Etrafında buluşup hep birlikte ağlayacağımız ortak bir kahramanımız yok; kahraman diye bellediklerimizin hepsinin meğer ki iktidardan pay almış, elinde birimizin kanı var. Ortak bir dinimiz, ne de ortak bir imanımız var. Ne ortak yas günlerimiz, ne ortak bayramlarımız; kurbanımız yok, orucumuz yok; mescidimiz yok, okulumuz yok. Ortak bir örgütümüz, bir partimiz; zaten olamaz ama olabilseydi de bir devletimiz yok. Meydanlarımız hiç kalmamış, sokaklarımız yok. Ortak diye bağrımıza bassak yazarımız tacizci çıkıyor; müzisyenimiz kendini erkek bir tanrı sanıyor; ressamlarımız önce birbirinden, sonra herkesten tabana kuvvet kaçmakta; şiirimiz kıyıya vurmuş bir balina. Halayımız, dansımız, düğünümüz yok. Dirimiz, dirimimiz, soluğumuz, kanımız, açlığımız, tokluğumuz yok. Dağlarımız bağ ola, bağlarımız dağ desek ne dağlarımız ortak ne bağlarımız. Üzümümüz, incirimiz, karpuzumuz ve zeytinimiz yok. Kimimiz bozkırdan geliriz, suyumuz yok; kimimiz suya küsmüş, suyun haberi yok. Hepimiz üzüm gibi eziliyoruz ama şarapla sirkenin farkından haberimiz yok. Öyle “yok”larda ortağız ki hep biz ölüp dursak da ortak bir deprembilimcimiz, ortak jeoloğumuz bile yok.
Dili olsun söylesin: Bir Smyrna söylesin, o sussun Adanus söylesin; Amida hep sırasını bekler; olmadı Sangarius söylesin; Hakkiari hiç susmasın, Ararat Viane’ye hayran olsun; Iconium del’olup dağlara düşsün; en son Sinope söylesin! Karesioğulları Menteşoğulları’na düşman; Germiyanoğulları Dulkadiroğulları’ndan bihaber! Saltuklular gelir cuşa, Mengücekliler ağlar; Canik korku içinde, Selçuklu gelir Frenk zırhıyla; korkumuz korkumuzdan korkar; en çok analar ağlar; begimiz bey olmuş, erimiz erkek; törümüz çoktan huma olup konmuş kanlı bir sarayın bahçesine; ortak bir ankamız yok.
Hangi günü seçsen yük birinde kalır; hangi coğrafyayı seçsen birinde. Hakkari dağlarında kesilen Nasturi, hiç savaş görmemiş Çankırı’nın, Çorum’un düzünden toplanıp gelmiş Ermeninin kanı karışırken Kızılırmağa, son Ubıh çoktan Bursa’da toprağa verilmiştir, son Rum asar kendini kilisenin çanlarına; bir Alevi yalvarır erine beni sen vur, beni onlara verme ve komşumuzun bahçesinde yığılır tenceremiz, tavamız; ey sekiz eylülde Pera’da boy veren abiye elbiseler kimden çalındınız? Vallahi gömdürmeyiz bir Ermeniyi toprağa, Karadeniz dağlarında Türk solcunun mezarına beton dökeriz; uçaklar geçer Roboski dağlarından; ah önceden İhamız Sihamız mı vardı? Bir duvar ki köylerimizi yarar ortasından; bir zamanlar razı değildik demir ağlardan; bize yeni bir bayram günü lazım: Koçgiri’den, Zilan’dan!
“Çünkü ölülerimiz toplanacaktır!”
Susuz bir ovanın ortasında, ille de şeker pancarı ekeceğim ektireceğim diye diye yeraltının yerüstünün cümle suyunu çekip devasa obruklar açan Konya ovasının tam ortasında: Alaplı’da hala dörtbin yaşındaki porsuk dururken, Akçakoyun’da içi berber dükkanı bir çınar, Muğla’da Selçuklu’yu gömmüş zeytin; Marmaris Datça yolunda azat edilmiş atlar eşekler, Longoz ormanlarına terk edilmiş aç köpekler dururken, son sedir tutuşmadan, son Alevi, son trans yakılmadan, Gerze’de şezlongsuz denize girilebilirken, son Adıge beklerken gelsin kokusu hala Kafkas dağlarının, son iki Arnavut birbirini vurmadan bize yeni bir bayram günü lazım:
O cehennem çukuru obruğun ortasına çelikten bir Babil kulesi dikmeliyiz; hiçbir ateşte yanmayan ve ağzında, dişlerinin arasında bir ateş, hiç sönmeyen. İzmir’den görüle, Sivas’tan soluna; Diyarbakır zindanlarından dolana, Şakran’da mola vere; Edirne’de utana, Kandıra’da semaha dura! Etrafını yeşile boyamalıyız; karaağaç yeşili, meşe yeşili; biraz ardıç ve bir kayın ormanı; kestane sedire karışsın, kıyıcığında gölgelik ıhlamurlar, çocuklarımız için yolunacak dutlar, erikler, kirazlar; her yıl aynı günde toplanmalıyız etrafına ve içinde devasa bir ateş yakmalıyız; hiçbirimizin kaçınamadığı ortak suçumuzu atmaya; belki giysilerimiz, belki tavamız, belki bir altın para, belki eski bir madalyon, solgun bir fotoğraf; kim neyi çaldıysa kimden; kendimizin sandığımız ruhlarımız hariç değil. Evlat edip kurtardığımız çocukların ayaklarını yıkamalıyız o ateşin kıyısında; erkekler kadınların esvabına bürünmeli, cümle kadın bir trans gibi görünmeli, gayimiz erkek olmalı bir günlüğüne, erkeğimiz gay. Ayşe Şan’ın Şakiro’nun etrafında ağlayan Çerkesler; sirtakiye kalkmış Alevi, semaha durmuş Ezidi, melek tavus dolanmalı Kürdün bahçesinde gökkuşağı kanatlarıyla. Kim neyi varsa alıp gelmeli: Zurnası, duduğu, garmonu, bağlaması, divan sazı, kemanesi, kemençesi, curası, tamburu; tüteği, klarneti, pşınesi, pandurisi, çunirisi; Koçgirinin ağıtçıları can baş üstüne; her dilden her dinden her lalden her halden bir yas bayramımız olmalı; hiçbir devletin devletlunun davetli olmadığı!
Çünkü ancak ölülerimiz birleştirebilir bizi; hala ölülerimiz çalınıp çırpılmadan; hala ölülerimiz bizim olduğundan bayram olmalı o gün, yas bayramı. De ki Muharrem’in onuncu gün, koyunu verdik kurda ama kuzu hala bizim ve hiç kimse “ürkütemez” bir kuzunun “güzelliğini”! De ki 21 Aralık olmalı o gün. Gündüzün artık geceye doğru yürüdüğü; harmanlar kaldıysa kalkmış olsun, üzüm şaraba dönmüş çoktan, kavunlar kışlığa ayrılmış, ekranlar gözümüzü yormuş, sandalyeler mabadımızı, ayağımız soğuk görsün, yüzümüz çatlasın ovanın soğuğundan, çocuklarımızla karda yuvarlanırken; ağlasın bazıları üşümüş, burnu kızarmış, elleri buz; olsun, varsın olsun, o gün hepimiz ağlıyoruz; Metin Altıok söyler ağlarız, Nesimi’nin ateş içinde buza kesmiş bıyıklarından öper ağlarız; Zeki Tekiner’in yana kaymış kravatı, Doğan Öz’ün ince keskin dudaklarına bakarken söz Bedreddin Cömert’ten gelir, “Ağlasun Ağlasun ay şafağı”, ey Sagalasos bilir misin Kuzguncukta bir ışığa uçup duran Amedli kelebeği? Hepimiz ağlıyoruz; bir gün, yalnızca bir gün hep beraber ağlayalım;
bize yeni bir bayram lazım: Ezilenlerin Yas Bayramı!
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***