YORUM | ALPER ENDER FIRAT
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu diyor ki “Türkiye her an bir erken seçime gidebilir. Biz her koşulda hazırlıklı olmalıyız.” Ülkede tek bir kişide bile heyecan uyandırmayan bu cümle gerçek olsa ve bir ay içinde ülke tekrar erken seçime gitse siyasette değişen bir şey olur mu? Muhalefet bu seçimi kazanabilir mi?
Türkiye’de siyasete inanç neredeyse sıfırlandı ve hiçbir söz artık toplumsal muhalefeti heyecanlandırmıyor. En keskin AKP muhaliflerinin ve aynı zamanda demokrasi taraftarlarının bile muhalefetin ve dolayısıyla siyasetin ülkeyi düze çıkaracağına inançları yok.
14 ve 28 Mayıs seçim gecelerindeki muhalefetin tavrı, toplumda bir seçim kaybetmekten çok daha ağır yaralara, travmalara sebep oldu. Seçim gecesi ortadan kaybolup, tek bir mücadele görüntüsü bile vermeden hemen yenilgiyi kabul eden muhalefet, sadece iktidarı kaybetmedi, toplumun siyasete ve seçimlere olan inancını da ortadan kaldırdı.
Aslında siyaset en çok da muhalefet partileri tarafından infaz edildi. Toplum mühendislerinin istedikleri şey tam olarak bu olmalı.
Ülke için kafa yoran herkes şu soruyu kendine mutlaka soruyordur: “Türkiye siyasetinin, ülkedeki herhangi bir sorun için insiyatif geliştirip, çözüm üretebileceğine inanıyor muyum?” Belki de soruyu şöyle sormak gerekir: “Memleketi ilgilendiren konular hakkında karar verici olan yer siyaset müessesesi midir?”
Kılıçdaroğlu, Saray’ın YSK’sının şaibe dolu seçim sonuçlarını kabul edip uyumaya gittikten birkaç gün sonra seçimi soranlara “Olur, yani hayat devam ediyor. Yani bir nehir gibi akıyor.” diye cevap verip yıllardır rutin olarak yaptığı işlerine geri döndü. Bu tavır Kılıçdaroğlu’nun kendi tavrı mıdır yoksa ona verilen rolü gönüllü ya da mecburi olarak oynuyor mudur?
Zaten onlar için Recep’in iktidarda olmasıyla olmaması arasında pek bir fark yoktu. Çünkü onlar ve tabanları, tutuklanmamış, mallarına çökülmemiş, kanunda suç olmayan eylemlerden dolayı sosyal soykırıma maruz kalmamışlardı. Maddi manevi hayatlarında değişen pek bir şey olmadı. Hatta içlerinde ukde olarak kalan eylemleri AKP iktidarının yapıyor olmasından gayet de mutluydular. Osman Kavala da hapisten çıksa onlar için ülkede herhangi bir sorun kalmayacaktı. Hem Kavala’nın holdingine irtibat iltisak bahane edilerek kayyum bile atanmamıştı.
Bahsettiğim siyasi inisiyatifsizlik sadece muhalefet için değil AKP için de geçerlidir. Bugün farklı bir fikre sahip olan, kendi başına karar alabilen kadrolara sahip bir parti olduğunu söyleyebilir miyiz? Bir kişi haricinde iktidar partisindeki hiç kimse, herhangi bir konuda karar alıcı da fikir sahibi de değildir. Orada iyi, doğru, geçerli olan tek şey Recep Bey’in ağzından çıkacak sözlerdir. Bütün bir parti 24 saat arayla birbirinden taban tabana zıt iki farklı görüşü aynı hararetle savunabilir.
İktidar ve muhalefet partilerinin içinde bulundukları bu durum, aslında siyaset kurumunun cenaze namazıdır.
Siz dış güç olsanız, Türkiye’yi esir etmek isteseniz bundan daha güzel bir sistem bulabilir misiniz? Bütün bir ülke ile uğraşmaktansa tek bir kişiyi yola getirmek çok daha akıllıca ve kolaydır. Hele de o kişinin kullanılabilecek binlerce yumuşak karnı varsa… Mesela kendisinin ve çocuklarının mal varlığını araştırır ve el koyarız tehdidini yaptıktan sonra ikna edemeyecekleri hiçbir şey olmaz.
Turgut Özal, siyaset kurumunu kapalı kapılar ardında yürütülen sadece oligarşik elitlerin karar verdiği bir yer olmaktan çıkarmak için çok büyük çaba göstermiş ve belli ölçüde başarılı da olmuştu. Ülkedeki gizli kast sisteminin en azından bir kısmını yıktı.
Ancak o oligarşi tepeden tırnağa suça bulaşmış Recep T. Erdoğan eliyle kaybettiği bütün mevzileri bir bir geri aldı. Siyasal İslamcı mahalle de, cemaat haset ve kininden nasıl bir uzağa çekildiğinin farkına varmadan kan uykusuna yattı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***