YORUM | MAHMUT AKPINAR
Türk demokrasisinin en önemli problemi, demokrasiyi ayakta tutması beklenen partilerin demokratik olmamasıdır. Maalesef Siyasal Partiler Kanunu, partileri demokratik, şeffaf, denetlenebilir ve katılımcı hale getirecek şekilde hazırlanmamıştır.
Hepimizin örnekleriyle bildiği üzere, bir siyasi partiye lider olan kişi ölene kadar orada kalır. Güçlü bir şantaja veya sert bir başarısızlığa maruz kalana kadar koltuğu terk etmez. Eğer kurdukları parti kapatılmışsa yeni bir parti kurup liderlik koltuğunda oturmaya devam etmişlerdir. Bizde liderliği başkasına bırakan veya genç bir yeteneği öne çıkarıp mentorluk yapan yoktur. Mecburiyetten koltuğu terk etmek zorunda kalanlar, yerine emanetçi lider bırakıp partiyi yine yönetmiştir.
Bu durumun biraz da toplumun siyasi partilere bakışıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bizde halk, partiyi değil lideri önemser, programa, hedeflere değil, lidere oy verir. Eğer liderin hitabeti ve ses tonu iyiyse, biraz karizması varsa, halk parti programına, kadroya bakmaz. Zira diğer doğu toplumlarında olduğu gibi bizde de “kurtarıcı” arayışı yaygındır. Siyasal Partiler Kanunu da lider odaklı olunca, liderin mutlak ve katı şekilde kontrol ettiği siyasi partiler ortaya çıkıyor.
Siyasal sistemimizde delegeler lideri seçmekte, koltuğa oturan lider ise parti yönetimini oluşturmakla yetinmeyip delege yapısını da kendine biat edecek şekilde değiştirmektedir. Dolayısıyla bir kez liderlik koltuğuna oturan kişi, olağanüstü bir gelişme olmadıkça koltuktan indirilememektedir. Lider üst üste yenilgiler alsa, partisi gün gün erise, seçmende/toplumda karşılığı kalmasa bile partiyi ve delegeleri kontrol ediyorsa, kimse onu yıkamamaktadır. Sanırım bu konuda en çarpıcı başarı, İsmet İnönü’yü deviren Bülent Ecevit’e aittir.
Milliyetçilerin karizmatik lideri Alparslan Türkeş’in 1997’de vefatı sonrası partide favori lider adayı yoktu. Başbuğun “şımarık”, “dava ideallerinden uzak” çocuğu olarak anılan Tuğrul Türkeş bile ilk kongrede Devlet Bahçeli’den daha yüksek oy almıştı. Zira Devlet Bahçeli MHP’li seçmen tarafından “yetersiz, pısırık” ve MİT’le ilişkileri nedeniyle “şaibeli” bulunuyordu. Muhsin Yazıcıoğlu MHP’den ayrılmasaydı favori aday o olurdu. Ama o dönem Türkeş’le ters düşüp ayrılmış ve BBP’yi kurmuştu. Günün sonunda MHP’de efsane Türkeş’i müteakip “silik”, “yetersiz”, “karizmadan mahrum” Devlet Bahçeli genel başkan oldu. Defalarca başarısızlık yaşamasına, bazı konularda 180 derece dönüşler yapmasına, son zamanlarda bunama alametleri göstermesine rağmen hala koltuğunda ve kimse indiremiyor. Doğu Türkistan’da kıyım oluyor MHP’den gık çıkmıyor. Parti bütün suç şebekeleri ile iç içe. Uyuşturucu ticaretinden mafyatik yapılara kadar her olayın arkasından mutlaka MHP ile irtibatlı birileri çıkıyor. Bir cesur savcı dava açamıyor, gazeteler haber yapamıyor, aydınlar sorgulayamıyor. Ülkü ocakları başkanlığı yapmış Sinan Ateş’in katilinin izleri MHP yönetimine çıktı ama bu bile Bahçeli’yi yıpratamadı, MHP yönetimini sarsamadı. Bahçeli hiçbir şey olmamış gibi olayların üstünü örtüp yola devam etti. Çünkü Türkiye’de bir partiyi ele geçirip delege dengesini lehinize yapılandırdıktan sonra sizi kimse değiştiremiyor. İktidar ortağı iseniz veya hükümet size muhtaçsa yargı da dokunamıyor.
Hiç iktidar olamasa, seçim kazanamasa da bizde lider değiştirmek imkansıza yakındır. Lider iktidarda ise Erdoğan örneğinde gördüğümüz üzere suça bulaşsa, ülkeyi soysa, anayasa ve yasaları dikkate almasa, toplumu bölüp ayrıştırsa da değiştirilemiyor. Yargı suçlara karşı harekete geçerse bu “seçilmiş iktidara darbe” oluyor. Yargıçlar, polis, bürokrasi darmadağın ediliyor. Siyasi parti liderleri muhalefette ise partiyi babasının malı gibi görüyor, asla koltuğu bırakmıyor. İktidar partisinin lideri ise sadece partiyi değil, ülkeyi tapulu arazisi sanıyor, halka marabaları gibi davranıyor.
Peki gerçek demokrasinin, parti içi rekabetin olduğu, devletin kurumlarının, parti kurullarının işlediği ülkelerde bu işler nasıl oluyor?
Buna dair son zamanların en çarpıcı örnekleri İngiltere’den geldi. İngiltere’de iktidardaki Muhafazakâr Parti 7 yılda 5 genel başkan değiştirdi. Dolayısıyla Birleşik Krallık 7 yıl içinde 5 ayrı başbakan tarafından yönetildi. Parti içi demokrasi olduğu ve partinin kurulları işlediği, lidere parti üzerinde tek adam olma yolu açılmadığı için, Başbakan iken, partinin yetkili kurulları takır takır genel başkan değiştirdi. David Cameron bir etik davranış göstererek parti liderliğinden ve başbakanlıktan kendisi çekildi. Ama Theresa May, Boris Johnson ve Liz Truss partinin yetkili kurullarınca ve kendi arkadaşları tarafından koltuktan indirildi. “İktidarız, başbakanlık bizde, problemleri şimdilik yok sayalım, suçları görmezden gelelim” demediler. Theresa May Brexit sürecini yürütemediği, Boris Johnson bizdekiler yanında devede kulak kalacak şaibeler nedeniyle parti liderliğini ve başbakanlığı yitirdi. Liz Truss “beceriksiz ve yetersiz” bulunup iki ayını dolduramadan indirildi. Boris Johnson’u koltuğu kaybetmek de kurtaramadı. “Covid yasaklarını delip başbakanlıkta parti verdi” diye davalarla uğraşıyor. Şaibeli işleri nedeniyle partisinden ihraç edilecekti, kendisi istifa etti.
Türkiye ve İngiltere kıyasında açıkça görmek mümkün ki siyasi partiler demokratikleşmeden ülke demokratikleşemez. Parti içinde demokrasi olmazsa lider güçlü, partiler zayıf olur. Partilerin organları, kurulları işlemez. Parti lideri Devlet Bahçeli gibi her türden defoya, probleme, yetersizliğe sahip olsa, bunama alameti gösterip sürekli saçmalasa da onu değiştiremezsiniz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***