YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
12 Eylül’ü eleştirelim elbette. Ama ilkeler temelinde eleştirelim. İdeografik bir yöntem kullanarak – sanki 12 Eylül bir sui generis olaydı, yani tekil, biricik, kendi nevi şahsına münhasır sosyal bir hadiseydi, ona benzer hiçbir şey olmadı, geçmişte olmuş bitmiş tarihsel bir olaydı türü bir değerlendirme yapılırsa bu etik olmaz. Etik olmadığı gibi, aynı zamanda mantıklı ve rasyonel de olmaz.
Bugün, içinde bulunduğumuz post-15 Temmuz döneminde, 12 Eylül’den çok daha kapsamlı, geniş kitlelere ulaşan, hukuk ilkelerini daha fütursuzca ihlal eden, kantitatif olarak çok daha yaygın zulümde bulunan bir rejim var. Niceliksel farklılıklar o kadar belirgin ki, bunları görmezden gelmek olanaksız. Eğer birileri bugün 12 Eylül’ü eleştirirken, 12 Eylül’ün aynı, hatta 12 Eylül’den daha ağır zulümler karşısında başını öteki tarafa çeviriyorsa, bu tutum hazindir, acıklıdır, iğrençtir, aşağılıktır.
“12 Eylül’ü eleştirelim, ama 15 Temmuz 2016 sonrası arşı aşan zulmü görmeyelim! Neden? Çünkü bizim sevmediğimiz birileri hedef alınıyor. Sağcılar sağcıları kıyıyor. Dinciler dincileri eziyor. Oh, ne güzel!” Yahu, 12 Eylül’de olanın daha ağırı yaşanıyor! “Olsun, bize ne, nasılsa bizimkiler hedefte değil!”
Bakın, karakterli ve etik olmak gerekiyor. İlkeler doğrultusunda hareket etmek gerekiyor. Doğruyu söylemek, doğrulardan yana olmak gerekiyor.
12 Eylül’ü küçümsemiyorum. Neden olduğu acıları halının altına süpürmekten bahsetmiyorum. “Bu tür şeyler nasılsa sıklıkla oluyor, boş ver”, demiyorum. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye’ye çok büyük ve kalıcı zarar vermiştir. Elbette bu darbenin karşısında yer almak, insan haklarından ve demokrasiden yana olan normal her vatandaşın görevidir. Fakat bunu ancak prensipler temelinde yaparsanız bir anlam ifade eder. Bugün olanlara tepki göstermezseniz, 12 Eylül karşısında aldığınız pozisyonun da bir değeri kalmaz. Tutarlı olmalısınız. İzanlı hareket etmelisiniz. İlkeleriniz ortada olmalı ve herkese, her olaya aynı şekilde uygulanmalı.
O halde gerçeklere bakalım. Rakamlar ortada.
12 Eylül’de dile kolay, 650.000 insan işlemden geçirildi. Terörizm soruşturmasına alındı. Korkunç bir rakamdır ve hangi ülkede olsa, tarih kitaplarına girecek bir zulümdür, haksızlıktır, hukuksuzluktur. İtirazı olan var mı? Kim bu gerçek karşısında susmayı seçebilir? 650 bin terörist olur mu yahu, demeyelim mi? 12 Eylül askeri darbesi budur. Ancak bu gerçeğin yanında, 15 Temmuz 2016 sonrası işlemden geçirilen 2.500.000 insanı koyarsanız, zulmün boyutları küçük dilinizi yutmanıza neden olabilecek kadar dehşetlidir. 12 Eylül askeri darbe zulmünü bile gölgede bırakacak kalibrede bir zulümden bahsediyorum. Ve üstelik bu zulüm bitmiş değil. Halen devam ediyor.
Devam edelim: 12 Eylül sonrası yaklaşık 50.000 kişi tutuklandı. Bu da anomalidir, anormal bir rakamdır. Normal bir ülkede bu tür bir kitlesel tutuklama oranının normal addedilmesi olanaksızdır. Oysa 15 Temmuz 2016 sonrası 116.702 kişi tutuklandı. 12 Eylül’ün iki katından yüksektir bu rakam. Dahası, 12 Eylül 1.683.000 insanı fişlemiştir, ancak bu rakam bile 15 Temmuz sonrası fişlenen 10 milyon insanın yanında küçük kalmaktadır. Çünkü 12 Eylül aile bireylerini – istisnalar haricinde – takibata uğratmadı, ama 15 Temmuz 2016 sonrası kurulan harami hırsız dinci-Avrasyacı ittifakı Sippenhaft (aile boyu takibat) politikasını devreye soktu. 1915 Ermeni Soykırımı esnasında oluşturulan “düşman hukuku” benzeri bir uygulandı ve uygulanmaya devam ediliyor. İnsanlar birinin eşi, oğlu, kızı, kardeşi, babası, annesi oldukları için zulüm gördü, görmeye devam ediyor. Hapishaneye atılanlar, fişlenenler, pasaportu iptal edilenler, işten ya da okuldan atılanlar, toplumdan dışlanan ve intihara sürüklenenler. 15 Temmuz bu uygulamayla zulümde 12 Eylül’e fark attı.
12 Eylül anayasayı iptal etti. Anayasasızlığını itiraf ederek ülkeyi iki sene yönetti generaller. 15 Temmuz sonrası kurulan sivil darbe iktidarı ise son 7 yıldır ülkeyi fiilen anayasasız yönetiyor. Anayasanın ismi var cismi yok! 12 Eylül yargıyı tümüyle kontrolü altına alamadı, hukuka formel olarak da olsa saygı gösteriyor gibi yapmak zorunda kaldı. 12 Eylül’de işinden atılan hakim veya savcı istisnai marjinal rakamlardadır. Oysa 15 Temmuz 2016 sonrası hukuk tümüyle siyasetin köpeği haline getirildi. Yargı erki yürütme erkine bağlandı ve saray talimatlı çalışmaya başladı. Bu süreç aslında 17 Aralık 2013’te başlamıştı. Erdoğan, Ergenekon’la anlaşarak, İslamcı-Avrasyacı ittifakını kurmuştu. Böylece hukuk sopasıyla muhalifleri adam etme stratejisi izlediler. Gülen Cemaati’ni ve Kürt Siyasi Hareketi’ni 28 Şubat mantalitesiyle hedefe aldılar ve ip çekme operasyonunu hukuk üzerinden gerçekleştirdiler. 12 Eylül kurumlara zarar verse de onları bitiremedi. Oysa Erdoğan ve suç ortakları, Türkiye’de devlete dair ne kadar kurumsallık varsa tümünü sıfırladı. Tıpkı aile efradıyla beraber paraları sıfırladığı gibi!
12 Eylül toplam 4891 kamu çalışanını işten attı. Oysa 15 Temmuz sonrası anayasal düzeni fiilen fesheden Erdoğan rejimi 160.000 kamu çalışanını anayasa ve yasalara aykırı olarak bir gecede çıkartılan uydurma ve ucube KHK’larla ihraç etti. Hukuka aykırı değildi yaptıkları sadece, hukuku katletmekti.
Bakın bu rakamlar çok çarpıcıdır.
12 Eylül faşizmi 38 profesörü, 25 doçenti ve 10 yardımcı doçenti üniversitelerinden attı. Toplamda 73 akademisyen. Oysa 15 Temmuz sonrası kurulan rejim, 8.000 akademisyeni ihraç etti. 12 Eylül’den 109 kat fazla! Dahası 12 Eylül hiçbir üniversitenin kapısına kilit vurmadı, ama 15 Temmuz sonrası kurulan Türk-İslam sentezci neo-İttihatçı, neo-Osmanlıcı kleptokrasi, tam 15 üniversiteyi kapattı!
Bunun yanında 48 hastane, 1061 okul, 848 öğrenci yurdu, 155 vakıf, 1595 dernek, 19 sendika, 34 TV kanalı, 6 haber ajansı, 66 gazete, 19 dergi, 38 radyo istasyonu, 30 yayınevi kapatıldı.
982 ve bir bankaya şirkete hukuksuzca el kondu. Boydak, Kaynak, Koza-İpek, Naksan, Aydınlı gibi milyar dolarlık şirketlere çöküldü.
24 vali, 101 vali yardımcısı, 115 kaymakam, 100’den fazla MİT görevlisi görevden alındı.
85 belediyeye kayyum atandı. 89 belediye başkanı tutuklandı. 11 milletvekili hapse atıldı. Bunları “milli irade fetişizmi” yapmakla ünlü İslamcı hırsızlar, Avrasyacı ortaklarıyla beraber yaptı.
Bunların hiçbirini 12 Eylül faşizmi yapamamıştı! Bu faşizmin doğurduğu Türk-İslam sentezi 2.0 sürümü, bu zulmü hayata geçirdi, boynuz kulağı geçmişti!
Bakın 12 Eylül yargıya dokunmaya çekinmişti. Fakat bu rejim, 2956 hâkimi ve 1282 savcıyı anayasayı ihlal ederek görevden aldı! Toplam 4238 hâkim-savcı! Dahası 2 Anayasa Mahkemesi üyesi yargıç, devletin çivisini sökercesine apar topar derdest edilerek hapse tıkıldı! 112 Yargıtay üyesi yüksek yargıç, 43 Danıştay üyesi yüksek yargıç, keza, devletin iskeletini darmadağın etme pahasına görevden alındılar. Bunların olduğu bir yerde yargı olur mu? Mahkeme kalır mı? Bugün olanların başlangıcı, bu olan bitene karşı üç maymunu oynayan sözde vatansever, sözde aydın şahsiyetsizler ordusudur. Ordu demişken, yapabildikleri, sadece suç işleyen bir orduya sahtekârca övgüler düzmektir.
12 Eylül elbette kötüdür, eleştirmek gerekir. Fakat son 7 yıldır her yıl bir 12 Eylül oluyor, fakat bugün 12 Eylül’ü cesurca eleştirenler bu kıyaslamaları yapmıyor. Neden?
Hepimiz nedenini biliyoruz!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***