Bugün hayatta kalan yoldaşlarımla yürüyeceğim. Yoldaş en uygun sıfat sanırım. Beni en iyi onlar anlıyor. Kendimi en az sansürlediğim yer. Yaşadıklarımdan dolayı yaptıklarımı anlatırken suçluluk duymadığım yer. Toplumun hangi kesimiyle konuşsam suçluluk duygusundan, sürekli kendimi savunmak zorunda hissetmekten kurtulamıyorum. Yaşadıklarımdan dolayı suçluluk duymadığım yerde de, anlattıklarımla insanları üzdüğümü farkettiğim için suçluluk duyuyorum. Çoğu zaman insanları teselli ederken buluyorum kendimi. Teselli ararken, teselli etmek zorunda kalıyorum. Hayatta kalanlarla sohbetler öyle değil, kimse acısını paylaşırken, karşısındakini teselli etmek zorunda hissetmiyor. Bizim birbirimizi teselli çabamız, yapabildiğimiz kadar çıplak kalıp yaralarımızı göstermek, acımızı sağaltmak üzerine. Kimse yaptığının ardında açıklamalar, sebepler, savunmalar sıralamak zorunda değil. Çünkü toplumun kutsalları ve ahlakıyla yargılayarak bakmıyoruz birbirimize.
Yürüyüş öncesi tanışma amaçlı Kintsugi Atölyesi gerçekleştirdik. Kintsugi sanatının dayandığı Wabi-sabi felesefesi, çocukluk dönemi cinsel istismarı çalışmak için güçlü bir metafor.* Kırılan seramikler, kırılan parçalarımıza götürüyor bizi. Paramparça olmuş hayatlarımıza.. Tuz buz olmuş, birleştirmenin mümkün olmadığı parçalarımıza götürüyor. Kintsugi; parçalanan seramiği altın tozu ile birleştirerek kırılan yerleri vurgulama çabası.
“Benim tabak dört parçaya ayrıldı. Fazla parçalanmadığı için birleştirmek kolay oldu. Benim kırılmamda o tabak kadardı ve üstesinden gelmeyi başardım.” “Parçaları güzelce birleştirdiğimi düşünürken, fincanım yeniden dağılınca şunu düşündüm; hiçbir zaman eskisi gibi bir bütün olamayacağım. Asıl isteğimin de travmanın hiç gerçekleşmediği zamana dönmek olduğunu farkettim… Bu hiçbir zaman mümkün olmayacak, parçalandın, parçalanmaya devam edeceksin.”
“Benim fincan kırıldığında bütün parçaları birleştiremedim. Bazılarını da kullanmadım. Şunu çağrıştırdı, yok saydım. Büyük birkaç parçayı kullanmadım. Gerekli olanları, ihtiyacım kadarını aldım.
Gerçek hayatta böyle yaşayabiliyor muyum bilmiyorum. Yıllarca yokmuş gibi yaşadım. Çevremdekilerde öyle davrandığı için.” “ Kızıma evde tamir etmek istediğin bir şey var mı dediğinde, aklıma geldi. Ben evde kırılan her şeyi atarım. Kendimi de belki atmak istiyorum, atamadığım onarmak zorunda olduğum için belki kendime öfke duyuyorum?…” Açıyı tutturamadığım için kırılan tabağı eski haline getiremedim.
Her zamanki gibi gelen yardımı da kabul etmedim. Sonra parçaları birleştirmedim ve her parçadan bir mumluk yapmaya karar verdim.” Kimimiz, kırılan seramik tabağın artık seramik tabağı olamayacağını gördü ve seramik bir mumluk yaptı. O artık tabak değil mumluk olarak hayatına devam edebilecekti. Kimimiz parçaları birleştirdiği altın tozuyla bedenini süsledi. Belki bedenindeki parçalanmışlıkları onarmak ve parçalanmayı göstermek için. Altın tozuyla da bu onarma çabasını değerli kılmak… Öfkeliydik. Kırılmış olduğumuz için. Öfkeliydik, onarmanın ne kadar zor olduğunu gördüğümüz, büyük bir sabır gerektirdiğinin farkında olduğumuz için. Öfkeliydik bazı parçaları asla birleştiremeyeceğimizi, bazı parçaların ise kayıp olduğunu gördüğümüz için. Ama vazgeçmedik. Tek teselli ya da iyileştirecek olanda bu belki de bu uğurda harcanan “çaba”.
Yürüyüş parkuruna geldik. Yine Viv’le eşzamanlı olarak yürüyeceğiz. Yürüyüş öncesi Viv’le görüntülü görüşme yapıyoruz. Viv, “gurur duyduğunu” belirtiyor bizimle. Bu sözlerin ardından, yaşadığımız toplumun bizimle gurur duyacağı günlerin özlemi büyüyor. Bu toplumun sesimizi bastırmaya çalışmadığı günlerin özlemiyle yürüyoruz. Çoğu zaman konuşmadan sessiz yürüyoruz. Bir adımın önüne bir adım atmak büyük bir güç istiyor bu yolda…Biz varız ve buradayız! Biz bir tabu değiliz bir gerçekliğiz. Yaşadıklarımız dijital bir gazetede birkaç satıra sığabilecek bir haber değil. İstatistiklerle her şeyin anlatabildiğini sandığınız, sayıların soyut dünyasında ölçebileceğiniz bir şey değiliz biz. Paramparça bir ruh ve bedenle bu hayatın içinde var olmaya çalışıyoruz. Kadınız, erkeğiz, çocuğuz, genciz, anneyiz, babayız. Kuzeniniz, iş arkadaşınız, komşunuzuz… Hayallerimiz var, büyük hayal kırıklıklarımız…
Bütün geçmişimizle, yaralarımızla buradayız. Çırılçıplak buradayız. Ve el ele tutuşuyoruz. Sense sadece gölgemi görebiliyorsun, çünkü şu an sadece gölgemi görmeye tahammül edebiliyorsun. Büyük bir tecrit ve yalnızlık içinde olsa da hayatta kalanlar ve destekçileri de var tabi. Bu dost omuzları olmasa bu yolda yürümek mümkün değil. Profesyonel trekkingci Ersel Ergüz bunlardan biri. 3 günlük yürüyüş boyunca ve yürüyüşün hazırlığı sırasında hiç rahatsız etmeden, incitmeden bir gölge gibi takip etti beni. Parkuru tamamlamam ve güvenliğim konusunda endişesi, hayatım boyunca birinin benim için hiç göstermediği bir endişeydi.
3. gün bana “el veren” ustamda yanımızdaydı. Ustam dediğim, psikoloğum Avşar Ardıç. Usta diyorum, Avşar Ardıç’ın bana göre en özgün yanı, bu topraklarda yaşayan insanı çok iyi tanıyor olması ve bu güçlü yönüyle, alandaki bilgi ve deneyimini terapi sürecine çok iyi birleştirebilmesi. Avşar Ardıç, Anadolulu bir terapist. Terapi süreci de benim için, bir ustanın bir öğrencisine el vermesi gibiydi. 3. gün yoldaşlarımla Restless projesini tamamladım ama onlarla yolculuğumuz bitmedi. Yürüyüşe katılan hayatta kalanların hikayelerinin de içinde yer aldığı, aile içi cinsel istismar mağdurlarıyla yaptığım röportajlardan oluşan yeni kitabım “Uçurum Kenarındaki Salıncaklar” ağustos ayında raflarda. Dilerim bu kitap çocuğun cinsel istismarıyla mücadele konusunda yeni yollar ve yolculuklar için başlangıç olur.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***