YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Serisi 60)
Aslında bu konuyu daha önceden okumuş olduğunuz seride iman ve amel münasebeti diyerek ele aldım. Orada yazmış olduğum şeyler burada da aynen geçerli. Öyleyse neden şimdi bir daha gündeme getiriyorum? Farklı bir boyutundan dolayı. O da şu: orada meseleyi gayrimüslimler ve ahiretteki kurtuluş ekseninde değerlendirmiştim, burada ise Müslüman olduğu halde hayat felsefesi ve yaşam düzenini tamamen bu esaslar üzerine kurmayan insanlar üzerinden ele alacağım.
Konu bu olunca bakacağımız ilk yer, gideceğimiz ilk adres hiç şüphesiz Efendimizin (sas) bu kapsam içine girecek davranışlara karşı nasıl tavır aldığı, ümmetine mesaj mahiyetinde neler söylediği ve tabii ki buna bağlı olarak Allah’ın göndermiş olduğu ayetler olmalıdır.
Bir önceki iman ve özgürlük münasebetini ele aldığımız yazıda ifade ettik: Allah kendi yarattığı insana inanma ve inanmama özgürlüğü vermiştir. Bediüzzaman’ın enfes tespitleri ile yapmış olduğu teklifleri ile Allah akla kapı açmış ama ihtiyarını yani tercih hakkını insanın elinden almamıştır. İnsan hiçbir baskı ve zorlama altında olmaksızın tercihlerini yapar, dünyevi ve uhrevi olarak da bu tercihinin bedelini öder, mükafat ve mücazatı ile karşılaşır.
Bu durum inandığı halde inanmış olduğu değerlerin bir kısmını hayatına taşıyan ya da hiçbirisini taşımayan insanlar için de geçerlidir. Bu bağlamda herkesin bildiği “Dinde zorlama yoktur” ayetidir ki bu ayetin nüzul sebebini değişik vesilelerde defalarca yazdığım ve konuştuğum için burada detayı ile ele almayacağım. Sadece şu kadarını söyleyeyim; söz konusu ayet sonradan Müslüman olan anne babaların sahih bir dini inanca sahip olsunlar diye Yahudilerin yanına belli süreliğine gönderdikleri çocuklarının Müslüman olmaları için zorlamaları karşısında inmiştir.
Pekâlâ bu ayetin konumuzla irtibatı nedir? İki vechesi var. Birincisi yukarıda da ifade ettiğim gibi Allah Resulünün (sas) hayatı içinde hiç kimseyi ama hiç kimseyi İslam dinine girmesi için zorlamaması, ikincisi ise inancının gereklerini yerine getirmeyen kişilere de bir zorlamada bulunmamasıdır.
Sözün burasında muhtemel itirazlar adına şunu söyleyeyim; Hz. Peygamber sadece peygamber değildir. Onun aynı zamanda yaşamış olduğu toplumda toplum üyelerinin kabulü üzerine kurulu idari görevleri de vardır. İsterseniz buna siyasi liderlik deyin, ister Medine şehir site devleti başkanlığı deyin, isterse bir kabileler birlikteliğinin eşitler arasında birincilik görevini üstlenen başkanı deyin. Netice değişmez. İşte bu görevini yerine getirme bağlamında Allah Resulünün altına imzasını attığı yaptırım içeren kararları da vardır ama bu kararlar o vasfı itibariyledir. Dini düzlemde, söz gelimi Allah-kul münasebeti kapsamı içerisinde yerini alan amellerde Efendimizin böylesi bir kararını göremezsiniz.
Mesela; namaz, oruç, hac ibadetleri için elinden gelen her türlü tahşidatı yapmıştır Nebiler Serveri. “Kıyamet günü kullun Allah’a hesap vereceği ilk şeyi namazıdır” demiştir söz gelimi. “Hac menasikinizi benden alınız” demiştir. Oruç tutanların Reyyan kapısından cennete gireceğini müjdelemiştir. Ama bu ibadetleri yerine getirmeleri için hiç kimseye zorlamada ve baskıda bulunmamış, yapmayanlara yönelik dünyevi bir ceza öngörmemiştir. Zira böylesi bir zorlama daha önce ifade ettiğimiz gibi sadece ve sadece münafık üretir. Bakın yukarıda “Dinde zorlama yoktur” diye ilk cümlesini verdiğimiz ayetin devamında Yüce Rabbimiz ne diyor: “Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara, 256)
Evet, din bir açıdan bilgi, iman ve amel bütünlüğü içinde ele alınması gerekli olan bir manzumedir. Bilgi temeli üzerine oturan ve amelle desteklenen iman sarsılmaz bir kale hüviyetindedir. Ama bunun için özgür irade olmazsa olmaz temel şarttır. İşte ‘Dinde zorlama yoktur’ ayeti bu hakikati ifade eden önemli bir beyanı İlahidir. Elmalı’lı merhumun bu ayete vermiş olduğu bir diğer anlam daha vardır. O bu ayete “Zorlama dinde yoktur” diye de mana verir ve ardından hem gramer kaideleri hem de İslami değerlerle irtibatlandırarak bu yorumunu temellendirir ki bu büyük müfessire hak vermemek imkansızdır.
Netice itibariyle Allah-kul ilişkisi kapsamına giren ibadetlerle toplumsal hayata bakan ameller ayrı değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Birincisi imanın, ibadetin ve ahlakın konusu olurken ikincisi hukukun konusu olmuştur. İlkinde dünyevi yaptırımlar özgür iradeyi baskılama anlamını taşırken ikincisinde cezai müeyyideler bile toplumsal hayatın gereği olarak kabul edilmiştir.
Burada üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele var; o da bu yaklaşımın Müslüman kimliğini parçalaması ve bunun tabii sonucu olarak toplumsal hayatı kompartımanlara ayırması meselesi. Bu çok önemli bir konu. Hele sekülerleşmenin küreselleşme ile birlikte Müslüman çoğunluklu toplumlarda bile alıp başını gittiği bir zeminde. Şu yazı serisini bir bitirelim. Bu konuyu müstakil olarak belki iki-üç yazı devam edecek şekilde ele alabilirim.
Devam edecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***