Hasan Kılıç
Türkiye, ikinci yüzyılına biri iki turdan oluşan iki seçimle girdi. Hegemonik iki blokun karşı karşıya geldiği Cumhurbaşkanlığı seçiminde kazanan, her iki blokun ortak payda olarak miras edindiği Türklük, erkeklik, otoriterlik oldu. Özellikle ikinci tur öncesi Kılıçdaroğlu’nun (zaten sağda konumlanmaya özen gösteriyordu) aşırı sağa kayması, kendisi en çok oyu alsa bile ortak paydada bulunan niteliklerin kazanacağına işaret ediyordu.
Parlamento seçimlerinde ise daha çok siyasi partinin dahil olduğu bir meclis aritmetiği oluştu. Hiçbir partinin tek başına yasa yapma yetkisine sahip olmadığı, mutlaka iş birlikleri yapılmasını gerektiren bu aritmetikte, partiler arası diyalog zeminine liberaller tarafından yüklenen “diyalog iyidir” dogmasıyla bakmıyorsak, durumun pek de iç açıcı olduğunu söylemek zor. Çünkü AKP, CHP, MHP, İyi Parti, Deva Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi gibi parlamentoda grup kuran yapıların -farklı ittifaklarda da olsa- politik spektrumda birbirlerine yakın noktalarda konumlandığını ifade etmek gerekir. Bu yapılar piyasa mekanizmasına iman derecesinde bağlılık gösteren ve Türklük-Erkeklik-Sünnilik üçgeni içerisinde olmaktan memnuniyet duyan kadrolara-ideolojilere sahipler. Ayrıca ulus-devlete bağlılık bir diğer ortak paydaları olarak öne çıkıyor. Bu da siyaset ile dogmatizm, özgürlük ile güvenlik, demokrasi ile otokrasi arasında kaldıkları her anda ikincileri seçeceklerine dair gerçeği önümüze çıkarıyor.
ÇAĞ YANGININDA TÜRKİYE
11 Eylül saldırılarından sonra dünyadaki siyaset ve jeopolitik öncelikler, geçerli kavramlar, meşru bağlamlar kapsamlı dönüşüme uğradı. Dünya “ne düşmanı olmayan demokrasi”ye ne de “tarihin sonu”na doğru ilerledi. Savaş, devlet altı birimlere doğru yayıldı. “Terörizm” her türlü emperyal müdahale, iç şiddet ortamı, tahakkümün kapılarını açan maymuncuk anahtarı olarak ortalara saçıldı.
Küresel, bölgesel ve ulusal mezalimlerin temel şifresi değişti. Mekansal düşünüşün odağı tekrar Ortadoğu’ya kaydı. Küresel şiddetin odağı Ortadoğu’ya kaydıkça siyasi hesaplaşmaların mekânı olarak bu bölge daha fazla öne çıktı. Vekalet savaşları, insanlığın yitimiyle at başı pratikler sergiledi.
Şiddetin en şedit halinin anlık olarak tüm dünyada sahnelenmesi, “terörizm” algısının derinleşmesine neden oldu. Öte yandan 2008 kriziyle baş gösteren kırılganlıklar ve güvencesizlikler ile birlikte düşündüğümüzde, solun tarihsel misyonunu oynamamasının da etkisiyle sağ-popülist-otoriter liderlerin dünyayı parsellemesi zor olmadı. Şiddetin en kör hali, güvencesiz yaşamlar, otoriter liderler ve daha birçok negatife işaret eden durumla birlikte tam bir çağ yangınının içindeyiz hissi etrafı kapladı/kaplamaya devam ediyor.
Bu çağ yangınından Türkiye halklarının payına düşeni hepimiz çok iyi biliyoruz. Borçla yaşamak zorunda bırakılma, milyonlarca sosyal yardıma muhtaç insan, otoriterleşme sınırlarını sınayacak bir merkezileşme, etnik-dinsel gerilimlerin artması, aynı tehdit algısıyla hareket eden yasama-yürütme-yargı birliğinin ortaya çıkardığı karanlık tablo…
ÇOK BOYUTLU KRİZLER VE SİYASETSİZLİKLER
İktidarlar öğrenir ve tahakküm stratejilerini biriktirerek ilerler. AKP-MHP ittifakı seçimden sonraya taşan çoklu krizlere karşı seçim süreçlerinde öğrendiği bir stratejiyi devrede tutmaya devam ediyor. Algıları yönetmek, rakipleri nifak siyasetiyle kendi içinde meşgul etmek, dikkatleri dağıtacak çıkışlar yapmak…
Seçim sonuçlarının krizleri çözmediği ve hatta meşruluğunu arttırmadığının farkında olan iktidar, çıplak tahakküm stratejileriyle yoluna devam etmeye çalışıyor. Biriktirdiği sermaye ve medya gücünü bugünlerde seferber ediyor. Her an bir alarmizm, her an bir parlama seviyesiyle hem kendisini hem de toplumu meşgul ediyor. Gürültü o kadar yoğun ki, anlamlı sözleri içinden çekip almak imkânsız hale geliyor. Ve fakat tüm bunlarla yönetmeye devam ediyor, kapasiteyi gerçekleştiriyor. Bunu kabul etmek gerekiyor.
İkinci hegemonik blokun lokomotif gücü CHP ise “minyatür devlet” olma halinden ve konforundan vazgeçmemekte ısrar ediyor. İktidar olmaktan korkma, iktidara doğru giderken geriye çekilme gibi pratiklerini, seçimlerden sonra da “minyatür devlet” içinde iktidarını bırakmama ve değişime kapanma pratikleriyle devam ettiriyor. CHP’nin siyasetsizliğini besleyen bu dağılmışlık ve içe gömülme hali çoklu kriz iklimine dair söz söylemesini, politika üretmesini engelliyor. Halkın gündemiyle CHP’nin gündemi arasındaki mesafeyi arttırarak, örtüşme imkanlarını iptal ediyor.
Türkiye’deki üçüncü hegemonik blokun lokomotifi HDP-Yeşil Sol Parti, seçimden sonra “yeniden yapılanma” sürecine girdi.Bu süreç sonunda Yeşil Sol Parti üzerinden partinin ismi, yönetimi, tüzüğünün değişmesi bekleniyor. HDP-Yeşil Sol Parti, reel-politikte devam eden tartışmalara yetişmeye çalışsa da önce kendi hikayesini yeniden yazma göreviyle karşı karşıya. Fakat bu hikâyenin yazılmasında önünde çeşitli riskler ve sorumluluklar bulunuyor
HDP-YEŞİL SOL PARTİ: RİSKLER
HDP-Yeşil Sol Parti, her ne kadar 2019’dan bu yana yaptığı ittifaklardan dolayı (kimi açılardan haklı) eleştirilerle karşılaşsa da toplumun belli bir kesimiyle yakınlaşmasını sağlayan zemini yakaladı. Her ne kadar oy tercihine yansımasa da HDP-Yeşil Sol Parti’nin siyaset alanı için bir feda momentini işaretleyen “kaybettirme stratejisi” ve seçmeniyle birlikte bu stratejiye mutlak bağlılık göstermesi, birçok açıdan ötede kalan seçmeni etkiledi. Oy emanet edip toplumsal yakınlık kazanmak,
HDP-Yeşil Sol Parti’nin parlamentarizme yüklediği alan mücadelesine uygun sonuçları orta-uzun vadede üretebilir. Reel-politikte ise HDP-Yeşil Sol Parti’nin hegemonik alanını büyütebilmesi önünde çeşitli içsel-dışsal riskler bulunuyor. Risklerin ilki, TİP’le ittifakın etkisiyle ortaya çıkan oy haritasının etnik izdüşümüdür. HDP-Yeşil Sol Parti, TİP’le yaptığı ittifakın oy azalmasına neden olacağını hesaplamış ve rıza göstermiş olabilir. Ki bu, söz konusu siyasi geleneğin ortak mücadelenin güçlenmesi karşılığında seçimlere yüklediği “düşük dozlu” anlama uygun bir feda olarak kabul edilebilir. Ve fakat TİP’le ittifakın, HDP-Yeşil Sol Parti’yi bir Kürt nüfus-oy haritasına sıkıştırması elbette ideolojik bir kayıp olarak kayıtlara geçti.
Şöyle ki, HDP-Yeşil Sol Parti’nin yoğun oy almaya devam ettiği tüm bölgeler Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı ve/ya Kürtlerin oylarıyla tabelanın belirlendiği yerler. Mesela Esenyurt’taki oy değişimiyle Beşiktaş ve Şişli’deki oy değişimi arasındaki farkı, istatistikle açıklayamayız. Bu oy değişim farkı, HDP-Yeşil Sol Parti’nin Kürt seçmen eksenine daralmasına neden olmuş ve ideolojik bir riski ortaya çıkarmıştır. Kimilerinin Türkiyelileşme, kimilerinin ise halkların ortak mücadele geleneği dediği bu ideolojik koordinat, TİP’le ittifakın ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle savrulma riskini ortaya çıkarmıştır. Sayısal hesapların bu gelenek açısından büyük önemi olmadığı bilinse de ortaya çıkan sayısal sonucun, siyasal kayba zemin oluşturması riski önemli bir yerde duruyor. İdeolojik kayma ve iddia kaybının ufukta belirmesi olarak ifade edebileceğimiz bu riski göğüslemek bu gelenek açısından hayati bir gereklilik yaratmış durumda.
Risklerin ikincisi, Kürt coğrafyası özelinde ortaya çıktı. İktidar bloku tarafından desteklenen Hüda Par’ın önce sivil toplum çalışmalarında ve medya propagandalarında önü açıldı. Ardından, milletvekillikleri ile temsil yetkisi verilmiş ve muhtemelen önümüzdeki seçimler yerel yönetimler üzerinden toplumla yakın temas kurması planlanıyor. Bir iktidar temsilcisinin dediği gibi “devlet aklı” devrede. 90’larda devreye giren akıl, alet çantasından farklı araçları çıkarıp sahaya sürerek kendini yenilemiş görünüyor. Sivil toplum çalışmaları, temsil yetkisi, yerel hizmet ilişkileri pencereleri açılarak Hüda Par üzerinden iktidar İslamcılığı örgütlenerek bölgenin siyasal kültürü dönüştürülmek isteniyor. Bu da bölgede hakim kültürel ve siyasal güç olan Kürt siyasi hareketi ve HDP-Yeşil Sol Parti için ciddi bir risk potansiyeli ortaya çıkarıyor.
Risklerin üçüncüsü, CHP’yle iş birliğine alışmış bir yönetici konforu ve tabanda CHP’ye kayma zemininin güçlenmesidir. Diğer iki riske göre daha az belirgin ve daha az stratejik olsa da bu riske karşı HDP-Yeşil Sol Parti’nin örgütlü yapısının söz konusu konfor ihtimaline sürekli ciddiyetle yaklaşarak tabandan tavana doğru bu konforu belirdiği her yerde karar alma süreçlerinden uzaklaştırması gerekiyor. Böylesi bir riskin güçlenmesi 3. Yol siyasetinin de aşınmasına neden olabilir. Ki üçüncü riskin en negatif sonucu kuşkusuz böylesi bir durumun gelişmesidir.
HDP-YEŞİL SOL PARTİ: SORUMLULUKLAR
HDP-Yeşil Sol Parti açısından risklerin politik-stratejik mahiyeti ciddiye alınacak çaptadır. Bu riskleri minimize etmek ve/ya yönetebilmek için bu geleneğin karşı karşıya olduğu ciddi sorumluluklar ve ev ödevleri bulunuyor. Bunların öne çıkan birkaçını başlıklar halinde kısaca ifade etmek gerekirse;
1-HDP-Yeşil Sol Parti, özne-yapı merkezli kurguladığı ve seçim ittifakına dönüşen (ki bunu da başaramayıp ittifak bileşenlerini geriye götüren) Demokrasi İttifakı yaklaşımını terk etme sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bunun yerine demokratik ittifaklar (Demokrasi İttifakı ile demokratik ittifaklar arasındaki fark, kavramsal karmaşanın yansıması değil, siyasal-toplumsal yaklaşım farkının belirtilmesine dayanır) zeminlerini çoğaltma iyi bir çıkış alternatifi olarak görünüyor. Çünkü demokratik ittifaklar, siyaseti toplumsallaştıran eksenin var edilmesi ve bunun üzerinden siyasetin kurulmasına zemin hazırlar. Özne-yapı merkezli tarz-ı siyasetin merkezileştirici etkilerinden korur ve toplumsal sorunları esas alan ittifaklar-iş birlikleriyle toplumun siyasallaşmasına hizmet eder. Demokrasi İttifakı’nda muhatap çeşitli şekillerde kazanmayı önceleyen özne-yapılardır. Demokratik ittifaklarda ise muhatap, direnişi örgütleyen ve zafere götürmek isteyen toplumsal kesimlerdir. Demokrasi İttifakı’nda buluşma yeri masadır. Demokratik ittifaklarda buluşma yeri, sorunun yaktığı yer olan sokaklar, mahallelerdir. Dolayısıyla bu iki kavramsal tamlama arasında sadece ses-söz-kelime farklılıkları değil, hayata bakış açısı farklılığı vardır. Bu yönüyle HDP-Yeşil Sol Parti, merkezi düzeyde yürüttüğü ve sürekli “seçim” üzerinden düşünülmeye mahkûm Demokrasi İttifakı’nı yeniden değerlendirme sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Yine demokratik ittifaklarla siyaseti toplumsallaştırma sorumluluğu özne-yapı merkezli bakış açısından toplum-direniş merkezli bakış açısına geçişi zorunlu kılıyor gibi görünmektedir.
2-Siyaset yapma kapasitesini ortaya çıkaran üç düzlem vardır: İdeoloji, kadro, taban bağlılığı. Eğer pusula ortak yaşam ve demokrasi ise HDP-Yeşil Sol Parti’nin sadece Türkiye’ye değil, dünyaya örnek olabilecek bir ideolojik formasyona sahip olduğu açık. Farklı kimlikleri ortak yaşam tahayyülü ekseninde bir araya getirme ve eş başkanlık sistemini her kademede uygulama gibi iki temel niteliği bile bu geleneği zamanın ötesine taşıyor. Bir diğer düzlem ise tabanın partiye bağlılığıdır. Ki bu konuda hem tabanının bağlılığı hem de politiklik düzeyi her seçim bir kez daha kendisini gösteriyor.
Son düzlem ise kadro sorunu. Gerek 2015 yılından beri süren gözaltı ve tutuklamaların düzeyi gerekse de Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan mutlak tecritle içine girilen ve belirtilerini kurumsal karmaşa olarak gösteren skolastik dönem, kadro düzlemindeki eksiklikleri ortaya çıkarmış, siyaset yapma kapasitesini zayıflatmıştır. Muhtemelen ekim ayında yapılacak kongre ve sonrasında gerçekleştirilecek il-ilçe kongreleri bu eksikliği büyük oranda onarma imkânı sunuyor. Ve fakat kurumsal karmaşanın çözülmesi, bu kurumların iş ve rol koordinasyonlarının net olarak belirlenmesi de gerekiyor.
3-HDP-Yeşil Sol Parti gibi farklı-özgün gündemlere sahip çok bileşenli-ittifaklı yapılar baskı dönemlerinde kendi gündemlerine kapanma, ortak zeminleri kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Nitekim 2015 yılından beri yaşanan da budur. Bu tarihten itibaren bakışımsızlık düzeyi artar şekilde HDP-Yeşil Sol Parti açısından Kürt sorununda arası açık iki açı oluştu. Bu açılardan biri “Kürt sorunundan kaçmak”, diğeri ise “Kürt sorununa kaçmak” şeklinde senkronize düzeyi ilişkisiz olarak gelişti. Öte yandan Kürt sorununu tanımlama, adlandırma ve politikayı bu düzlemlerde yeniden kurma konusunda skolastizm hâkim hale geldi. Irak Kürdistan bölgesi ve Rojava gerçekleri ile Çözüm Sürecinde tanınma-kimliklenme düzeyindeki artış gibi örneklerle ifade edebileceğimiz değişimler, Kürt sorununda yeni perspektiflere, politik taleplere ve ilişki biçimlerine davetiye çıkarıyor. HDP-Yeşil Sol Parti’nin Kürt sorununu tekrar kritize etme ve yeni bir lisanla politikaya transfer etmesinin zamanı çoktan geldi.
4-HDP-Yeşil Sol Parti’yi bu topraklarda biricik hale getiren niteliklerinden biri olan bileşen ve ittifak yapısı, kendisiyle beraber çeşitli handikaplar getiriyor. Parti içinde temsilde adalet duygusunun zarar görmesi, ittifakların seçim eksenine sıkıştırılması başta olmak üzere çeşitli kapsamlarda gelişen tartışmaları ortak mücadele zeminine dönüştürmek, seçim ittifakı zeminini ortadan kaldırmak, ittifak zemini bileşen hukukuna doğru kanalize etmek ve siyaseti etik-politik çerçeveden taşırmamak bugün bu geleneğin, ortak mücadele iddiasıyla ilgili en kritik sorumluluklarından biri olarak öne çıkıyor.
5-HDP, iktidarın propaganda aygıtları üzerinden ciddi anlamda kriminalize edildi. İktidarın etik-politik daire dışına taşan bu politikasının “kendisi açısından” başarılı olduğunu söylemek mümkün. Fakat HDP-Yeşil Sol Parti için ekim ayında yapılacak kongre ve bu kongrede isim ile tüzük değişiklikleri söz konusu kriminalizasyon çemberini en azından zayıflatma şansı sunuyor. İyi bir ideolojik vizyon, sağlam bir politik gramer, siyasal fantezi ile toplumsal gerçeklik arasında uyumu yakalamış bakış açısı gibi temelde yapılacak birkaç dokunuş Türkiye’nin geleceğinden önce bu geleneğin geleceğinde yeni bir pencere açma potansiyeline sahip.
RİSKTEN KORUNMAK VE ÇIKIŞ İMKANI YAKALAMAK
HDP-Yeşil Sol Parti, sadece kendi hikayesini yeniden yazmayacak. Aynı zamanda Türkiye siyasetinin gelecek yıllardaki serencamını da belirleyecek. Çünkü bu yapının hem toplumsal örgütlenmesi hem ideolojik formasyonu hem de Üçüncü Yol olarak formülize ettiği politik koordinatlarının özgünlüğü Türkiye’de yeni olana açılan mevcuttaki tek kapı olarak görünüyor. Bu sebeple, Kürt sorununun geleceği başta olmak üzere Türkiye’nin tarihsel-siyasal sorunlarının gelecekte hangi şekillerde tartışılacağı ve çözüleceğine dair bu geleneğin vereceği kararların etkili olacağını söylemek mümkün. Dolayısıyla karar vericiler açısından en büyük sorumluluk, sadece kendi siyasi geleceklerine karşı değil; Türkiye halklarının geleceğine karşı da gerçeğin farkında olmalarıdır.
Hasan Kılıç: Dr., Siyaset Bilimi. 2023 yılında Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi anabilim dalında “Türkiye’de devlet ve borçla yönetmek, 2002-2020″ başlıklı tezi savunarak doktora derecesini tamamlamıştır.”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***