MERSİN – Mülteci karşıtlığı üzerinden yapılan siyasetin ırkçılığa dönüştüğünü söyleyen Maya Derneği Başkanı Volkan Gültekin, mültecilerin yaşam haklarının güvence altına alınması gerektiğini vurguladı.
Birleşmiş Milletler (BM), 2001 yılında 20 Haziran’ı “Dünya Mülteci Günü” olarak ilan etti. Savaş, çatışma ve zulüm nedenleriyle kaçmak zorunda kalan insanlara karşı farkındalık yaratmak ve empati geliştirmek amacıyla ilan edilmesinin üzerinden geçen 23 yılda, mültecilere dönük ayrımcılık, ırkçılık ile sürdürülüyor. Mülteciler Derneği’nin verilerine göre; Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 17 Mayıs 2023 tarihi itibarıyla toplam 3 milyon 381 bin 429 kişi oldu. Buna göre yılbaşından bu yana kayıtlı Suriyeli sayısı 154 bin 569 kişi azaldı.
Yine Mülteciler Derneği’nin verilerine göre 236 bin 525 mültecinin yaşadığı belirtildiği Mersin’de, resmi olmayan verilere göre 350 bin kişi yaşıyor. Mersin’de narenciye, bahçe, tekstil atölyeleri ve inşaat işlerinde çalışan mülteciler, ucuz iş gücü olarak görülerek, güvencesiz bir şekilde çalıştırılıyor. Şehir merkezine uzak alanlarda çadırda yaşayan Suriyeli mülteci çocuklar eğitimden uzak kalırken, kadınlar çadır dışında başka bir yer görmüyor. Özellikle son seçim döneminde siyasi partilerin pazarlık haline getirdiği Suriyeli mülteciler, sosyal nefret söylemleri ve ırkçı saldırıların hedefi haline geldi.
Maya Derneği Başkanı Volkan Gültekin, 20 Haziran Dünya Mülteci Günü’ne, seçim döneminde artan ırkçı söylemleri ve Mersin’de yaşayan mültecilerin yaşadıkları sorunları değerlendirdi.
PSİKOSOSYAL DESTEK
2017 yılında kurulan Maya Derneği’nde özellikle mülteci kadın ve çocuklara psikososyal destek verdiklerini aktaran Gültekin, mültecilerin kente katılım sağlamaları, eğitim ve sağlık olanaklarının geliştirilmesine yönelik çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Mersin’de yaşayan Suriyeli mültecilerin sorunlarının değişkenlik gösterdiğini ifade eden Gültekin, “Sorunların yaşadığı süreci bölmek gerekiyor. Mülteciler ilk geldiklerinde barınma, beslenme ve iş olanakları gibi sorunlarının belli bir kısmı çözülmüş durumdayken, son siyasi iklimin ve seçim süreciyle birlikte bu sorun artık artan ırkçılık ve nefret söylemi sorunu oldu. Sağlık ve eğitim anlamında kısmı dil sorunları devam ederken, tercüman ve benzeri desteklerde belediye hala yetersiz. Kentin doğusu ve batısı hem ekonomik hem toplumsal olarak keskin bir şekilde ayrılmış durumda. Kentin doğusunda kalan mülteciler daha fazla gündelik narenciye bahçeleri, inşaat ve tekstillerde çalışıyorlar, batı tarafında kalanlar ise daha orta sınıf ticaret ve esnaflık yapan mülteciler” diye belirtti.
YURTLARA ALINMADILAR
Mersin’de emek sömürüsünün en yoğun şekilde mülteciler üzerinde uygulandığını ifade eden Gültekin, Suriyeli mültecilerin en çok tarım ve tekstil atölyelerinde emeklerinin sömürüldüğünü dile getirdi. Gültekin, “Çocukların ve kadınlar, bu alanlarda insani olmayan koşullarda ve sefalet ücretleriyle çalışmak zorunda kalıyorlar. Mersin’e depremle birlikte 300-500 bin arası insan geldi. Yine en mağdur göçmenler oldu, yurtlara alınmadılar, yer bulmakta zorluklar yaşadık. Depremin ilk gününden itibaren Mersin’de barınma ihtiyaçları çıktı. Ümit Özdağ’ın depremin ilk günlerinde ‘Suriyelileri Mersin yurduna sokamazsınız’ provokasyonundan sonra mülteciler hedef haline getirildi ve yurtlardan atmaya başladılar. İnsanları otobüslere bindirip, Mersin’in en uzak yerlerine götürdüler, yolun ortasına bırakıp geri geldiler. 3- 4 gün insanlara yer bulmaya çalıştık. Belediye mültecilere yardımda bulunmadı, battaniye dahi vermediler, burada kendi dayanışma ağlarımızla bulmaya çalıştık. Deprem mağduru göçmenler için çok kötü dönemlerdi. Hiçbiri burada barınamadı ve yıkılmış evlerine, Hatay’a geri dönmek zorunda kalanlar oldu” ifadelerini kullandı.
‘ÖDENEKLER MÜLTECİLER İÇİN KULLANILMADI’
Mültecilerin haklarını bilmemelerinden kaynaklı hak arama noktasında eksik kaldıklarını söyleyen Gültekin, “Artan nüfus, eğitim ve sağlıkta açığa çıkan sorunların sorumlusu bir grup değil, bunların asıl sorumlu olduğu yerler siyasi iktidar. İktidarın göçmen politikalarını eleştirmek ya da hakkımızı aramak yerine mülteci suçlanıyor. En zayıf halkayı göçmenler oluşturuyor. Türkiye’nin AB’yle yaptığı anlaşmalarda aslında milyarlarca ödenek var ama bunların hiçbiri mültecilerin hak ve onuruna yaraşır bir şekilde kullanılmadı. Bu geri kabul anlaşması AKP iktidarının Avrupa’yla kurduğu pazarlıktan öteye gitmedi. Avrupa Birliği, baktığımızda demokrasinin insan hak ve özgürlüklerinin korunacağı bir kurum olarak adlandırılıyor ama bu almış oldukları kararlarla mültecilerin hayatlarını riske atıyorlar. Daha geçtiğimiz günlerde teknenin batması sonucu 10’u çocuk 72 kişi yaşamını yitirdi. Bu siyasi krizler ölmeye ve öldürmeye devam ediyor” şeklinde konuştu.
MÜLTECİ KARŞITLIĞI SİYASETİ
Seçim döneminde mülteci karşıtlığı üzerinden yürütülen seçim kampanyalarını hatırlatan Gültekin, şunları söyledi: “Mülteciler, ‘sizi göndereceğiz diyenlerle’ ve ‘hayır onlar bizim kardeşimiz diyenler’ arasında iki tarafın politik söylemlerine maruz kalmış durumda. Ama bunların içinde ezilen yine göçmenler oldu. Zafer Partisi tarafından artan bu ırkçı söylemler, topluma bir anda sirayet etti. Maalesef toplumsal hayatı, yukarıda olan insanlar belirliyor ve halkı saflaştırıyor. Seçimden sonra nefret söylemleri azalmış durumda, Zafer Partisi ve türevleri seçim öncesinde kendi pazarlıklarını ve durdukları yerleri sağlamlaştırmak için ne yazık ki göçmen karşıtlığı üzerinden bir politika geliştirdi. Geliştirdiği politika üzerinden bunu başka siyasi partilere pazarlamaya çalıştı ve başarılı da oldu. Millet İttifakı da kendini hak ve özgürlüklerin yanında durduklarını söylemelerine rağmen bu kirli pazarlıklara alet oldular. Ve bunun sonucunda aynı nefret dilini kullanmaya başladılar. ‘Göçmenleri göndereceğiz’ diye bir söylemin hiçbir hukuki karşılığı da yok.”
Güvenlik koşulların oluşturulmasıyla insanların kendi topraklarına dönebileceğini ifade eden Gültekin, “Umarım bundan sonraki Mülteciler Günü’nde mülteciliğe sebep olan savaş, iklim ve ekonomik krizler ortadan kalkar ve dünyada mültecilik gibi bir şey olmaz. Gerek bizim yaşadığımız coğrafyada gerek dünyada göç ve mültecilik bir kriz ama insanların güvende hissettikleri yaşam hakkı olanakları olmalı. Seçim öncesi görüştüğüm birçok göçmen ‘cumhurbaşkanının kim olduğunun bir önemi yok, ben sadece çocuklarımla burada güvende hissetmek ve yaşamak istiyorum’ dedi. Burada göçmenin yaşam hakkının korunması önemli, yoksa geliştirilecek politikalar ikiyüzlü politikalardan öte olmayacaktır” dedi.
MA / Dilan Akyol
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***