HABER MERKEZİ – Tutuklu siyasetçi Sebahat Tuncel, toplumdaki değişim talebinin tartışılmasının engellenmek istendiğini belirterek, “Demokrasi güçleri, iktidarın yalan politikasına prim vermeden toplumun değişim, özgürlük, eşitlik, barış ve adalet talebini görünür kılmalı” dedi.
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt siyasetçi Sebahat Tuncel, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarına dair Yeni Yaşam gazetesi için bir yazı kaleme aldı. Tuncel, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Yeşil Sol Parti’nin yeniden yapılanma sürecini zamana yaymadan hızla yapması ve pratiğe yansıtması gerektiğini vurguladı.
Tuncel’in yazısı şöyle: “Bir seçimi daha geride bıraktık. Seçim sonuçları çok geniş çevrelerce tartışılıyor. Bizler de cezaevinde hem seçim sürecini hem de seçimde açığa çıkan siyasal tabloyu ve önümüzdeki süreçte neler yapılması gerektiğini; Kürt siyasi hareketi olarak halklarımızın eşitlik ve özgürlük mücadelesini, kadınların özgürlük mücadelesini nasıl güçlendirebileceğimizi tartışıyoruz. Kürt siyasi hareketinin, emek ve özgürlük güçlerinin bu tartışma ve yeniden yapılanma sürecinden güçlü çıkacağına inanıyoruz. Ancak önümüzde yerel seçimlerin de olduğunu düşünürsek bu tartışma ve yapılanma sürecinin zamana yayılmadan hızla yapılması ve bir an önce pratiğe yansıtılması gerektiğine inanıyoruz.
Seçim sonuçları bizlere Türkiye halklarının mevcut erkek egemen ve kapitalist düzenden, tek adam rejiminden rahatsız olduğunu ve güçlü bir değişim talebinin açığa çıktığını çok net olarak göstermiştir. AKP tabanında da bir değişim talebi olduğunu göstermiştir. Tabi Cumhur İttifakı’nın devletin zor araçlarını ve iktidar olmanın avantajlarını kullanarak aldığı seçim sonuçları ile kendisini başarılı gibi gösterip muhalefeti dizayn etme politikası, bu gerçeği tartışmayı engelliyor. Sistem karşıtlarının, demokrasi ve özgürlük güçlerinin iktidarın yalan ve dezenformasyon politikasına prim vermeden toplumun değişim talebini, özgürlük, eşitlik, barış ve adalet talebini görünür kılması ve hızla gerçek gündeme dönmesi gerekiyor.
İktidar, Türkiye’deki ekonomik-siyasi krizin tartışılmaması, muhalefeti seçim döneminde olduğu gibi kendi gündeminin taşıyıcısı haline getirmek istiyor. Muhalefet de bu politikayı satın almış gibi görünüyor.
Elbette ki siyasi partiler hedeflerine ulaşmanın, istenilen başarıyı elde edememenin muhasebesini yapmak ve halka güçlü bir özeleştiri vermek sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Ama bunu yaparken halkı, parti örgütünü ve çalışanları demoralize etmemeli, mücadele azim ve kararlılığını, faşizme, gericiliğe ve sömürüye karşı direniş iddiasını ortaya koymalıdır. Siyasi iktidar Türkiye’deki ekonomik-siyasi krizin tartışılmaması, kendi tek adam rejiminin kurumsallaştırılması ve bunun anayasasının yapılması için tartışmaları Türkiye’nin gerçek gündeminden uzaklaştırarak muhalefet üzerine yönlendirmek, muhalefeti seçim döneminde olduğu gibi kendi gündeminin taşıyıcısı haline getirmek istiyor. Muhalefet de bu politikayı satın almış gibi görünüyor. Seçim öncesi milliyetçilik yarışına giren muhalefet şimdi de kendi iç gündemine sıkışarak iktidarın elini güçlendiriyor. Muhalefetin özellikle demokratik siyaset alanının kendisinden beklenen değişim dönüşümü hızla sağlaması gerekmektedir. 21. yüzyılda demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir perspektifle kendisini yeniden örgütleyen siyasi hareketin hem kendisi kazanacak hem de halklara kazandıracaktır. Seçim sürecinde iktidar ve muhalefetin girdiği milliyetçilik yarışı toplumu kutuplaştırmakla kalmamış, farklı inanç ve kimliklerin kendisini güvende hissetmemesine yol açmıştır. Milliyetçi, dinci, cinsiyetçi ve militarist politikaların topluma dayatılarak demokrasi ve özgürlüklerin alanı daraltılmıştır. Kadın düşmanı, Kürt düşmanı politikaların önümüzdeki süreçte temel politika olarak sürdürüleceği ortadadır.
Bu politikalara karşı nasıl bir direniş sergileneceği, hangi politikalarla cevap verileceği önemlidir. Kürt siyasi hareketi ve özgür kadın hareketi olarak bizler; bu süreci kapsamlı değerlendirme, direniş ve özgürlük çizgisinin barış ve adaleti sağlamak için yaşamın tüm alanlarında kendimizi örgütleme ve dinci, milliyetçi, cinsiyetçi politikalara karşı güçlü bir duruş sergileyerek kadın özgürlükçü ve demokrasi çizgimizi örgütleme görevleriyle karşı karşıyayız. Karşımızda demokratik bir rejim yoktur; karşımızda seçimle gelmiş diktatörlük ve tek adam rejimi vardır. Seçimle gelmiş olmaları onları demokrat yapmaz. Hitler de Mussolini de seçimle iktidarı ele geçirmiştir.
HDP/Yeşil Sol Parti Demokratik Ulus perspektifiyle Kürdistan ve Türkiye halklarının özgür geleceğini ve Demokratik Cumhuriyeti inşa edecek tek seçenektir. Çok kimlikli, çok kültürlü yapısını bünyesinde barındıran tek Türkiye partisidir.
Radikal demokrasi çizgisini esas alan Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak mücadele partisi olan HDP/Yeşil Sol Parti olarak; Kürt özgürlüğüne, kadın özgürlüğüne, işçi sınıfı/proletarya özgürlüğüne, doğanın özgürlüğüne giden yolun radikal demokrasi çizgisini örgütlenmekten geçtiğini biliyoruz. HDP/Yeşil Sol Parti Demokratik Ulus perspektifiyle Kürdistan ve Türkiye halklarının özgür geleceğini ve Demokratik Cumhuriyeti inşa edecek tek seçenektir. Çok kimlikli, çok kültürlü yapısını bünyesinde barındıran tek Türkiye partisidir. HDP’nin Türkiyelileşmediği tartışması bilinçli olarak iktidar odakları tarafından yürütülmektedir. Asıl hedef HDP’yi çok kimlikli, çok inançlı ve kadın özgürlükçü çizgisinden saptırmaktır. “Tarihi gelişmeler bize göstermiştir ki demokrasi ne bir diktatörlük ne de bir devlet biçimidir. Tersine hem diktatörlüğün hem de devletin karşıtı veya alternatifi olan bir toplumsal yönetim biçimidir.” Demokrasinin tek bir biçimi de yoktur. Liberal demokrasi, radikal demokrasi, burjuva demokrasisi. Demokrasinin biçimini belirleyen toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlara ilişkin geliştirdiği çözüm yaklaşımıdır.
Demokrasi genel anlamıyla şöyle tanımlanır: Özgür ve genel seçimler, parlamenter temsil, asgari hukuk devleti teminatları, güçler ayrımının (yasama, yürütme, yargı) belli biçimleri çok partili bir sistem temelinde barışçıl ve düzenli bir hükümet değişikliği ve belli temel haklar tarafından karakterize edilen politik bir sistem. Bu çerçeveden baktığımızda Türkiye’de bir demokrasi olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye’deki sisteme bir ad koymak gerekirse seçimle gelen diktatörlüktür ki Hitler ve Mussolini de seçimle iktidara gelmişlerdir.
Kimse bizden gerici, faşist, kadın düşmanı, Kürt düşmanı tek adam rejimine saygı duymamızı, biat etmemizi beklemesin. Bizden beklenmesi gereken; faşizme, faşist diktatörlüğe karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmek olmalıdır.
Seçimlerin demokratik ve özgür koşullarda gerçekleşmediği tespitini herkes yapıyor. İktidar devletin tüm olanaklarını kullanmakla kalmayıp devletin zor araçlarını da devreye koymuş, muhalefetin seçim çalışması yapma, propaganda ve seçim vaatlerini halkla paylaşma olanaklarını ortadan kaldırmıştır. Türkiye’deki bir iki medya dışında -ki onlar da Kürt siyasi hareketine yeterince alan açmamıştır- tüm medya iktidarın tekeline girmiştir. Sandıktan Cumhur İttifakı çıkmamış, çıkartılmıştır. Bu koşullarda sandık sonuçlarına ‘saygı duymak gerekir’ yaklaşımı anlamlı olmamakla birlikte gerçeği de ifade etmemektedir. Eğer Türkiye’de sandığa saygı duyulsaydı HDP/DBP’nin belediyelerine kayyım atanmazdı. HDP önceki dönem Eş Genel Başkanları, MYK’leri ve siyasetçiler, Belediye Eşbaşkanları, TJA, STK temsilcileri/aktivistleri tutuklanmazdı. Türkiye’de sandık iradesine saygı göstermeyen iktidarın kendisidir. Kimse bizden gerici, faşist, kadın düşmanı, Kürt düşmanı tek adam rejimine saygı duymamızı, biat etmemizi beklemesin. Bizden beklenmesi gereken; faşizme, faşist diktatörlüğe karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmek olmalıdır. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir paradigmayı örgütleyerek ve toplumsallaştırarak halklarımızı özgürlüğe, demokrasiye ve barışa kavuşturmak olmalıdır.
Seçim süreci ve sonrasında yaşananları parti yönetimlerimiz kapsamlı bir şekilde ele alıyor; istediğimiz hedefe ulaşmamanın nedenlerini, yöntem sorunlarımızı ve topluma yeterince öncülük edememenin neden ve sonuçlarını ele alıp değerlendiriyor. Elbette ki hatalarımızdan ders çıkararak halklarımıza güçlü bir özeleştiri vermek tarihsel bir sorumluluktur. Ancak bunu kendi öz değerlerimize ve kuruluş ilkelerimize dönerek yapacağız. Kimi çevreler ve siyasi iktidar siyasetimizi dizayn etmeye çalışıyor, bunun farkındayız. Ancak Marcel Proust’un da dediği gibi ‘Biz dışarıdan taşların eklenebileceği binalara değil; dallarının bir sonraki budağını yapraklarının bir üst tabakasını kendi öz yurdundan oluşturan ağaçlara benzeriz.’ Bu süreçte de kendi köklerimizden, kendi yaşam ve var olma ilkelerimizden güç alarak önümüzdeki süreci kazanacak ve kendimizi Demokratik Cumhuriyeti inşa edecek güç ve donanıma kavuşturacağız. Yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın nedenlerini kapsamlı ele alarak kendimizi yeniden yapılandıracağız. Unutmamak gerekir ki kendini değiştirip dönüştürmeyenler, zamanın ruhunu anlamayanlar aşılmak zorundadır.
‘Zamanı düzeltmek dünyayı yenilemek demektir ve bunu yapabiliriz’ ve yapacağız. Bizler arkadaşlarımızın da defalarca ifade ettiği gibi demokrasiyi sandığa indirgemiyoruz. Demokrasi bizim mücadele gerekçemizdir. Demokratik Cumhuriyet inşa hedefimizi de kendimizi demokratikleştirerek, partimizin tüm kurullarında demokrasiyi işleterek ve kadınları, gençleri, halkları bu sürece katacak demokratik bir süreci işleterek başarabiliriz. Merkezileşme ve bürokratikleşme demokrasimize vurulan en büyük darbe olacaktır. Son süreçte bizlere yönelik geliştirilen merkezileşme eleştirilerini bir uyarı olarak ele almalıyız. Parti merkezinden il, ilçe örgütlerine, mahalle meclislerine kadar her kademede demokratik, katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışını geliştirmek hem bizlere hem de özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelemize kazandıracaktır.”
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***