Hayatı boyunca halkın yanında olmuş, güçlünün değil haklının davasını sahiplenmeyi kendisine düstur edinmiş, işsiz kalmış, sürgün edilmiş, defalarca hapse atılmış, tehdit edilmiş ama yılmamış, hayata karşı kaşlarını çatmamış, gülmüş, güldürmüş büyük usta Rıfat Ilgaz belki de hayatının hiçbir döneminde 2 Temmuz Sivas Katliamındaki acıyı yaşamamıştı.
“Yaşamla, ölümün anlamı kalmadı artık, her şey yalama oldu. Asım öldü, Nesimi öldü” yazıyordu. Katliamdan kısa süre sonra, 7 Temmuz’da çok sevdiği dostu Asım Bezirci henüz sonsuzluğa uğurlanmamışken hayata gözlerini yumdu. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz oğlu Aydın Ilgaz “Babam, ‘dünya insanlık tarihinde hiçbir zaman düşünürler, yazarlar, aydınlar bir binaya toplanıp, üzerlerine benzin dökülmedi. Bu bizim ayıbımız’ dedi ve ertesi gün öldü” diyordu.
Rıfat Ilgaz bu topraklarda hiç unutulmayacak büyük bir edebiyatçı. Şiirleriyle, romanlarıyla, oyunlarıyla, yazılarıyla, çocuklara yönelik ürettiği edebi eserleriyle adı hep anılacak. O yüzden ölüm yıl dönümde yazılmış bu yazı “unutmayalım” gayesi taşımıyor. Büyük ustanın unutulma ihtimali hiç yok. Aksine böyle bir dönemde Rıfat Ilgaz’ı anmak ve anlamanın bize iyi geleceğini düşünüyorum. Çünkü Rıfat Ilgaz demek yalnızca edebiyat demek değil; mücadeleyle geçen bir ömür, tarafını ezilenlerden yana seçmek demek.
Birinci Dünya Savaşı koşullarında geçen çocukluk, genç ve yoksul bir ülkede zorlu eğitim koşulları ve İkinci Dünya Savaşı’yla başlayan ve hayatının sonuna kadar peşini bırakmayacak baskı, dava, hapisler ve ona eşlik eden hastalıklarla süren hayatında hiç eksilmeyen umut ve azim…
Hani bizim istediğimiz olmadığında nükseden kırılganlığımız, moral bozukluğumuz “buralardan gitmek istiyorum” hissiyatımız var ya, Rıfat Ilgaz’ın hayatını düşününce ister istemez insanın içine bir mahcubiyet çöküveriyor.
SAVAŞI, İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜNÜ ve GENÇ CUMHURİYETİ GÖRMEK
Rıfat Ilgaz, 1911’de Kastamonu Cide’de doğar. Babası Osmanlı Devleti’nin Cide’deki Duyun-u Umumiye memurudur. Yedi kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelen Ilgaz dünyaya geldikten birkaç yıl sonra Dünya Savaşı patlar. Savaş ülkenin üzerine bütün ağırlığıyla çöker. Savaşa, imparatorluğun yıkılışına, Kurtuluş Savaşına ve yeni cumhuriyetin kuruluşuna bir çocuk olarak şahit olur.
Okumaya meraklıdır, şairlikte, yazarlıkta gözü vardır. Babası aynı fikirde değildir ama oğlunun arkasındadır. Bir mektubunda “Oğlum, ben senin mühendis doktor olmanı düşünüyordum. Sen kalktın şair oldun, yazar oldun. Ne istersen ol, karışmam. Ama neyi iyi yapacağın aklına yatıyorsa, onu yap. İstersen zurnacı ol, ama zurnayı en iyi şekilde çal” diyordur.
Küçük yaşta şiirleri, yazıları Cide’nin yerel gazetelerinde yayınlanmaya başlar. Cide’ye yolu düşen Faruk Nafiz Çamlıbel şiirlerini görür ve genç şairi görmek ister. Şiirlerinin yazılı olduğu defteri okuduktan sonra şu notu yazar: “Kastamonu’dan geçerken tanıdığım genç ve kıymetli Mehmet Rıfat’a takdirlerim ve sevgilerimle.”
Cide, Terme ve Kastamonu’da devam ettiği ilk ve ortaokuldan sonra lise eğitimini yeteneğinin farkında olan öğretmenlerinin aksi ısrarına rağmen yarım bırakmak zorunda kalır. Babası hayatını kaybetmiştir bu yüzden Kastamonu Muallim Mektebi’ne yazılır.
1930’da mezun olur olmaz öğretmenliğe başlar. Bolu, Gerede, Akçakoca ve Gümüşova’da öğretmenlik yapar. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü kazanır ve 1938’de mezun olur. Sakarya’ya tayin olur ama kısa süre sonra, o dönemin tabiri caizse milli hastalığı vereme yakalanır. Bir süre İstanbul Süreyya Paşa Sanatoryumunda tedavi görür. Tedavinin ardından İstanbul’a öğretmen olarak atanır. Karagümrük Ortaokulunda, daha sonra da Nişantaşı Lisesinde Türkçe öğretmenliği yapar. Bu arada üniversitede de felsefe tahsili yapmaktadır.
40 KUŞAĞININ ÖNDE GELEN İSMİ
1940’lı yıllar 2. Dünya Savaşı’nın karanlığının insanlığın üzerine çöktüğü yıllardır. Savaşın ilk yılları antikomünizm doğrultusunda baskının arttığı dönemlerdir. Yoksulluk bütün ülkeyi sarar. Faşizmin insanlığa verdiği zarar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de antifaşist bir anlayışın gelişmesine neden olur.
Rıfat Ilgaz bu yıllarda aydın olmanın temel şartının toplumun sorunlarıyla ilgilenmek olduğunu düşünür. Şiirleri artık biçim değiştirmektedir, Nazım Hikmet bu konudaki başlıca örnektir. Toplumcu gerçekçi şiirlerinden oluşan ilk şiir kitabı Yarenlik 1943’te yayınlanır. Bir yıl sonra 1944’te Sınıf isimli şiir kitabı yayınlanır. “İçtimai düzeni devirmek” suçlamasıyla 6 ay hapse mahkum olur. Bu arada iki buçuk ay kaçak yaşamıştır. 2. Dünya Savaşı’nda faşizmin yenileceği anlaşılınca ülkemizi yönetenler buna uygun tutum almıştı. Sola karşı bir yumuşama mümkün olabilir hissiyle teslim olmuştur. Karartma Geceleri romanı bu dönemin Türkiye’sini anlatır.
Hapisten çıktığında artık öğrenci de öğretmen de değildir. Sağlığı da oldukça bozulmuştur bu kez Heybeliada Sanatoryumu’na yatar. Artık hayatı gazetecilikle, dergicilikle, şiir yazarak geçer. Yazı konusunda on parmağında on marifet olduğundan memleketin bu alandaki en nitelikli ucuz işçilerinden birisidir. Dizgicilik dahil her işi yapar, hayatını kazanmaya çalışır.
Rıfat Ilgaz çocukluk yıllarından itibaren şiir ve düzyazıyı birlikte geliştirir. Ona göre mizah ayrı bir biçim değildir, şiirde de romanda da mizah olabilir. Öğretmenliği edebiyatçılığına çok önemli katkılar yapar. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’le birlikte Marko Paşa adlı mizah dergisini yayımlarlar. Çok okunurlar ama toplumun sorunlarına değinmektedirler bu yüzden dergi kapatılır. Onlara dergi ismi mi yoktur, her kapatıldıklarında yeni bir isim bulurlar: Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa…
Rıfat Ilgaz 40 kuşağı edebiyatçılarının toplumcu gerçekçi en önemli ustalarından biridir. “Gelecek günlere inanıyorduk, çağdaşlarımla birlikte. İnanmasam bunca çileye nasıl göğüs gererdim, bu çürük ciğerle?” der.
Hababam Sınıfı, Ilgaz’ın toplumsal gerçeğimizi mizah yoluyla göz önüne serdiği ölümsüz eseridir. Toplum, eğitim sistemimiz romanda eleştirilir. 1966’da roman yazar tarafından oyunlaştırılır ve önce Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından ve daha sonra da yılında İstanbul Tiyatrosu’nda sahnelenir. Film, tiyatro oyununun hatta romanın kendisinin bile önüne geçtiyse de sahnelendiği dönemde oyun çok önemli başarılara imza atar.
Hababam Sınıfı sinemaya uyarlanmak istendiğinde ilk denemede sansür engeline takılır. Sonrasında Umur Bugay’ın senaryosuyla sansürden geçer ve Ertem Eğilmez tarafından çekilir. Rıfat Ilgaz senaryonun romanının içeriğini boşalttığını, toplum ve sistem eleştirisinden arıtıldığını, sadece eğlencelik bir komediye dönüştürüldüğünü söyler. Usta, mizah konusunda ısrarcıdır ve filme bu yüzden tepki göstermiştir. Mizahın bir politik içeriği vardır ve yerine güldürü, gülmece gibi kavramlar konulmasına itiraz ediyordur. Sansürü aşmanın bu dönem başka bir yolu olabilir miydi bilemiyorum ama Hababam Sınıfı filmlerinin hala yoğun bir ilgiyle izlendiği, hepimizin hayatında izleri olduğu da bir başka gerçek.
Bu arada hepimizin sevdiği Hababam Sınıfı’nı izlemek romanı da bilmek anlamı taşımıyor. Bence roman ve film iki ayrı eser olarak tarihi anlama sahip. Yani okumayanlar romanları okumalı.
Ilgaz’ın şairliğini de büyük bir değer olarak anlamak, anlatmak gerekiyor. Server Tanilli “Nâzım Hikmet’in arkasından, Türkiye’de ‘İnsan Manzaraları’nı Rıfat Ilgaz’dan daha hünerli sürdüren ve zenginleştiren bir başka şair çıkmadı, diyebiliriz.” diye yazmış.
CİDE’YE DÖNÜŞ ve 12 EYLÜL ZULMÜ
1974 yılında yazar artık 63 yaşındadır ve doğduğu, sevdiği topraklara döner. Üretecek, yazacak, insanların, küçük bir ilçenin hayatını değiştirecektir. İlçede Ilgaz’ın öncülüğünde tiyatro oyunları sergilenir. Yerel basına yazılar yazar. İlçedeki emekçilerin bir araya gelmesinde onun çok büyük payı olur. Cide, Ilgaz’ın da büyük katkılarıyla ülkemizin en aydın kasabalarından biridir.
Elbette baskı ve tehditler peşini bırakmaz. Bir gün evinin karşısında eğer evden atılmazsa evin taranacağı yazılır.
Yıldız Karayel’i yazıyordur, 12 Eylül Faşizmi 1981 Mayıs ayında kapısına dayanır. Gözleri bağlanır ve elleri, ayakları zincirlenerek merkeze kadar yürütülür. Et Balık Kurumu’nun eski mezbahası hapishanedir. Hastalığı ispatlanınca sanatoryuma yatırılır. Esasında neden gözaltına alındığı da belli değildir. Serbest bırakıldıktan sonra oğlu Aydın Ilgaz’ın yanına İstanbul’a gelir.
1983’te Rıfat ve Aydın Ilgaz, Çınar Yayınlarını kurarlar. Yayınevi günümüze kadar edebiyat ve çocuk edebiyatı alanında yüzlerce eseri okuyucuyla buluştururlar.
1980’li yılların karanlık ikliminde Rıfat Ilgaz ışık olmaya devam eder. Panellerde, imza günlerinde insanlarla buluşur, anlatmaya devam eder. Sokaktan da ayağını çekmez, üniversitelerde yükselen gençlik hareketinin yanındadır, Beyazıt Meydanı’nda eylemdeki öğrencilerin arasındadır. 93 yılında Nazım Hikmeti anma yürüyüşünde tekerlekli sandalyede ön sıradadır.
RIFAT ILGAZ OKUYALIM, İYİ GELECEK
Rıfat Ilgaz romanlarıyla, şiirleriyle, mizahıyla hala bizimle. O, aynı zamanda çocukların da arkadaşı. Onu okumak hepimize iyi gelecek, okumadıklarımızı okuyalım, okuduklarımızı da tekrar okuyabiliriz.
Ustayla ilgili yazılanları da okumak oldukça faydalı ve keyifli. Asım Bezirci’nin kendisiyle yaptığı nehir söyleşinin de yer aldığı “Rıfat Ilgaz” kitabı ülkemiz tarihi, edebiyat tarihimize dair de önemli bir kaynak.
Yazıyı ustanın en güzel şiirlerinden biriyle bitirmek isterim. Eşitlikten, özgürlükten, barıştan yana olan hiç kimsenin “benden geçti dememesi” dileğiyle…
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***