YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Altmış dokuz yıllık yaşamı boyunca milyonlarca insanın ölümüne sebep olan iki dünya savaşına ve kötülüğün yıllar içinde sıradanlaşmasına tanıklık eden, çağının karanlığına boyun eğmeyip ışığın insanların yaşamlarına sızmasına imkan verecek bir duruş sergileyen Hannah Arendt, “ne yaparsak yapalım dünyanın düzenini değiştiremeyiz” şeklindeki düşünceyi bir sapkınlık olarak görür ve bu düşüncenin yayılmasının yarınlar için olabilecek en tehlikeli şey olduğunu ifade eder. Böyle düşünen insanların kötülükler, haksızlıklar ve acılar karşısında çaresiz olduğuna inanacağını ve yaşadıkları sorunlara karşı kayıtsız kalma veya sorunlar altında boyun eğip ezilme durumlarının söz konusu olacağını ve bunun tam da totaliter sistemlerin amaçlarına uygun düşeceğini söyler.
Arendt, Yahudi olduğu için Naziler tarafından gözaltına alınıp şans eseri 8 gün tutulduktan sonra serbest bırakılan, bu olay sonrasında Almanya’da kalmasının mümkün olmadığını anlayarak önce Paris sonra da Amerika’ya giden dünyaca ünlü siyaset bilimcidir. Paris’e gittiği 1933 yılından 1951 yılında Amerikan vatandaşlığını elde ettiği güne kadar vatansız olarak kalmıştır.
Yaşanan kötülükler karşısında birçok insanın aksine, sorumluluktan kaçıp tepkisizlik içinde gerçeğin reddine sığınmayı kabul etmez. Bunun yerine çaresiz olmadığımızı, düşünerek, sorumluluk alarak ve harekete geçerek başkalarıyla birlikte paylaştığımız dünyayı daha iyi bir yer haline getirmekten sorumlu olduğumuzu hatırlatarak daha iyi bir dünyanın mücadelesini verir.
Arendt totaliter yönetimlerin güçlenmesinin ancak sorumluluk almaktan ve düşünmekten kaçan insanların desteğiyle mümkün olabildiğini düşünür ve bu düşüncesini eski bir Nazi Subayı olan ve İsrail Mahkemelerince yargılanan Adolf Eichmann ile destekler. Arendt sadece “emirlere itaat” ettiği gerekçesiyle işlediği suçların sorumluluğunu almaktan kaçınan Eichmann’ın, sorumluluk almaktan kaçındığı için başkalarını gözeterek düşünmekten de kaçındığını söyler. Son derece sıradan insanlar, “Sadece bana söyleneni yaptım”, “Başka çarem yoktu” gibi ifadelerle gerçekleştirdikleri eylemlerin sonucunda milyonlarca insanın katledilmesi gibi bir kötülüğe sebep olduklarını düşünmemişler, bunun sorumluluğunu hissetmemişlerdir. Dahası, Eichmann’ın yalnız olmadığına, totaliter rejimin destekçilerinin büyük çoğunluğunun Eichmann gibi düşünmekten ve sorumluluktan kaçan sıradan insanlardan oluştuğuna da dikkat çeker. Fakat bu binlerce insana karşın, düşünen ve kötülüğe ortak olmayı reddeden bir azınlık da vardır.
Her kesimden insanın yer aldığı bu azınlık var olduğu müddetçe Arendt daha iyi bir dünyayı ümit edebileceğimizi düşünür.
Hikaye Almanya’da geçiyor olsa da bizim ülkemizde yaşananlara ne kadar da benziyor değil mi? “Sadece bana söyleneni yaptım”, “Başka çarem yoktu” diyen hakimler, savcılar, kolluk görevlileri, cezaevi personeli, kamu görevlileri de sorumluluk almaktan kaçındıkları ve düşünmedikleri için on binlerce insanın mağduriyet yaşamasına neden oldular ve olmaya da devam ediyorlar. Kötülük o kadar sıradanlaştı ki yapan niye yaptığını, mağdur olan niye mağdur olduğunu bilmiyor.
26 EYLÜL KARARI NEDEN ÖNEMLİ?
Mağduriyet yaşayan on binlerce mağdur gibi bizler de düşünen, kötülüğe ortak olmayı reddeden yargıçlar çıkmayacak mı diye neredeyse inlediğimiz bir ortamda ‘iyi bir dünyanın olabileceği’ ümidinin yeşermesini sağlayan haberi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden aldık.
AİHM Büyük Dairesi neredeyse tüm yargılamaları etkileyecek nitelikteki kararını 26 Eylül tarihinde açıklayacağını duyurdu. Heyecanlanmamak mümkün değil. Karar beklendiği gibi çıkarsa, başka türlü olması mümkün değil, on binlerce insanın haksız bir şekilde suçlandığı ve mağdur edildiği en üst yargı organı tarafından tescil edilmiş olacak.
Bu karar hiç şüphesiz mağdurların mağduriyetlerini sonlandırmakla kalmayacak hakimlerin, savcıların sorumluluktan kaçındığı ve düşünmedikleri için bozdukları hukuk sisteminin yeniden düzelmesine de imkan sağlayacak.
Umarım kötülüğün sıradanlaştığı ülkemizde karar sonrasında yeni bir başlangıç yapmak mümkün olur ve herkes elini taşın altına koyar.
Hamlet’in dediği gibi ‘Zaman zıvanadan çıkmış; ne kara talihim varmış ki, bana düşüyor onu düzeltmek’ diyerek daha iyi, adil, özgür bir ülke adına sorumluluk alan, düşünen, harekete geçen, karşı çıkan insanların varlığı sayesinde hiç şüphe yok ki daha iyi bir dünya mümkün olacaktır.
Daha iyi bir dünya için mücadele edenler olduğu müddetçe de umut etmeye devam edebiliriz: ‘Umutsuzluğa yer yok. Eğer kişi elinden geleni yapıyorsa daha iyi günler mutlaka gelecektir’…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***