Düşünceni söylemenin suç olduğu bu coğrafyada, darbelerle sekteye uğratılan eksik demokrasisiyle, yazarına, müzisyenine, şairine sopa kaldıran, her an ölümü ensende hissettiren, sadece kitapları değil, ozanını, aydınını yakan vahşet çağını gördük.
Çiğdem Erken’in müzik direktörlüğünü yaptığı, Behçet Aysan’ın şiirlerinden bestelenen şarkıların yer aldığı ‘Yanık Ağıt’ adlı albüm, Sivas katliamının 30. yılında Ada Müzik’ten çıktı.
“Müzik gökyüzünü oyar” demiş Baudelaire bir dizesinde. Şair, yazar, aynı zamanda Behçet Aysan’ın da kızı olan Eren Aysan, albümün kartonetinde Baudelaire’den bu dizeyi alıntılayarak müzik ve şiir arasındaki bağa değinmiş. Müziğin büyüleyici gücü, şiirin, sözün yarattığı anlamla birleştiğinde bu birliktelikten sarsıcı, büyük bir ses düşüyor evrene. Çünkü “ses ve söz içerden gelir. Ritim de öyle. “Yanık Ağıt”, tam da bu birleşmenin, yaratıcılığın, içeriden gelenin dışarıya doğru yayılması olarak okunabilir.
Albümde on altı şiir, on altı şarkı var. Farklı tarzlarda müzik yapan birçok müzisyen bu albümde bir araya geliyor: Çiğdem Erken, Zuhal Olcay, Güvenç Dağüstün-Ece Dağıstan, Tuna Kiremitçi-Burcu Tatlıses, Doğan Duru, Vedat Sakman, Umut Özensoy, Dilek Türkan, Deniz Çakır, Selva Erdener, Selçuk Sami Çingi, Mirady, Zeynep Karababa-Erdal Erzincan, Mazlum Çimen ve Bajar, Behçet Aysan şiirlerini yorumluyor Yanık Ağıt’ta. Onlar, bu çalışmayla müzik tarihine önemli bir not düşüyorlar.
Sese, söze müdahale edenlere, yakıp yıkanlara, öldürenlere karşı; sesin de sözün de yok edilemeyeceğini açık ve net bir şekilde ifade ediyorlar. Bu ortak çalışmanın diğer bir önemi, Türkiye’nin müzik tarihindeki sesleri, melodileri, tavırları, tarzları bir albümde buluşturması. Farklı tarzlar, farklı sesler yan yana gelse de ortak bir anlayışın izlerini buluyorsunuz “Yanık Ağıt”ta: Müzikal hafızayla, acının hafızasının buluşması.
Müzikal hafızadan ayrıca söz etmek gerek. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türk müziğinin evrensel boyuta ulaşması için yapılan çalışmalarda yer alan, klasik müzik tarihinde ‘Türk Beşleri’ diye anılan beş bestecinin yarattığı hissiyatı bu albümdeki bazı bestelerde hissetmek mümkün.
Mesela, Güvenç Dağüstün’ün söylediği, piyanoda Ece Dağıstanlı’nın yorumu, bestede Fazıl Say’ın imzasının olduğu ‘Rüzgar Rüzgarla Konuşur’ şarkısında bu bağ gözetilmiş gibi duruyor.
Bu beste, 2017 yılında çıkan Fazıl Say Güz Şarkıları albümünde de yer alıyordu. Fazıl Say’ın kendine has üslubunu, karakterini, birikimini yansıttığı ‘Rüzgar Rüzgarla Konuşur’ adlı bestesi, çok içeriden anlatıyor meselesini. Hem şiirin hem de bestenin ifade ettiği yerden, “süngülerin ne aşkı ne düşleri yasaklayamayacağı” yerden sesleniyor bize.
Süngü ve yasak, aşk ve düş bu şiirinin ana ekseni. Her türlü baskının, zorbalığın, yok etme çabasının karşısına yaşamı ve dirimi koyuyor Behçet Aysan. Öyle değil midir zaten, aşk ve düş birleşince duvarlar yıkılır, “güvercinler ayaklanır”. Hem aşkın hem de düşüncenin özgürlüğüdür güvercinlerin ayaklanması, rüzgarın rüzgarla konuşmasıdır.
Yine müziği Fazıl Say’a ait olan ‘Bir Bahar Dalıyla’ bestesinde yer alan sözlerde, Behçet Aysan sevdayı ayrılıkla, çocuklukla, büyümekle ilişkilendiriyor. Baba çocuk arasındaki sevgiyi merkezine alıyor. Şair öznenin dünyayı, yaşamı deneyimlemesi ile; henüz yaşamı yeterince tanımamış olan çocuğunun dünyayı koca bir oyuncak dükkanı sanması arasındaki ilişkiye değiniyor.
Şairin “ve masaldaki kaf dağında o” demesi, hem henüz farkındalık oluşturamamış olan o çocuğun saf dünyasını işaret ediyor, hem de şair öznenin yaşadığı ayrılığı, kavuşamamanın onda yarattığı acıyı imliyor. Çocuk imgesi aynı zamanda şairin kendi çocukluğuna gönderme olarak da okunabilir. Çocukluktaki ben’le şimdiki ben’in karşılaştırmasına, kaybetme korkusu, ayrılık, keder ve ölüm duygusunun da eşlik ettiğini duyumsuyorsunuz.
“Yelesi gümüşten/ sevdası süt beyaz/ terkisinde ölüm” dizelerindeki “süt beyaz” vurgusu, sevginin bir annenin sütü kadar katıksız olduğunun ifadesi olarak yansıyor şiire. “Ölümün terkisinde olması” ise, insanın ölümlülüğüne vurgu olduğu kadar, politik olarak, bir şairin herkesten daha fazla ölüme yakın olduğunu sezdiriyor. “Bir Bahar Dalıyla” bestesi, Fazıl Say’ın Oda Operası’nda verdiği bir konser kaydı olarak albümde yer alıyor. Bu besteyi lirik sopranoda Nihan İnan, koloratur sopranoda Dilruba Bilgi, mezzo sopranoda Sena Demircioğlu yorumluyor.
YAZMADAN EDEMEDİM
Albüme adını veren, Çiğdem Erken’in bestelediği, Cem Tuncer’in düzenlediği ‘Yanık Ağıt’ın müzikal zenginliği çok etkileyici. Şarkıyı, İstanbul Strings’in çaldığı yaylıları çok sevdim. Ediz Hafız’ın davulu, trompetteki Barış Doğukan Yazıcı, piyanodaki Ercüment Orkut, flütteki Serdar Tarçın, bas gitardaki Eser Ünsalan şarkıya çok şey katıyor. Çiğdem Erken usta bir müzisyen. Son derece soft dokunuşlarla duyurduğu caz ritimleriyle, klasik müzik unsurlarıyla, buraya dair nota yürüyüşleriyle, belki Anadolu füzyonu diyebileceğimiz tavırla, Behçet Aysan’ın şiirinin anlamını çoğaltıyor, büyütüyor.
Albümün en ilginç şarkılarından biri, Selçuk Sami Çingi’nin söylediği ve düzenlemesini yaptığı ‘Çini’. Bu şarkıyı farklı kılan, yeni kuşak bestecilerden, operet, bale, orkestra müzikleri alanında önemli eserler veren Turgay Erdener’in rock tarzında bir müzik yazması.
Agresif gitar sololarının yanı sıra, davulların hızıyla beraber senfonik bir tat da bulmak mümkün ‘Çini’de. Bu müzik, şiirin parlak ve yumuşak bir dokunuştan, donuk ama sert bir dokunuşa geçmesi, şiirin içerdiği duygu durumunu yansıtması açısından da önemli.
“Gezinirdim kadife çiçekli teninin/ enleminde, boylamında yoksul ülkemin” dizeleri buna örnek olarak gösterilebilir. Enleminden boylamına karış karış gezilen yoksul ülkenin teninin kadife çiçekli olması, yoksullukla kadife çiçekli tenin karşıtlığı, ayrıca dizelerdeki toplumsal itirazın yoğunluğu, metinsel anlamda da yumuşak bir söylemden sert dokunuşlara geçmenin göstergesi olarak ele alınabilir. Müziğin, şiirin duygusuyla örtüşmesi bu.
Yine Mazlum Çimen’in besteleyip söylediği ‘Dışarıda Kar’, Mirady’nin besteleyip yorumladığı “Dağılan Gül” ile Selva Erdener-İbrahim Yazıcı’nın “Yazmadan Edemedim” adlı parçası, albümde melodik yapısı, yorumu, düzenlemesiyle ilginç bulduğum şarkılardan. Aslında albüme katkıda bulunan müzisyenler, besteleriyle, yorumlarıyla, yarattıkları duyguyla sadece bir şairin şiirdeki yolculuğuna, duygularına eşlik etmemize değil, aynı zamanda kendi müzikal yolculuklarını görmemize de olanak sağlıyorlar.
Bu anlamda, albümün iki önemli ayağı olduğunu söylemek gerek. Hem müzisyenin hem de şairin estetik anlayışını, birikimini, duygusunu sesle ve sözle yarattığı dünyayı, hem müzikte hem de şiirde oluşturdukları poetikayı görmek açısından son derece önemli bir çalışma “Yanık Ağıt”. İşin özü “Yanık Ağıt”, albümde yer alan tüm müzisyenlerin yüreklerini, seslerini koydukları bir çalışma olmuş. “Yanık Ağıt”la müzisyenler bir yanıyla acının, kederin anatomisini melodiye döküyor.
Albüm için seçilen şiirler ağırlıklı olarak aşk şiirlerinden oluşsa da, şairin bilinçaltından süzülen kaybetme ve ölüm duygusu aşka eşlik ediyor. Bu duygunun toplumsal olduğu kadar politik arka planı da var. Nasıl olmasın ki? Düşünceni söylemenin suç olduğu bu coğrafyada, darbelerle sürekli sekteye uğratılan eksik demokrasisiyle, aydınına, yazarına, müzisyenine, şairine sopa kaldıran, her an ölümü ensende hissettiren, sadece kitapları değil, ozanını, yazarını, aydınını, şairini yakan vahşet çağını gördük.
İkisi otel görevlisi olmak üzere otuz beş kişi 2 Temmuz 1993’de Sivas’ta, Madımak Oteli’nde yakılarak öldürüldü. Şair Behçet Aysan öldürüldü. Metin Altıok öldürüldü. Uğur Kaynar öldürüldü. Hasret Gültekin öldürüldü. Nesimi Çimen öldürüldü. Asaf Koçak öldürüldü. Asım Bezirci öldürüldü… Hepimiz öldürüldük.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***