YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Döndük dolaştık yine yargı reformu gündemine geri geldik.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarında bugüne kadar 7 yargı reformu gerçekleştirildi.
Ancak yakın zamanda çıkması muhtemel yeni yargı paketini öncekilerden ayıran çok temel bir fark var.
Zira bu kez hedef -göstermelik bile olsa-yargıdaki aksaklıkları düzeltmek ya da adaleti tesis etmek değil. Yeni yargı paketinin tek amacı var; para bulmak.
Türkiye gündemini takip etmeyen ya da sadece Saray medyasını izleyenler ‘ne alaka’ diyebilir.
O yüzden basitçe özetleyelim;
Türk ekonomisi dibe vurdu. Gerek iş bilmez ve kötü niyetli siyasiler gerekse de devasa boyutlardaki yolsuzluklar nedeniyle hazine de para kalmadı.
Hem de öyle böyle değil.
Şöyle anlatayım; Hazine’ye 75 milyar dolar para koysanız rezerv ancak ‘sıfır’ olacak. Yani eksi 75 milyar dolarlık bir rezerv var şu an.
Mehmet Şimşek’in dümene geçmesi, Merkez Bankası’nın başına ABD’den Hafize Gaye Erkan’ın getirilmesi ve TÜİK’in makyajlı rakamları istenilen algıyı oluşturmaya yetmedi.
Lira serbest düşüşte. Kimse ne doların ne de cari açığın izleyeceği seyri tahmin bile edemiyor.
Gerçi doları bilinçli olarak yükselttikleri, arada yapılacak vurgun sonrası yeniden baskılanacağı yönünde bilgiler var ama konumuz o değil. Erdoğan rejiminde döne done vurgun yapmak haber değeri taşımıyor.
AKP’lilerin bugünlerde yarım ağız da olsa yargı reformundan bahsetmesi tamamen duygusal gerekçelere dayanıyor.
AB ve ABD’den beklenen sermaye girişi olmadı.
Olacak gibi de durmuyor. Bu yüzden Retuers haber ajansına konuşan iki üst düzey AKP’li ekonomik gerekçelerle bir takım adımların atılabileceğini söyledi.
Zaten Hakan Fidan ve İbrahim Kalın da Batı ile yakın ilişki kurma ihtiyacının bir sonucu olarak o konumlara atandılar.
Peki bu ne kadar gerçekçi?
Her sabah yeni operasyonlar yapılıyorken, bebekler bile hapse gönderilirken bu nasıl olacak?
Öncelikle şunu ifade etmek lazım; Erdoğan ve AKP kurmaylarının hedefi adaleti tesis etmek değil. Nasıl ki Çözüm Süreci’nde amaç Kürt sorununu çözmek değildiyse burada da adaleti sağlamak gibi bir hedef yok.
Erdoğan ve Saray sakinlerinin temel hedefi ‘yargı bağımsızlığı varmış’ gibi davranıp para bulmak.
Peki işe yarar mı? Maalesef yarar.
ABD ve AB başkentlerinin Erdoğan rejimiyle olan ilişkisine bakarsak ‘alver-ver’ mantığına dayandığını görebiliriz.
Yani Erdoğan AB ve ABD’nin istediklerini verdiği sürece onlar da insan hakları ihlallerine göz yumuyorlar.
Erdoğan mültecileri AB’ye karşı bir silah olarak kullanarak onlara diz çöktürüyor.
Türkiye kamuoyuna ‘ensar-muhacir’ muhabbeti çekerken AB liderlerini “sıkmayın canımı, açarım kapıları ve 3 milyon mülteciniz olur” diyerek tehdit ediyor.
Aynı şekilde ABD’ye de askeri üsler ve Rusya’yla şantaj yapıyor.
Obama döneminden başlayarak bu blöfü yiyen ABD yönetimleri Erdoğan’ın daha da pervasızlaşmasının sorumlusu sayılabilir.
Yani hem ABD hem AB’nin gündemi kendi çıkarları. Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ile ancak göstermelik olarak ilgileniyorlar.
Hal böyle olunca Erdoğan göstermelik bir reform yapar, bugünler için rehin tuttuğu Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ı kademeli olarak serbest bıraktırır.
Cezaevlerindeki yüzbinlerce masum insan için kimse elini taşın altına koymaz.
NETANYAHU’NUN ŞANSSIZLIĞI!
Peki konunun İsrail ve Netenyahu ile ilgisi ne?
İsrail’in gündeminde de bir yargı reform var. Tartışmaları aylardır sürüyor.
Aslında olay çok boyutlu bir krize dönüşmüş durumda ve hükümetin yargı düzenlemesine karşı çıkan yüzbinler 23 haftadır meydanları dolduruyor.
Hikayenin aslı özetle şöyle;
1 Kasım seçimlerini kazanan Likud Partisi lideri Benyamin Netanyahu zorlu koalisyon görüşmeleri sonrası yeni hükümeti kurdu.
Hakkında ciddi yolsuzluk iddiaları bulunan Netanyahu ilk iş olarak hakim-savcıların yetkilerini kısıtlayacak bir düzenleme hazırlattı.
Yasa geçerse yargıçları atayan komisyon tamamen hükümetin kontrolüne girecek. Parlamento salt çoğunluğunu elde eden iktidar mahkeme kararlarını geçersiz kılabilecek.
Görev için uygun olmadığı düşünülen makam sahiplerinin görevden alınması zorlaşacak.
Kısacası Benyamin Netanyahu dostu Erdoğan’ın izinden gidip yargının kendine ayak bağı olmasını engellemeye çalışıyor.
Muhalefete göre Netanyahu’nun yaptığı şey ‘yargı bağımsızlığına darbe’.
Bu yaşananlar bir çok yönüyle Türkiye’deki 17-25 Aralık 2013 sürecine benziyor. Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk skandalının ortasında yakalanan Erdoğan, yargıya darbe yaptı.
Yasanın emrini yerine getiren hakimler, savcılar ve polisler -aileleriyle birlikte- tutuklandılar.
Neredeyse 9 yıldır hapisteler.
Türkiye’de İsrail’den farklı olarak ne gazeteciler, ne akademisyenler ne de muhalif siyasiler ayaklanmadı.
Aksine “Tamam, Erdoğan hırsız, çalıyor ama çalışıyor” bile dediler.
Milyonlarca insan Erdoğan’ın kendi sesinden oğluyla para sıfırlama tapelerini dinledi ama hiçbir şey yapmadı. İlk seçimde de Erdoğan’a oy verdiler.
Oysa ki İsrail’de tam tersi şeyler yaşandı.
Netanyahu yargıya müdahale etmeye çalışınca halk ayaklandı. Yüzbinlerce insan 23 haftadır meydanlarda. Hatta çok sayıda yedek asker de göreve gitmeyi reddedip protestolara katıldı.
Türkiye’de hayal bile edemeyeceğimiz şeyler yaşandı.
Mesela Savunma Bakanı Yoav Gallant yargı ile ilgili düzenlemeye karşı çıktığı için Netanyahu tarafından görevden alındı.
Netanyahu Türk insanına çok tanıdık gelen bir şey daha yaptı.
Protestoları “hükümete darbe girişimi” olarak tanımladı. Yine Türkiye’de olmayan bir şey oldu ve Cumhurbaşkanı Herzog hükümetten teklifi geri çekmesini istedi.
Fakat ne hükümet geri adım attı ne de protestocular. Toplumsal muhalefet giderek büyüyor ve geçtiğimiz hafta sonu meydanlar 23.kez doldu.
Ülkenin bütün önemli şehirlerinde protesto gösterileri vardı. Göstericilerden birinin tuttuğu “Türkiye gibi olmak istemiyoruz” pankartı ise gerçekten çok manidardı.
Sonuç itibariyle dünyanın her yerinde yolsuz ve otoriter liderler yargıya müdahale etmek istiyor. Ancak hedeflerine ulaşıp ulaşamamaları medyanın, sivil toplumun ve en önemlisi muhalefetin takınacağı tavra bağlı.
Türkiye maalesef o testi geçemedi.
Erdoğan’ın kendi sesinden para sıfırlama tapelerini dinledikleri, rüşvetleri, yolsuzlukları gördükleri halde ‘çalıyor ama çalışıyor’ deyip iktidarın yargıya darbe yapmasına göz yumdular.
Medyanın, muhalefetin ve en önemlisi halkın duyarsızlığından cesaret alan Erdoğan adım adım tüm kurumları teslim alıp hepsini Saray’a bağladı.
Bugün gelinen nokta da ne yargı bağımsızlığı kaldı ne medya özgürlüğü. Yıllardır hortumlanan Hazine’de para kalsa kimse bu sorunu dile getirmeyecekti ama böyle giderse bir kaç ay sonra memur maaşları bile ödenemeyecek.
Uzun lafın kısası şu; eğer halk üzerine düşeni yapmaz, medya özgürlüğüne ve yargı bağımsızlığına sahip çıkmazsa başka ülkeler de sizin adınıza bu mücadeleye girmiyorlar.
Türk halkının bir konuda karar vermesi gerekiyor.
Bağımsız yargı hukukun üstünlüğü ve özgür medya istiyorsanız bunu siz savunacaksınız.
Şöyle de diyebiliriz; Erdoğan İsrail’de olsa son on yılda yaptıklarını yapabilir miydi?
Netanyahu Türkiye’de lider olsa Erdoğan’dan geri kalır mıydı?
Cevabı iki ülkeye bakarak kolaylıkla söylemek mümkün. Galiba Netanyahu’nun talihsizliği İsrail’de siyasetçi olması.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***