YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Ah! Eğer bu yıl taşraya taşınmazsam ve ev ve arsa alımı herhangi bir nedenle gerçekleşmezse, sağlığım açısından büyük bir hain rolünü oynuyor olacağım. Bana öyle geliyor ki, eski bir dolap gibi kurumuş ve buruşmuşum ve gelecek sezon Moskova’da yaşamaya devam edip kendimi aşırı karalamalara kaptırırsam, Gilyarovsky o taşra yerine girişimi karşılamak için mükemmel bir şiir okuyacak. Ne oturmak ne ayakta durmak ne de hapşırmak var. Sadece uzanmak var ve daha fazlası yok.” (Anton Çehov- Alexander Smagin’e mektuptan…)
Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1918-1919 yıllarında dünya genelinde meydana gelen en ölümcül salgın İspanyol Gribi’ydi (1918-1919 İnfluenza Pandemisi). Salgın, savaşın sebep olduğu yoğun nüfus hareketleri ve koşulların kötüleşmesiyle birleşerek, dünya nüfusunun üçte birinden fazlasını etkiledi ve yaklaşık 50 ila 100 milyon kişinin ölümüne neden oldu.
Bu rakam 1. Cihan Harbi (17 milyon) ve 2. Cihan Harbi’nde (60 milyon) ölenlerin toplamından fazladır.
Ayrıca, savaş sırasında tifüs, tifo, kolera gibi salgın hastalıklar da askerler ve siviller arasında yaygındı ve ölümlere yol açtı. Bu salgınlar, savaşın zorlu koşulları, hijyen eksikliği ve düşük beslenme gibi faktörlerle bağlantılıydı. Özellikle salgın hastalıklar, açlık ve savaşın doğrudan sonuçları olarak, sivil nüfus üzerinde de ciddi kayıplara yol açtı. Yaklaşık 6 ila 13 milyon sivilin ölümüne neden oldu.
İspanyol Gribi, savaşın son yılında patlak verdi ve tahminlere göre Rus İmparatorluğu’nda 3 ila 5 milyon kişinin hayatına mal olmuştu.
Bunun dışında, savaş sırasında tifüs, tifo, kolera gibi salgın hastalıklar da Rusya’da yaygındı ve ciddi ölümlere yol açmıştı. Rus askerlerinin kamp ve siperlerde, esirlerin ise kamplarda yaşadığı hijyen eksikliği, kötü beslenme ve aşırı kalabalık koşullar, bu hastalıkların yayılmasını hızlandırmıştı.
Ayrıca, savaşın neden olduğu kötü koşullar ve açlık, sivil nüfus arasında da salgın hastalıkların yayılmasına da zemin hazırlamıştı. Özellikle büyük şehirlerde ve esir kamplarında salgınlar hızla yayıldı ve milyonlarca sivilin ve esirin ölümüne neden oldu.
Ve birtakım sonuçları oldu bu salgının…
Savaşın zorlukları ve salgın hastalıkların etkisi, Rusya’nın savaş boyunca büyük kayıplar vermesine ve ülkede ciddi bir insanlık trajedisi yaşanmasına yol açtı. Savaşın sonunda Rusya’nın içinde bulunduğu kaos ve salgın hastalıkların etkisi, 1917’de Rus Devrimi’ne yol açarak tarihi süreçte önemli bir dönüm noktası oluşturdu.
Askeri birliklerde dağıtılan salgın broşüründen…
Araştırmacı Yücel Yanıkdağ’a göre, Türkler, “en düşük dereceli savaş esirleri” olarak Sibirya ve Uzak Doğu’ya götürülmüş ve bu nakliyenin sonunda sadece 1915 kışında Amur askeri bölgesindeki kamplara gönderilen 800 Türk esirden sadece 200’ü gidecekleri yere ulaşmıştı. Geri kalanlar yolda soğuktan ve yoksunluktan ölmüştü.
Verilen ölüm oranı (%75) gerçekten korkunç! İstatistikler Türk savaş esirlerinin %50’ye yakınının Rusya’da öldüğünü gösteriyor.
Türk esirler naklediliyor…
Ancak 1915’in ikinci yarısında, hükümet ekonominin işgücünden yoksun olduğunu anladığında Türklere karşı tutum değişmeye başladı. Türklerin midelerinin dayanamadığı çavdar ekmeği yerine buğday ekmeği verildi. Kıyafetleri yenilendi, doktorlar ortaya çıktı. Ancak o zaman bile, işçi olarak Türklere tüm savaş esirlerinden daha kötü muamele ediliyordu.
İşte durumu anlatan bir telgraf:
Arkhangelsk şehrinin ve Beyaz Deniz su bölgesinin Başkomutanı, Donanma Genelkurmayına 6 Nisan 1917 tarihinde yazıyor ve diyor ki, “Murmansk demiryolunu kurtarmak için, acilen Kem ve Kandalaksha’ya 11.000 mahkum tercihen tanıdık Türkler, toprak işleri ve taş işçisi göndermek gerekiyor. Bu tür çalışmalarda Türklerin diğer savaş esirlerine göre daha yoğun bir şekilde can verdiği açıktır.”
Zindan ve ölüm adası
“Biz haşmetli Rus Çarının ve Rus ordusunun askerlik şerefine güvenerek teslim olmuş Türk esirleriyiz. Nitekim haşmetpenah Padişah efendimizin ve Türk ordusunun askerlik şerefine güvenerek teslim olmuş bulunan Rus askerleri de vardır. Ve onların hayatları müemmendir. Amma biraz önce üç beş Rus subayı bizi kurşuna dizmeye götürüyorlardı, ellerinden zor kurtulduk.”(Binbaşı İbrahim Bey)
Azerbaycan’da Hazar Denizi’ndeki “Cehennem Adası” veya “Yılan Adası” olarak bilinen Nargin (ya da Nargen) Adası (Beyuk-Zira Adası), şehrin on kilometre güneyinde, Bakü Körfezi’nde çok küçük- yaklaşık üç kilometrekarelik- bir ada.
Nargen Adasında Türk esirler!
1719 yılında Rus İmparatoru I. Peter adaya adını Finlandiya Körfezi’ndeki Nargin Adası’na benzediği için vermiş.
Yılanlarıyla ünlü bu ada bir zaman sonra Ruslar tarafından ölüm kampına çevrilmiş. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında önce Çarlık Rusyası, ardından Sovyetler Birliği tarafından adada Türk Müslüman köylerinden esir alınan 10.000’den fazla insanın vahşice işkence gördüğü yıllar sonra ortaya çıkmıştı.
Hikayesi ise şöyle…
Aslında Rus devleti için “kamp” bir şemsiye terimdi ve terminolojik belirsizlik, Rus makamlarının büyük bir savaş esiri akınına hazırlıklı olmadığı ve bu nedenle birçok kararın geçici olarak verildiği gerçeğini yansıtıyor.
Yukarıda bahsini ettiğimiz tifüs salgını dolayısıyla Ruslar acilen tüm yol boyunca “filtreleme kampları” oluşturmaya başlamıştı. En ücra askeri bölgelere Amur ve Irkutsk’a gönderilen Türk savaş esirlerinin kaderi biraz daha iyiydi. Ve eğer memurlar tüm yol boyunca aşağı yukarı rahat koşullarda tutulduysa da, aralarındaki oldukça yüksek ölüm oranlarının da gösterdiği gibi, bu durum alt rütbeler hakkında söylenemez. Daha sonra Türkleri Uzak Doğu’ya gönderme uygulaması fiilen sona erdirildi.
Bu sebeple Kafkas cephesi yakınında bir gözlem noktası oluşturma fikri ortaya çıktı. 27 Ocak 1915’te Rusya Sıhhi ve Tahliye Dairesi Yüksek Başkanı Oldenburg Prensi, Bakü garnizonu başkanı Amiral E.V.’ye bir telgraf çekti.
Klupfel: “Bana Hazar Denizi’ndeki adaları söyler misiniz, burada kalıcı ikamet yerlerinden sürülen veya Türkleri esir alan birkaç bin inatçı Müslüman düzenlemenin uygun olacağı yer.”
Aslında adrese teslim bir talepti bu. Kast edilen yer şüphesiz Nargen Adası idi.
Tutuklanan Türk siviller, Rusya Müslümanları ve İran vatandaşları (etnik Türkler) ve az sayıda Alman ve Avusturyalı mahkum Nargen’de tutuldu. Sayı kısa sürede bine ulaşmıştı.
Prens A.P. Oldenburgsky, Bakü’ye yakınlığı ve nispeten büyük olması nedeniyle ıssız Nargen’e yerleşti.
2500 kişilik 13 kışla-kulübe, 1 hastane kışlası ve 4 mutfak, ahır, depo, dükkan, su pompası ve 4800 kovalık 4 tatlı su deposu hazırlanmıştı. Ancak daha bu tesisler kurulurken bile yaşanan iki büyük fırtına (1 ve 9 Mart) 6 kışlayı uçurdu, birkaç çadırı yok etti ve bir mavnayı parçaladı.
Aslında ada esirleri tutmak için değil, ölüme göndermek için hazırlamıştı. Genellikle zayıf, hasta ve mikrobun bulaştığı esirler buraya öncelikli olarak yollanıyordu.
Adanın mahkum sayısı bir ara 25 bin sınırın aştı.
Esir kampında yemekhane filan yoktu!
Her birinde 125 esirin kalabileceği iki katlı 40 tahta baraka vardı. Toplamda 10.000 esirin kalabileceği bir düzenleme yapılmıştı ama daha sonra bu rakam 2-3 katına kadar çıkacaktı. Barakalar, tahtadan yapılmıştı ve dış etkilere karşı son derece dayanıksızdı. Şiddetli rüzgârlarda camlar kırılmış ve tüm soğuk hava koğuşlara dolmuştu. Soğuğun etkisini kırmak isteyen esirler, camlara kâğıt ve bez parçaları sıkıştırmıştı. Adaya ilk gelenlere içi saman dolu şilteler verilmişti. Yatak, yorgan, yastık vs. yoktu hatta sonradan gelenlere şilte dahi verilmemişti, doğrudan kuru tahta üzerinde yatıyorlardı. Bazı zamanlarda yoğunluktan dolayı barakaların içlerinde yer kalmamıştı. Barakalar arasına çadır kurulmuş ve buralarda kalınmıştı.
Kampın yemekhanesi ve çamaşırhanesi yoktu. Yemekler, mecburen yatılan yerde yenmek zorundaydı. Düzenli ilaçlama olmadığı için kamp şartları sağlık yönünden iyi değildi. Esirlerin kendileri ait çok fazla eşyası yoktu. Yaşanılan alanın sağlık şartları da kötü olunca, esirler arasında bit salgını yaşandı. Yeterli kıyafet olmadığı için var olan eşyaların havalandırılması yolu denenmiş ancak başarılı olunamamıştır. Kızılhaç heyeti, savaşın tarafı olan tüm devletlere ziyaretler gerçekleştirmişti. Rusya’daki esir kampları da bu heyet tarafından ziyaret edilmişti. Ziyaret sırasında kampta kalan Türk esirlerinden Mülazım Ahmet Efendi, kamp şartlarını anlatmış ve kendilerine yapılan kötü muameleyi Kızılhaç heyetine şikayet etmiş ve heyet gittikten sonra, yapmış olduğu şikayet nedeniyle Mülazım Ahmet Efendi, katıksız 40 gün hücre hapsi cezası almıştı.
Çarlık askerleri bu adanın kısa süre sonra patlayacak olan iç savaşın tetikleyicisi olacağından habersizdiler.
Adadaki yaşam şartları insanlık dışıydı. Mesela tuvalet ihtiyacı açık alanda görülüyor, sonra üzeri kar ya da toprakla örtülüyordu.
Rus tarihçi Pakhalyuk enteresan bir ayrıntı aktarıyor.
Amiral Klüpfel, tuvalet meselesinin salgını daha da uzatacağını söyleyip, kanalizasyon talep edince Oldenbursky şu cevabı veriyor:
“Bir kanalizasyon cihazı yerine, bir süngü derinliğinde oluklar kazmak ve her bağırsak hareketinden sonra dışkıyı her dışkılayan kişinin kendisinin yapması gereken toprakla örtmek gerekir.”
Bu ada hakkındaki önemli araştırmalardan biri ise Dr. Betül Arslan’ın “1. Dünya Savaşı’nda Nargin Adası’nda esir Türkler” isimli çalışmasıdır.
Adadaki rezil şartlar binlerce insanın ölmesine sebep olurken Rus propaganda merkezi Nargin Adası’nda mutlu Türkler içerikli bir propaganda videosu hazırladı. Filme göre, esirler yiyor, içiyor, eğleniyordu ve keyifleri yerindeydi!
Sadece bu ada değil, Rusya’nın her noktasındaki savaş esir kampları felaketti. Ölüm oranları korkunçtu.
Daha acı olan ise şuydu. Bir şekilde vefat eden Türk ve Müslüman esir ancak 25 Ruble öderlerse adaya defnediliyordu. Aksi halde denize atılıyordu.
1914-1915 Sarıkamış savaşlarında Anadolu köylerinden üç yaşındaki Türk-Müslüman çocuklar ile 80 yaşına kadar yetişkinlerin zorla rehin alındığına dair belgeler, açlıktan, hastalıktan, zehirli yılan sokması ve akıl hastalığından çeşitli ölümler Rus arşivlerinde yer alıyor.
Bu belgeleri okudukça vaktinde Türk halkının Rus istilasına niye “Moskof Zulmü” dediğini daha iyi anlıyoruz.
Yarın tekrar ana konumuza döneceğiz…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***