeyde Kürtlere karşı tiranlaşabileceğini açıkça tüm dünyaya göstermiştir.
Bu açıklamaları şunun için yapıyorum. Hükümeti kaybetmek istemeyen AKP-MHP zorba yönetiminin yapabileceklerini her düzeyde anlamak Kürtleri seçimler yoluyla gerek yerelde ve gerekse de genelde seçilme ihtimallerini ortadan kaldırmak bu zorba yönetim için sahneye koyacağı bir oyun haline dönüşebileceği öngörülebilirdi. Bunun karşılaştırmasını her düzeyde açıkça yapabilmemiz gerekirdi. Çünkü bu hükümetler yerellerde ortaya çıkan bu olanakları Kürtlere bırakmayacağı her ortamda bu zorbalar tarafından dile getiriliyordu.
Yazımızın asıl amacını kısaca “sömürge valileri” süreçlerini irdelemek olarak izah edebiliriz. Tüm bu yaşananlar ve 1990 yılından itibaren bölgede olup biten olaylar birlikte değerlendirildiğinde ve HDP Yerel Yönetimler Kurulu tarafından hazırlanan, kamuoyu ile paylaşılan “sömürge valisi” raporlarının tüm bu yaşanan süreçlere ışık tutup tutmadığına dair değerlendirmeler yazımızda olacaktır. HDP – Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu, Kasım 2016 birinci sömürge valiliği dönemi ve Ağustos 2019 ikinci sömürge valiliği dönemleri olarak iki ayrı rapor hazırlamış ve kamuoyu ile paylaşmıştır. Hem bu raporlara ilişkin hem de genel hatlarıyla 1999-2019 yerel yönetim dönemlerinde seçim süreçlerinde yaşananlara farklı bir perspektiften bakarak değerlendirmek ve halkımız ile paylaşmak istiyoruz.
Her iki raporda yaşanan sorunların dayanakları, kaynaklandığı alanlar yalın bir şekilde tanımlanmış, hükümetlerin ne kadar acımasız olabilecekleri konusunda geniş bir çerçeve çizilmiş ve fail olarak hükümet dolayısıyla AKP-MHP zorbaları gösterilmiştir. Bu tanımlamayı kabul etmekle birlikte, zorba yönetimin iktidarını sürdürmesi için yaptığı manevraları görmemek ülkenin ve halkın bir bütün sürükleneceği girdabı fark etmemek, ülkedeki siyasal partilerin siyasetsizliğinden kaynaklandığını da ifade etmek gerekiyor. Burada Kürt siyasal hareketin yeterli oranda gidişata karşı bir direnç oluşturamamasının nedenleri üzerinde durulacak. Raporda belirtildiği gibi sadece olup bitenlerin altı kalın harflerle çizilmesi sorunu tanımlamak için yeterli olmayacaktır. O aşamaya gelinceye kadar, soruna yaklaşım biçimimizin yetersizliği başta olmak üzere, yaşanan olumsuzluklara karşı bariyer oluşturamadığımızı, hukuki boşluklardan yeterince yararlanamadığımızı açık yüreklilikle belirmek ve bunların neler olduğu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmak istiyoruz.
HDP yerel yönetimler politikasına ve rapora ilişkin neden şimdi değerlendirme gereği duyuldu diye sorulabilir. Tam da HDP’ye kapatma davası açılırken ve HDP’nin İl-İlçe yöneticilerinin büyük bir bölümü, belediye başkanları ve milletvekilleri hakkında açılan davalar ve tutuklanmalar sürerken böylesi bir ortamda bu konunun gündeme getirilmesi ve irdelenmesi HDP’yi Türkiye kamuoyu karşısında zor duruma düşürmez mi diye insanlarımızın aklında farklı çağrışımlara neden olabilir. Lakin biz genel hatlarıyla HDP’nin stratejik anlamda yerel siyasetinin bugüne kadar yapılanları nesnel gerçeklikler bakımından ortaya çıkarttığı emek ve değerler bakımından motivasyonunu takdir etmekle beraber yaşanan tahribatların asıl kaynağının neler olabileceğini irdelemek, böylece sorunların aşılması için yol ve yöntem konusunda ortaklaşmaktır.
HDP fikriyatının Türkiye’nin geleceğinde yerellerde model oluşturarak, genelde politikalarıyla söz ve karar sahibi olabilecek süreçleri yaratmak ve bugüne kadar yürütülen çalışmaların hedefe, amaca, ne kadar yaklaşabildiğini farklı bir perspektiften bakarak değerlendirmek istiyoruz.
HDP hakkında kapatma davası veya kadrolarının cezaevlerine haksız yere atılması konusu bugünün meselesi olmadığını Kürt siyasal hareketin daha doğrusu Kürtlerin mücadele tarihiyle yakın ilişkisinin olduğunu Kürtler ve dostları biliyor. Bu nedenle bu yazıda yaptığımız analizler daha çok eksiklikleri ve hataları görmeye yönelik ön açıcı açıklamalardır. Başka bir tarafa, başka bir mecraya çekilmesi asla düşünülmemiş, aksine bu çalışma HDP’nin güçlenmesine kamuoyu karşısında politikasının halk için olduğunun açık bir göstergesi, dürüst ve şeffaf bir yönetim biçiminin yansıması olarak değerlendirmek istiyoruz. Dolayısıyla bu yaklaşım, HDP’yi ve HDP fikriyatını doğrular, güçlendirir ve zayıflatmaz. HDP eleştirilerden ders çıkartmayı bilir. HDP ülke siyasetinde hem yerellerde hem de genel siyasette kapsayıcı politikasında başarı basamaklarının daha yukarıya doğru çıkartır ve ülkede siyasette belirleyici ve kilit parti olduğunu duruşuyla gösterir.
HDP’yi dar, küçük hesaplar içine sokan kesimler olabilir ama HDP tüm kesimleri kucaklayan yapısıyla her düşünceyi içine almayı ilkesel bir duruş olarak benimsemelidir. HDP koruyucu ilkelerini ve varoluş gerekçesini her ortamda savunmalı, farklı görüşleri bu koruyucu akıl ve ilkeler çerçevesinde hayata geçirmelidir.
Bizim buradaki amacımız, HDP başarı basamaklarında neden yukarıya doğru gidemediğini, yarım asırdır gelen giden tüm hükümetlerin Kürt muhalefetini bu nedenlerden dolayı baskı altına alarak kontrol etmek istediklerinin nedenleri üzerinde durmak ve sorgulamak istiyoruz.
Kanıksanmış korkularımızı yıkma cesareti göstermemiz gerekir HDP üzerindeki bu baskılar her dönemde farklı şekillerde devlet politikası haline geldiği ve kullanıldığı açıkça görülmelidir. Dolayısıyla Kürt siyasetinin bu kapandan ve bu cendereden yaklaşık 30 yıldır bir çıkış yolu bulamadığını ve her dönemde siyaseten politikalarının bu nedenlerden dolayı bir çıkmaza girdiği görülmelidir. 1990 yıllarındaki çıkış ruhu yeniden canlandırılmalıdır. Siyaseti kendi amaçları üzerinden yürütmek ve yol almak geçmişle güçlü bağ kurarak bir çıkış yaratmaktır. Mücadele her alanda muhasebe yapabilme yeteneğidir.
Israrla üzerinde durduğumuz bu çalışma, yeni dönemin stratejik alt yapısını daha sağlam zeminlere oturtmak için, yeni bir bakış açısı sunan ve yeni dönemin ana kolonlarının nelerin üzerine inşa edilmesi gerektiği konusunda kapsayıcı bir değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Farklı açılardan bakmak, eleştirmek, düşmanlık değildir, umutsuzluk yaymak hiç değildir. Kısaca yaşanan sürece uygun politikaların neden oluşturulmadığını belirlemektir.
Devam edecek.
Mustafa Akengin: Diyarbakır doğumlu. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi-İşletme bölümünü mezunu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde değişik kademelerde görev yaptı. HDP’de siyaset yapmakta..
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***