YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Birkaç gün önce bazı gazetelerde bir haber yayınlandı. Haber kısaca kamuoyunda İsmailağa Cemaati’nin eski Lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun torununun başkanlığını yaptığı Yavuz Sultan Selim Gençlik Derneği’nin Erasmus+ Gençlik Programı çerçevesinde aldığı 31 bin 455 Avroluk projenin iptal edilip ödenen kısmın geri istendiğini bildiriyordu. Haberin kaynağı olarak da Cumhuriyet Gazetesi gösteriliyordu. Haberi ve detayları okuyup internette kısa bir araştırma yapınca konunun gene Cumhuriyet Gazetesi tarafından “nasıl bu mürtecilere bu parayı verirsiniz” minvalinde 20 Şubat’ta gündeme getirildiği görülüyor. Zaten gazete şimdiki gelişmeyi anlatırken bu haberi daha önce kendilerinin gündeme getirdiğini görselini de vererek özellikle belirtiyor. Konu bazı medya organları tarafından gündeme getirildikten sonra ya da birilerinin iletmesiyle Avrupa Parlamentosunda da gündeme gelmiş ve bu projeye destek verilmesi eleştirilmiş. Hadisenin bu kısmı da ilginç. Avrupalı parlamenterlerin Türkiye’de bir derneğe verilen kıytırık bir paradan haberi nasıl olmuştur acaba sorusunun cevabını siz tahmin edin artık. Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla proje zaten yapılıp bitirilmiş veya önemli bir kısmı bitirilmiş durumda ve verilen para nasıl geri alınabilecek belli değil.
Bu olay bizi niye ilgilendiriyor? Malum çevreler tarafından, Türkiye’de ve Türkiye dışında, tarikatlar ve bir kısım dini gruplar üzerinden, çok defa tekil olayları köpürterek, sistematik bir İslam düşmanlığı ve ayrımcılık yapılıyor. Bu konu yaşadığımız büyük baskı ortamında pek farkedilmiyor ama bu işi de Hizmet’e karşı uygulanan karalama kampanyasını yürüten ekibin laik kanadı yürütüyor, bir kısım derin İslamcılardan da destek alıyorlar. Tarikatların ve dindar kesimin Erdoğan’a desteğinden dolayı dindar muhalifler bu tarz saldırıları önemsenmeyebiliyor, hatta bazen hak verenler bile olabiliyor. Hizmet gönüllülerine yapılan zulümler konusunda bu seküler çevreler farklı bir yerde durmuyorlar, hatta daha şiddetli bir düşmanlık içindeler. Medyada her vesile ile çok ustalıkla ve adım adım işlenerek insanların kafasına İslam’la ilgili her konuda şüpheler yerleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar ve çok utanmazlar ve ilkesizler. Mesela kendileri Avrupa ve ABD merkezli kuruluşlardan büyük paralar alırken (basın özgürlüğüne katkı iyi bir başlık) dindarları ve özellikle Hizmet Hareketini ABD’ye bağlı olmakla rahatlıkla suçlayabiliyorlar. Bu işe bilerek veya bilmeyerek alet olan görünüşte İslamcı medya da var, kerameti kendinden menkul bazı uzmanlarla televizyonlarda ve gazete köşelerinde hükümler kesiyorlar, tarikat ve cemaatlerin ne kadar tehlikeli olduğunu anlata anlata bitiremiyorlar. Bu tarikat veya cemaatlerle ilgili eleştirilerini yaparken de her fırsatta Hizmet Hareketine de gönderme yapmaktan geri kalmıyorlar. Bu öz-uzman aydınlar müesses nizamın sahipleri olarak Hizmet Hareketi gibi onların tapulu malı olan devlete taşradan gelip girmeye çalışanlara asla razı değiller. Şimdilerde sırada başkaları var. Öz-uzman aydınlar terimi Alev Alatlı’ya ait, Viva La Muerte kitabında bu aydınları gayet iyi tasvir eder, umarım kendisi de hala aynı yerdedir, malum zamanla herkes değişebiliyor.
Bu derneğe verilen para aslında büyük bir para değil, açıkçası paranın büyüklüğü de önemli değil. Esas dikkat edilmesi gereken bu tür haberlerin turnusol özelliği. Bu olayla ilgili kim ne demiş, hatta ne dememiş diye bakmakta fayda var. Hizmet Hareketine yakın birisinin bir tweetindeki küçük bir kinayesini bile büyük problem yapan malum İslamcı basın ve Hükümet medyası konuyu hiç görmemişler. Onlar için böyle bir olay olmamış. Haberi nötr olarak veren birkaç haber portalı dışındakiler ise aynı şablonlarla ayrımcılık, ötekileştirme, damgalama, nefret suçuna varan bir dille belli bir inanç grubunu aşağılama yarışındalar. Hemen hepsi “nasıl olur da böyle bir derneğe AB Fonundan destek verilir” ve “nihayet hatalarını anladılar da projeyi iptal ettiler” şeklinde bir yaklaşım göstermişler.
Şimdi konuya soğukkanlı olarak bakalım. AB Fonlarına Türkiye de para veriyor, hatta Türkiye fazla ödeyip az proje alabilen bir ülke. Eğer Türkiye’de birilerine destek verilecekse bunların illaki seküler hayat tarzı yaşayan kişiler mi olması lazım? Farklı kıyafet giymek veya farklı hayat tarzına sahip olmak dışlanmak için bir gerekçe olabilir mi? Ve bu tarz dışlamalar Avrupa değerleri ile bağdaşır mı? Birilerinin torunu olmak bir suç mudur? AB fonlarından sadece malum çevreler mi faydalanabilirler? Bir de konuyu şöyle düşünmek mümkün: Türkiye’de sayıları bayağı kalabalık olduğu iddia edilen bu tarikat mensuplarının Erasmus vesilesi ile Avrupa’ya seyahat etmeleri belki ufuklarına ve dünyaya bakışlarına katkı sağlayacaktır. Yoksa bu ikili yapının hep sürüp gitmesi ve Türkiye’yi İslamcı ve laik belli bir elit kesimin aralarında kavga eder görünerek yönetmeye devam etmesi mi hedefleniyor?
Türkiye’de laikler de İslamcılar da Avrupa ile ilişkiler ve Avrupa değerleri konusunda iki yüzlü bir davranış sergiliyorlar. İşin özünde Cumhuriyet gazetesi de onların temsil ettiği Kemalist düşünce de AB değerlerine karşılar. Avrupa Parlamentosunda bu konudaki itirazları iştahla sayfalarına taşırken Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ve özellikle Hizmet Hareketine karşı yürütülen hukuksuzlukları dillendiren milletvekillerinin beyanlarını ya hiç görmüyorlar veya kınayarak geçiştiriyorlar. Ya bizim anlı şanlı vekillerimiz niçin bu olayı hiç olmamış sayarlar? Oysa Türkiye’deki hukuksuzlukları nasıl da şiddetle savunmuşlardı.
Bana öyle geliyor ki burada amaç esas failleri gözden kaçırmak, daha önce Hizmet’in her şeyi kontrol ettiği imajını pompaladıkları gibi, sanki ülkedeki her şeyi tarikatlar idare ediyor ve her şey onların kontrolünde gibi bir algı oluşturmak. Bu ikili oyunu iktidarla birlikte gayet de güzel oynuyorlar. Hizmet Hareketine uygulanan tenkilin epey yol almasıyla şimdilerde ara ara hedefe konulan üç grup var: İsmailağa Cemaati (ama Cüppeli kolu makbul ve ateş alanının dışında), Menzil Tarikatı ve Süleymancıların bir kısmı. Bu saldırılar belki de onları Reis yanına raptetmek için kontrollü olarak yapılıyor, burasını bilemiyoruz. Şüphe yok ki ülkeyi talan eden iktidarın destekçileri arasında sadece tarikat ve cemaatler yok. İktidarı destekleyen tarikat ve cemaatler de bu değirmene su taşıdıkları için sorumluluğa ortaklar ama aynı zamanda rehinler, bir anlamda mağdurlar. Birilerine olan kızgınlığımız hakikati söylemeye engel değil. Ülkenin geldiği iğrenç durumda laikler en az dindarlar kadar sorumlu, bunu hiç olmazsa biz dillendirelim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***