HABER MERKEZİ – Aram Yayınevi, inceleme, öykü ve roman kategorisinde üçü Kürtçe 9 yeni kitabı okuyucuyla buluşturdu.
Aram Yayınevi’nden üçü Kürtçe 9 yeni kitap çıktı. Yayınevi, Kamran Simo Hedilî’nin “Qolincên Nûjiyanê (Gulhez û Berxikê Yadê)”, Muhsin Köylüoğlu’nun “Otonom Ekonomi”, Eyûp Turgay’ın “Nivişta Pîrika Min”, Nevzat Çelik’in “Melek ve Kim”, Soydan Akay’ın “Çöl Çiçekleri / İbrani Tarihi Üzerine Bir Deneme”, Ergin Doğru’nun “Bize ölüm yok”, Ferhat Önkol’un “Azê”, Muhammed İnal’ın “Devrimci İslam Tarihi” ve Bêrîtan Gulan-Sîbel Mustafaoğlu’nun “Jinên di Siya Xiyalên Winda de” kitaplarını okuyucuyla buluşturdu.
KÜRTÇE KİTAPLAR
Yazar Kamran Simo Hedilî’nin “Qolincên Nûjiyanê (Gulhez û Berxikê Yadê)” kitabı 320 sayfalık bir roman. Kitabın arka kapağında Ahmed Anaç, Şoreş Reşî, Mehmet Akdoğan, Mem Mîrxan, Gernas Koçer ve Leyla Kilîç’ın kitaba dair övgü dolu sözlerine yer verildi. Eyûb Turgay’ın 104 sayfadan oluşan “Nivişta Pîrika Min” kitabı öykülerden oluşuyor. Bêrîtan Gulan ve Sîbel Mustafaoğlu’un “Jinên di Siya Xiyalên Winda de” kitabı da öykü kitabı. Bu kitap da 264 sayfadan oluşuyor.
OTONOM EKONOMİ
Muhsin Köylüoğlu’nun inceleme kitabı “Otonom Ekomomi”, 184 sayfadan oluşuyor. Kitabın arka kapak yazısında şunlar belirtildi: “Bilindiği üzere Adam Smith-Keynes kapitalizmin ekonomi politiğinin teorisyenleridir. Yine Karl Marks da sosyalist ekonomi politiği ortaya çıkartan ve kapitalizmin ekonomi-politiğini iğneden ipliğe çözümleyen teorisyen ve bir devrimcidir. Bütün kapitalist devletler ve sosyalist-komünist devletler bu iki ekol üzerinde inşa edilmiştir. Her iki ekolün de son iki yüz elli yıllık pratiklerine ve sonuçlarına baktığımız zaman, toplumsal hakikate cevap olamadığını gördük. Sosyalist ekonomi, kapitalist ekonominin daha devletçi, daha merkezi halinden öteye gidemedi. Kapitalist ekonomi günümüzde hala varlığını sürdürmeye çalışsa da kendisinin de toplumsal açıdan bunalımdan kurtaramadığını, liberalizmin artık tükendiğini itiraf etmeye başlamasını önemli görüyoruz. Bu tartışmalar olurken, tekrar Marksist Ekonomiye dönüşün sorunu ortadan kaldıracağı da belirtilmektedir. Elbette kapitalist ekonomik modelden daha iyi olacaktır. Fakat 150 yıllık pratiğinden anlaşılıyor ki o da kapitalizmin farklı versiyonu olmaktan kurtulamayacak. Bizlerce önemsenen farklı bir ekonomik model daha var. Bu ekonomi merkezi olmayan, sınıfsal olmayan, devletçi olmayan, cinsiyetçi olmayan; katılımcı, kadın merkezli, ekolojik, endüstriyi, sosyal pazarı gözeten, kârı ilkesel olarak önemsemeyen modellerin komünalizme-sosyalizme-demokrasiye daha yakın olabileceğidir.”
BİZE ÖLÜM YOK
Erdin Doğru’nun öykü kitabı “Bize ölüm yok”, 120 sayfadan oluşuyor. Doğru, geçmişten bugüne devreden kesintisiz bir acıya, kendi küllerinden yeniden ve yeniden doğmak zorunda bırakılan Alevi toplumunun derin ıstırabına tanıklık etmeye çağırıyor. Kitabın arka kapağında bir öykünün bir bölümüne de yer verildi: “Mahalle savaştan çıkmış gibiydi, sağlam tek bir ev kalmamıştı. Sokaklar ıssızdı… Koca bir yaşam sürdükleri evleri, toprakları kendi mezarları olmuştu. Koşarak evine vardığında gözyaşlarını tutamadı. Evin bir kısmı yanmış, camları, kapısı kırılmış, eşyası etrafa saçılmıştı. İçeride etrafa baktı, Ali’yi göremeyince kendini dışarı attı. Sokaklarda katıl sürüsünü arıyordu. Evini kimin yaktığını, minik kuzusu Ali’nin kimin elinde olabileceğini biliyordu, katilleri tanıyordu.”
MELEK VE KİM
Nevzat Çelik’in “Melek ve Kim” kitabı öykülerden oluşuyor. 168 sayfalık kitabın arka kapağında ise bir öyküden şu kesit paylaşıldı: “Welat bardağında kalan çaydan son yudumu da aldı. Kısa bir süre geçmişti ki vücudu terden sırılsıklam oldu. Midesi bulandı ve bu bulantı boğazına doğru ilerleyen bir yanmaya dönüştü. ‘Biraz ferahlarım’ diye pencerenin tamamını açtı. Sonra kalktığı yere yeniden uzandı. Yüzünü pencereye çevirince perdeler çekilmiş, açık olan pencereden içeriye alev dalgaları saldırıyormuş gibi bir manzara belirdi. Gerçekten öyle miydi, ona mı öyle geliyordu? Başını, elleriyle tuttu. Gözleri Pala’nın üzerindeki duvarda asılı duran tabloya takıldı. Biraz daha yakından görmek ister gibi gözlerini açıp başını öne doğru uzattı. Yerde yatanın kendisi, yalvaran gözlerin de ona ait olduğu hissine kapıldı. Korktu, vücudu titremeye başladı. Sağ elini önce yüzünde gezdirdi. Sonra vücudunun çeşitli yerlerine dokundu. Kendini toparlamak için gözlerini açıp kapadı. Başını kaldırarak tekrardan tablodaki resme baktı. Tabloda kendi solmuş resmini gördü. Birden ev sahibinin çay tepsisini bırakıp giderken; ‘Çayınız biterse seslenin, biz gelip tazeleriz’ sözünü anımsadı. Zehirlendiğini anlamıştı.”
ÇÖL ÇİÇEKLERİ
Soydan Akay’ın “Çöl Çiçekleri” kitabı İbrani tarihi üzerine bir deneme ve 232 sayfadan oluşuyor. İbrahilerin tarihine dair çarpıcı bilgilerin yer aldığı kitabın arka kapağındaki bölüm şöyle: “…İbrani tarihini yazmaya çalışmak, dünya tarihinin içine dalmaktır. Tekil olanın evrensel olanla bu denli iç içe oluşu, etkilenme ve etkileme sonucu bir sentez oluşturması ender rastlanılan bir durumdur ve bu durum İbrani tarihine özgüdür. Doğal toplum hakikatinden uygarlık gerçeğine; kadının düşüş öyküsünden kültürel kıskançlıklara, birlikteliklere; mitolojinin bütün saklı hallerinden en yalın hallerine; insanın yiğitliklerinden zaaflı duruşuna kadar her şeyi bir bütünlük içinde kurgulamak, kendi çağlarının dehaları olan Tevrat yazarlarının başarısıdır. Tevrat, bir din kitabından ziyade bir tarih, sosyalbilim kitabı niteliğindedir. O kadar kültürü derlemek, o derlemenin içine kendi tarihsel-toplumsal mücadelesini oturtmak, elbette yaşadıkları trajedilerle ilgilidir. Trajediden kendini yeniden üretmek, trajediyi güce dönüştürmek, varoluşunun başlangıcına hep duyarlı yaşamak bir karakter haline gelmiştir. Tarih ve yaşadıkları coğrafi realite onları böyle olmaya itmiştir. Özgür yaşam, varoluş ve anlam arayışlarına ‘Tanrı’ demeleri, onu bir karaktere dönüştürmelerinden ileri geliyor…”
AZÊ
Ferhat Önkol’un kitabı “Azê” 96 sayfadan oluşuyor. Öykü kitabının arka kapağındandan bir kesit şöyle: “Kara bulutları yararak çakan şimşekler, Azê’nin etrafını aydınlatırken, eşsiz ve büyüleyici bir görünüm yaratıyordu. Sanki gökyüzü de Azê’nin bu semahına eşlik ediyor gibiydi. Bahar yağmurları aniden başlar, şiddetli yağar ve çabucak sönerdi. Bir müddet sonra yağmurun şiddeti dinmişti. Azê semahını bitirip gözlerini yavaşça açtı. Yönünün hangi tarafa denk geldiğini merak ederek tam karşısına denk düşen tarafa baktı. Semah bittiğinde yönü Bacewa Dağı’na denk düşmüştü. Gördükleri karşısında keyiften ağzı kulaklarına varmıştı. Dağın yamacındaki patikada peş peşe dizilmiş, yürüyen dört insan silueti gördü. Merak ve sevgi karışımı bir heyecanla onları izlemeye koyuldu. Onlar da yağmur altında şemsiye açmadan düzgün bir sıra halinde zirveye tırmanıyorlardı. Azê, hayranlık ve özlemle onları seyrederken, belki onlarla karşılaşırım umuduyla her gün tekrarladığı ritüellerin karşılığını uzaktan da olsa almanın sevincini yaşıyordu. Yüreğindeki gizli sevda bir coşkun ırmağa dönüşmüş, artık yatağına sığmıyordu. (…) Aydınlık yüzüne sıcak bir gülümseme gelip yerleşti. Sağ yanağındaki gamze ışıldıyordu…”
DEVRİMCİ İSLAM TARİHİ
Muhammed İnal, 680 sayfalık “Devrimci İslam Tarihi” kitabında, İslam tarihini irdeliyor. Kitabın içeriğine ışık tutan arka kapak yazısından bir bölüm şöyle: “(…) Ancak uzun yıllardır bize İslâm tarihi diye anlatılanlar, İslâm’ın kurtardığı ezilenlerin tarihi değil, İslâm adını kullanarak iktidarlarını yeniden tesis eden ve İslâm’la pek alakaları bulunmayan muktedirlerin tarihidir. Maalesef günümüze kadar İslâm’ın gerçek tarihi henüz tüm insanlığa anlatılmadı. İslâm tarihi diye sunulanlar, aslında birer beylik ve devlet tarihleridir. İslâm’a karşı yapılan en büyük haksızlık ve karalamanın bir boyutu da budur. İslâm içinde yaşatılan bu tarih anlayışı, batılı tarih saptırmasının bir nevi Müslümanlar eliyle devam ettirilmesidir. İslâm, devletleri ve egemenleri değil, her yönüyle ezilenleri, zayıfları, erdemlileri, insanlığı esas alır. İslâm tarihi olarak bir şey anlatılacaksa, bunlar olmalıdır. Zira İslâm, bunları Allah’ın emrine ve müjdesine muhatap özneler olarak tarihe dâhil etmiştir. Bunlar tarihin gerçek özneleridir. Ancak tarihten dışlanmışlardır. (…) İslâm, tarihte ve güncelde gariplerin, zayıf bırakılmışların davasının adı ise şüphesiz öncelikli olarak erkek karşısında tarihin en garibi olarak kadın davasının tarihi olmalıdır. Ancak İslâm toplumu ve tarihi, egemen tarihe en çok da kadını yok saymakla benzeşmiştir. Ve gariplerin tarihi olma vasfını yitirmiştir. Bu vasıf, kadının İslâm’ın asıl ve asil bir öznesi olarak bu tarihe dâhil edilmesi ile tekrar kazanılabilir…”
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***