YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Safahat/M. Akif Ersoy
Malum adına “Süreç” denen bir şey yaşıyoruz. Bütün uğursuzluğu ile üzerimize çöken kötülükleri ifade için kullanılan bir sözcük, Süreç. Aslında Süreç bizim hayatımız oldu ama sanki bu olumsuzluklar bitecek ve bizim hayatımız eski normale dönecekmiş gibi düşünmeden de edemiyoruz. Bu şekliyle on yıla yaklaştığı için artık hayatın kendisi oldu demek yanlış olmaz. Süreç’e ve bu Süreç’in insanları sürüklediği “kronik yorgunluk” ve “ümit kaybı” üzerine birkaç kelam etmek isterim. Bu hususta söylenecekler elbette bir yazıya sığmaz. Lakin bir tarafından başlayıp kendi kısa fehmimle önemsediğim ve işe yarayacağına kanaat getirdiğim hususları ve etrafımdan aldığım bildirimleri sizlerle paylaşmak isterim. Zira ümitsizlik olabilecek en kötü şeydir ve hepimiz böyle bir durumdan Allah’a sığınmamız gerekir. ”Niçin bu Süreç bizi böyle olumsuz etkiledi, bu Süreç’e ulaşmadan ve ulaştıktan sonra hangi yanlışları yaptık ki bir türlü bu olumsuz atmosferi dağıtamıyoruz” sorularına cevap aramak pratikte daha az faydalı olacağı için öncelikle bu ümit kaybına karşı ne yapmalıyız sorusuna cevap arayacağım. Fırsat olursa diğer hususları da yazmaya çalışırım.
Geçenlerde bir vesileyle aklıma geldi: Bundan kırk yıl önce de, 1980’lerin başında, Türkiye pek parlak bir durumda değildi, bugünkü gibi Hizmet Hareketini doğrudan hedef alan bir devlet kumpası yoktu ama ülke gene bir askeri darbe sonrasını yaşıyordu. Hizmet gönüllülerinin sayısı ise bugünlerle kıyas edilemeyecek kadar azdı. Ancak kimse de ümitsiz veya yorgun değildi. İşin ilginci bu Süreç’te bize ölümüne düşmanlık yapanlar da büyük bir ümitsizlik içindeler. Ülkeden eğitimli ve genç insanların her ne pahasına olursa olsun uzaklaşma gayretleri bunun en önemli göstergesi olmalı. Bize zarar vermeye çalışırken kendi hayatlarını karartan bu güruhu düştükleri bu derbederlikten de bizim çıkarmamız gerekiyor anlaşılan. Önemli bir fark olarak kırk yıl önce bu işe sahip çıkanlar çok daha gençtiler ve bu gençliğin verdiği enerjiyle hareket ediyorlardı. Bu önemli bir fark olsa da tek başına konuyu açıklamıyor. Biraz irdeleyince hayatımızda gençliğimiz dışında da çok şeylerin değiştiğini gördüm. Belki herkeste değil ama birçok kişide bu farkları görmek beni şaşırttı.
Eskiden Hizmet Gönüllüleri sayıca az idi ama herkesin en önemli gündemi bir insana daha ulaşmak, dostluk kurmak, ulaşabildiği her muhtacın kalbine ve kafasına hakikat adına bir şeyler koyabilmekti. İnsanlar bunu hiçbir beklentiyle yapmıyorlardı. Üstad Bediüzzaman’ın harika bir anlatımla izah ettiği gibi herkes en küçük dairede kendisine düşeni yapmak için çırpınıyordu, kendi işiyle ve temsil ettiği değerlerle meşguldu. Siyasilerin, devleti yönetenlerin veya medyadaki birilerinin ne dediği, neyle uğraştığı hiç kimsenin gündemine gelmiyordu. O zamanlar öyle önemli adamlarla da kimsenin işi olmazdı. Ancak mecburiyet olursa bu tarz önemli sayılan kişilerle bir temas söz konusu olabilirdi. Kimsenin siyasetten bir beklentisi olmadığı için o canipten gelmesi umulup gelmeyen bir şey de olmazdı ve bu tarz şeyler moralleri bozmazdı. Okumak isteyip imkanı olmayan bir gence ulaşmak, ona yardım bulmak, kalacak yer temin etmek, varsa kafasındaki sorulara cevap vermek, hangi meslekten ya da hangi pozisyonda olursa olsun bir yeni kişiye ulaşmak herkesin öncelikleri arasındaydı.
Tam yedi yıldır Amerika’da olan ve bu süreçte ailece çok ciddi bedeller ödeyen bir meslektaşımla konuşurken beni adeta yeniden aydınlatan bir cümle söyledi. Bu meslektaşım iki çocuğuyla Amerika’dayken 15 Temmuz oldu ve eşi Türkiye’de daha o gece tutuklandı. Bir daha ailece bir araya gelebilmeleri ancak üç yılda olabildi. Bu süre içinde ikisi de işlerini kaybettiler, kendisi yabancı bir ülkede iki küçük çocukla hayatta kalmaya çalıştı. Eşi de hapisten çıktıktan sonra çok uzun ve zorlu maceralar yaşayarak ailesine kavuşabildi. Sonrasında da yeniden hayatlarını kurmaya çalıştılar. Amerika’da bunun hiç kolay olmadığı malumdur ve üstelik sonrasında da çok ciddi talihsizlikler yaşadılar. İşte bütün bu yıkımlardan sonra hala ümitli olan bu meslektaşım bana “Hocam depresyondan çıkmak ve ümitli olmak için başkalarına yardım etmek lazım” dedi. Evet, eğer asla bitmeyen yorgunluğumuzu bitirmek ve ümitsizlik girdabından çıkmak istiyorsak bir yerden başlamamız, birilerine el uzatmamız ve bir işin ucundan tutmamız lazım.
Bir çoğumuzun muzdarip olduğu bu kronik yorgunluğumuz dinlenmeyle, hareketsizlikle düzelmedi, düzelmeyecek. Miktarı, şekli, sonucu önemli olmadan, inandığımız doğrulara hizmet eden bir eylem içinde olmak bizi hem dinlendirecek, hem de ümitlendirecektir. Yoksa geçmişteki bir kısım yanlışları tekrar tekrar tartışıp hiçbir işin ucundan tutmazsak bu kısır döngüden çıkamayız. Herkes “benim gayretimden ne olur” demeden, bulunduğu yer neresi olursa olsun, bir fal-i hayra girişmek durumundadır. Şartlar neyi gerektiriyorsa ona uygun olarak bu çabalar bizi hayata döndüreceği gibi etrafımızdaki insanlara da ümit verecek ve bu fasit daireyi kırmaya vesile olacaktır. Allah, hiçbir emeği heba etmez, mutlaka her tohumu bir şekilde yeşertir. Kırk yıl önce insanların sonuçlarını düşünmeden giriştikleri hayır işleri nasıl güzel ve bereketli neticeler verdiyse şimdi de benzerlerinin olmaması için bir sebep yok. Bizi yok edeceği sanılan Süreç’i yeniden ve daha güçlü doğuşumuza vesile kılmak bu şekilde pekala mümkün olacaktır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***