YORUM | MAHMUT AKPINAR
Menzil Şeyhi vefat edince tarikatlar ve cemaatler yeniden ülke gündemine girdi. Devlet ricali destekli geniş katılımlı cenaze merasimi farklı yorumlara neden oldu. Kemalist kesim her zaman olduğu gibi şaşırtmadı. Menzil Cemaati üzerinden dindarların her türüne hakaretler yağdırdılar. “Atatürk Türkiyesinde tarikatların yok edilmesi!” gerektiğine dair yazılar yazdı, paylaşımlar yaptılar. Radikal laikçi urbalarını tekrar giyip yine nefret kustular.
Kemalistler sık sık bu histeri nöbetine kapılırlar. “Cemaatler kapatılmalı! Tarikatlar kapatılmalı! İrtica yuvaları yok edilmeli!” gibi söylemleri Beyaz Türklerin, üsttenci elitlerin ağzından her daim duyarız. İrtica kavramı Erdoğan’ın üretip kullandığı “F.TÖ” kavramına çok benzer. Positivist İttihatçılar ve Kemalist anlayış 1909’dan günümüze sündürmeye müsait, hukuksuz bu kavramı kullandı. Onlar da “İltisak, irtibat, rejime tehdit olma” gibi subjektif suçlamalarla insanları işinden attı, hapse koydu, mağdur etti. “İrtica” fişlemeleri nedeniyle çok kimse mağdur edildi, hukuksuzluğa maruz kaldı. Erdoğan ve ortağı Ergenekon yeni giyotin “F.TÖ”yü icat edene kadar muhaliflere “irtica” üzerinden ayar verilirdi.
Tek Partili yıllarda positivist eğitim yaygın ve mecburi hale gelirken dine dair her şey yasaklandı. Tekke ve zaviyeler kapatıldı, harf inkılabı gerekçe gösterilerek Kur’an öğrenme ve öğretme engellendi. Yeni Cumhuriyet halkın taleplerini dikkate almaksızın sert bir toplum mühendisliğine soyundu. Bugünkü Kemalistlerin hayallerinin çok ötesinde imkan ve güçle tek tip insan üretmeye yöneldiler. Gayrimüslimler ülkeyi terk etmek veya Kemalistlerin modeline uygun şekilde “Türkleşmek” zorunda kaldılar. Zorla değiştirme ve dönüştürme uygulamalarından yeni rejimin ana unsur olarak gördüğü Müslüman Türkler de rahatsızdı. Zira Kemalist rejim Türkleri de bir kalıba sokmak istiyordu.
Yeni rejim İslami özelliklerden arındırılmış, fötr takan, rakı içen, geleneklerini ve kılık kıyafetini değiştirmiş, modernize edilmiş bir Türk tanımı dayatıyordu. 1923-1950 arası yıllarda bugünkü Kemalistlerin “ideal zamanlar” kabul ettiği bir dönem yaşandı. Mustafa Kemal icraatlarıyla tarikatları, cemaatleri kökünden kazıdı. Hayatın her alanından dinin etkilerini silmeye çalıştı. Takrir-i Sükun Kanunu ile rejim muhaliflerini suçlu ilan etti, İstiklal mahkemelerinde dini, siyasi liderleri idam etti. Yetmedi, laik olma iddiasındaki otoriter rejim dinde reform yapmaya soyundu. Ezanı Türkçeleştirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı kurup camileri, imamları seküler devletin bürokratik parçası yaptı. Böylece inanç, ibadet alanını tam denetlemek istedi.
Tavizsiz uygulanan şeylerden birisi de dergahların, tekke ve zaviyelerin kapatılması, dini kisve ve kıyafetlerin giyilmesinin sert şekilde yasaklanmasıydı. Bu dönemde sarık sardığından, şapka giymediğinden dolayı idam edilenler oldu. Mezar taşlarından, tarihi binaların anıtlarından bile Arapça ibareler kazındı. Geçmiş bin yılın dili, edebiyatı, kültürü, müktesebatı yok edildi. Muhalif partiler kapatıldı, sosyal hareketler kanlı şekilde sindirildi. Ama bugünkü Kemalistlerden çok daha kararlı ve güçlü olan dönemin Cumhuriyet elitleri toplumdaki inancı ve dini duyguları yok edemedi. İnsanlar gizli-saklı dinlerini yaşamaya, dinini öğrenmeye devam ettiler. Tek Parti Rejimi hayatın her alanı kontrol etti, lakin onca güce ve baskıya rağmen halkı arzu ettiği şekilde dönüştürmeye muvaffak olamadı. Aksine 1950 ve sonrasında halk bu zihniyeti bütün seçimlerde cezalandırdı. Kemalist zihniyetin kalıplarından çıkamayan, evrensel manada sol olamayan CHP ve Türk Solu asla iktidar olacak çoğunluğa ulaşamadı.
Uygulanan katı toplum mühendisliği, sert tedbirler toplumun bölünmesine ve ayrışmasına sebep oldu. Yoğun endoktrinasyon içeren Kemalist eğitim modeli kısmen Atatürkçü nesil yetiştirdi. Kendisini devletin sahibi, toplumun efendisi gören Kemalistlerin oranı %20-25’e ulaştı. Ne var ki karşılarında din, inanç ve kimliklerinin devlet tarafından yok edildiğini düşünen %65-70’lik muhafazakar, sağ bir kitle oluştu. Kemalistler her ifratın tefritini oluşturması prensibine dayalı olarak radikal, siyasal İslamcı bir kesimi de doğurdu. 28 Şubat’ta Kemalistlerin toplumu değiştirme arzusunun tekrar hortlaması bu defa AKP’yi iktidara taşıdı. Bütün yozlaşmışlığına, hukuksuzluğuna rağmen Erdoğan’ın ayakta durmasının en büyük dayanağı Kemalistlerin kibri ve üsttenci söylemleridir. Ayrıca AKP’nin muhafazakar kitleyi CHP ile korkutmasıdır.
“Tarikatler, cemaatler kapatılmalıdır” sloganı derin bir cehaleti, önyargıyı içinde barındırmaktadır. Biraz tarih okuyanlar Anadolu ve Balkanların her biri birer tarikat lideri veya mensubu olan Yunus Emrelerle, Mevlanalarla, Hacı Bektaşlarla, Somuncu babalarla, Alperenlerle Türkleşip İslamlaştığını bilir. Tarikat ve cemaatlere ontolojik olarak kökten karşı çıkmak Türkiye’nin varoluş hikayesine karşı çıkmaktır. Gururlanarak andığımız büyük Türk-İslam cihangirlerinin neredeyse tamamı bir tasavvuf ekolünden beslenmekte, bir tarikat şeyhinden maneviyat dersi almaktaydı. Bu toplum Tek Parti döneminde yine Süleyman Efendi, Bediüzzaman, Erbilli Esat Efendi gibi maneviyat büyükleriyle inançlarını korudu. Otoriterliğin ve positivist uygulamaların en ağır zamanlarında halk tehditleri göğüsleyip manevi önderler çıkardı. Netice itibariyle 100 yıllık katı Cumhuriyet uygulamaları Kemalistlerin arzu ettiği pür-seküler bir toplum inşasına yetmedi. Aksine tarikat ve cemaatler dönüştürücü katı Kemalist zihniyete karşı toplum için sığınak oldu.
Tarikat ve cemaatler Kemalist zihniyetin nefretinden kendisini nasıl korudu?
Baskı altına alınarak kontrol edilmek istenen her yapı gibi uzunca süre tarikat/cemaat yapıları gizli devam etti. Faaliyetlerini örtülü yürütmek zorunda kaldı. Zira dini sosyal yapılar bir vakıf-dernek kuramıyor, dini eğitim veremiyor, kamu görevinde bulunamıyor, hatta okullarda, sokaklarda tacize maruz kalıyordu. Bu durum onları tedbir refleksi geliştirmeye, yasaları dolanmaya itti. Çünkü denetimler, teftişler legal, şeffaf, hesap verebilir yapılar kurmaya teşvik etmiyor, yok etmeye, kapatmaya odaklanıyordu.
Öte yandan Kemalistlerin tahammülsüz tavrı dindar muhafazakar kesimleri sağ siyasetçilerin, Erdoğan gibi pragmatistlerin kucağına itti. Bu siyasetçiler de onları siyasallaştırdı, yozlaştırdı. Sağ siyasetçilerin etkisinin güçlü olduğu dönemlerde cemaat ve tarikat yapıları oy depoları olarak görüldü, istismar edildi. Liderlere tanınan avantajlarla tarikat kitlesi satın alınmak istendi. Erdoğan döneminde cemaatler, tarikatlar hiç olmadığı kadar politize oldu, asli fonksiyonlarının dışına çıktı. CHP zihniyeti ve katı Kemalistler, erdemli insanlar yetiştirmesi gereken tasavvuf ekollerini sekülerlerin sopası ile pragmatist sağ siyasetin istismarı arasında bıraktı. 28 Şubat’ta tedirgin olan dindarlar Erdoğan’ın ağına düştüler. Erdoğan’a biat eden cemaat-tarikat yapıları holdinglere dönüştü, müthiş paralara hükmediyor. Daha önce adaletsizce dışlanırlarken bu defa Erdoğan’ın ağına takıldılar. Bu hal sadece sekülerleri rahatsız etmiyor. Adalet duygusu ölmemiş, hakkaniyet sahibi dindarları da çok üzüyor. Bu nedenle dindar insanlar dahi “cemaatler-tarikatlar kapatılmalı!” diyebiliyor. Son dönemde iktidar uyudusu cemaat-tarikat yapılarında ayyuka çıkan yozlaşma, kirlenme bizzat kendi çocuklarının deist ve ateist olmasına sebep oluyor.
Peki, AKP sonrası ne olmalı? Cemaatler, tarikatlar böyle mi devam etmeli?
Ne Kemalistlerin dediği gibi bütün cemaat ve tarikat yapıları kapatılmalı, ne de siyasetin istismarına terk edilmeli. Gerçek anlamda laik ve inançlara tarafsız bir devlet yapısında dini gruplarda herhangi bir dernek gibi ele alınır. Ne varlığı kutsanır, ne kökü kazınmaya çalışılır. Bütün demokratik devletlerde olduğu gibi yasalara uymakla yükümlüdürler. Harcamalarının, kararlarının denetlendiği, şeffaf ve hesap verebilir sivil toplum yapıları, sosyal yapılanmalar olarak görülürler. Bir yasadışılık, istismar, tespit edildiğinde ilgili merciler yasaları uygular. Cemaat tarikat mensubu yargıyla, kollukla muhatap olursa adaletle ve eşit muamele göreceğini bilir.
Aslında Kemalistler de bir nevi tarikat. Hem de pek çok dini tarikattan ritüelleri daha katı, lidere bağlılıkları daha radikal. Üstelik kendi tarikatlarına mutlak saygı ve itaat beklentileri var. “Atatürk’ün Türkiye’sinde” diye başlayan ve kendileri gibi olmayanlara hakaret içeren sözler Kemalistleri toplumda en önemli bölen, en büyük ayrıştırıcı yapıyor. Kürtleri yok sayan, dindarı suçlayan, Gayrimüslimi tehdit gören, Araplara söven, göçmene düşman, farklı olanı dışlayan kafayla bir yere varamayız. İlk önce bu kafanın düzelmesi lazım. Türkiye, dini veya seküler oluşumları örgütlenme özgürlüğü, demokratik hak, ifade hürriyeti gördüğü zaman normalleşir. Herkesin kendi tarikatını, sosyal yapısını yüceltip başkalarını gömmeye çalıştığı bir düzende 28 Şubat’la Erdoğan rejimi arasında gelgitler yaşarız. Çoğulcu, katılımcı, demokratik, hukukun üstün olduğu ve devletin inanç alanına nötr kaldığı kamu düzeni hepimize huzurlu ortam sunar.
Menzil Tarikatı şeyhine Allah rahmet eylesin derim. Ama dini, ahlaki, manevi kaygılar taşıması gereken bir tarikatın ülkedeki yolsuzluğa, zulme onay vermesi, dahası talan düzenine ortak olması pek çok kimsede derin inkisara neden oldu. Adaletsiz bir iktidarla bu kadar iç içe olmak, bu kadar politikleşme tasvip edilemez. Tarikatlar ve cemaatler bu topraklarda büyük hayırlara vesile oldu. Umarız siyasetin kirli ağından kendilerini kurtarırlar ve gerçek maneviyat yuvalarına, şeffaf, açık, denetlenebilir yapılara dönüşürler.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***