Eminim; yılın bugünlerinde yüreğinde ince bir sızı duyanların sayısı az değil. 18 yıl önce, Haziran’ın 25’inde Kazım Koyuncu’yu kaybettiğimizin haberini almıştık. Hastalığının ağırlaştığını biliyorduk ama öyle ya da böyle yenecekti, başaracağına inanıyorduk, Kazım gitmezdi…
Olmadı; çok sevdiği insanlara, dünyaya ve ülkesine veda etti, aramızdan ayrıldı. O yıllarda her haber, dakikasında önümüze düşmüyordu ama kara haberlerin tez yayılması geleneği epey eskilere dayanıyordu.
Önce 26 Haziran’da on binlerce insan, alkışlar ve gözyaşlarıyla Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’ndan doğduğu topraklara doğru uğurladı onu. Ertesi gün doğduğu topraklardan, Hopa’nın Pançol köyünden, yeşilliklerin içinden sonsuzluğa…
Şarkıları, mücadelesi ve umutları bizlere miras kaldı.
ŞARKILARLA GEÇTİ ARAMIZDAN
Kazım Koyuncu 7 Kasım 1971’de Cavit Bey ve Hüsniye Hanımın beşinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendisinden sonra bugün Karadeniz müziğinin önemli seslerinden biri olan Niyazi doğar. Kazım’ın babaannesinden dinlediği masallar beslendiği ilk kaynaktır. Devamında namı diğer Kemençeci Yaşar, Yaşar Turna’dan dinlediği türküler gelir.
Yeşilköy İlkokulu’nun ardından ortaokulu ve liseyi Hopa’da okur. Müziğe merakı babasının gözünden kaçmaz, oğluna bir mandolin alır. Bu arada baba Cavit Bey siyasi mücadelenin içindedir. TİP’in kuruluşunda bölgede sorumluluk alır, 12 Eylül’de tutuklanır. Aydın bir insan olması Kazım için önemli bir şanstır. Baba 6 ay Erzurum’da tutuklu kalır ve anne Hüsniye hanım ailenin yükünü omuzlar.
Yıllar müzik tutkusunun büyümesiyle ve İstanbul’a duyduğu özlem ve merakla akar gider. Kazım derslerine pek yansımasa da iyi kitap okur. Üniversiteyi kazanması da zor olmaz, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanır. Küçüklüğünden beri sahip olduğu sol fikirleri ilerletir, artık üniversiteli bir devrimcidir. 1990’da 1 Mayıs için bildiri dağıtırken gözaltına alınır ve tutuklanır. Aynı yıl Çağdaş Sanat Atölyesi’nin sahnelediği “Faşizmin Korku ve Sefaleti” adlı oyunun müziklerini yapar. 1991’de Ali Elver, Arzu Görücü, Metin Kalaç, Cafer İşleyen, Serkan Tuğ, Murat Dilek gibi isimlerle Grup Dinmeyen’i kurar. Dinmeyen’in hala çok dinlenen tek albümü Sisler Bulvarı 1996’da çıkar. Kazım Koyuncu ve Arzu Görücü’nün sesleri albümdeki şarkıları unutulmaz kılar.
Okuduğu okulla hayalleri arasında bir uyumsuzluk vardır. Müziğini ilerletmek, hayatının merkezine müziği koymak istiyordur. Üniversiteyi bırakır, 1992 yılında hiç vazgeçmeyeceği İstiklal Caddesine yakın Tarlabaşı’na taşınır.
1993 yılında Mehmet Ali Beşli’yle birlikte Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) kurulur. Grup Lazca rock müzik yapar ve kısa sürede çok ilgi görür. 1995’te Va Mişkunan adlı ilk albümü yayınlanır. 1998’de İgzas adlı albümleri yayınlanır. Grup üyeleri bir süre sonra yollarını ayırır.
Yolculuğuna solo albümlerle devam eden Kazım Koyuncu 2001 yılında Viya adlı albümü çıkartır. Solo albümler eski arkadaşlarıyla kopması anlamına gelmez, birlikte çalışmaktan vazgeçmez. Viya ismi bir yandan da Karadeniz sahil yolu projesine tepkidir. Kazım müzikal olarak köklerinden, yaşadığı coğrafyanın kadim halklarının kültürlerinden ve müziğin evrenselliğinden besleniyordur. Yaptığı esaslı bir yeniliktir ve kökleri derindedir. Karadeniz müziğine yeni kapılar açmaktadır ve o kapılardan sonraki yıllarda onlarca sanatçı geçecektir.
“ÖĞRENCİ ADAMSIN…”
İlk solo albümü elden ele dolaşarak Kazım Koyuncu’yu bilinir hale getirdi. Müsaadenizle kişisel bir anımı paylaşayım. Öğrenciydik, Kazım’ın Viya’sını bizimle ilk tanıştıran Hopalı ev arkadaşımızdı. Kaset teybe takıldıktan sonra bir daha çıkmadı. Sanırım hayatımda en çok dinlediğim albüm Viya’dır. Bu günlerde bir konserde Kazım’la tanışma fırsatımız oldu. Heyecan ve merakla sohbet ederken bir arkadaşımız “abi senin kaseti para verip almadım, kopyaladım” dedi. Biz arkadaşımızın kırdığı bu “pottan” utanırken Kazım “sevdin mi peki” dedi. Arkadaşımız “sevdim tabi ki” deyince “iyi yapmışsın, tabi ki para vermeyeceksin, öğrenci adamsın, benim için önemli olan beğenmen” dedi. Kazım’ın bu tavrı hiç değişmedi, kalabalık kitlelerce tanınmazken de tanınır olduğu zamanlarda da aynı Kazım oldu.
Gülbeyaz ve Sultan Makamı dizlerinde yaptığı müzikler onu daha geniş kitlelere tanıttı. 2001 yılında başlayan Hey Gidi Karadeniz gecelerini Karadeniz müziğinin başlıca isimleriyle birlikte düzenledi.
2004 yılında ikinci albümü Hayde yayınlandı. Kazım müzikal olarak ilerliyor, yeni adımlar atıyordu. Albümde Lazca, Türkçe, Hemşince, Gürcüce şarkılarla Karadeniz’in renkleri yer alıyordu. Tuluma, kemençeye, kavala, basgitar, elektrogitar, davul eşlik ediyordu. Hayde büyük satış rakamlarına ulaştı, Kazım yurtdışında ve ülkemizde binlerce insanın katıldığı konserlerde sahneye çıktı.
“Fobim” dediği kanser bu dönemde kapısını çaldı. 2004’ün Aralık ayında kanser teşhisi konulur konulmaz mücadeleye başladı. Kanserle mücadele onun için yalnızca kişisel değil toplumsal bir meseleydi. Hayatı boyunca sorguladığı, yakasına yapıştığı kanser eden sisteme isyanı sürdü. Panellerde, röportajlarda konuştu, kanserin kaynağını, sistemi yargılamayı sürdürdü.
Şarkı söylemeyi hiç bırakmadı. Tedavisi ağırlaşmıştı, saçlarını kesip 4 Şubat 2005 gecesi Yeni Melek’te sevdikleriyle buluştu. 30 Nisan’da Trabzon’daydı, son kez Karadeniz Teknik Üniversitesi gençliğiyle buluştu.
Kısacık ömrüne büyük bir sevgiyi, direnmeyi ve dayanışmayı sığdırdı. İstiklal Caddesi’ni severken Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşayanları da tanıdı ve sevdi. Haklarını arayan işçilerin dostuydu, kim çağırsa dayanışma gecesinde sahnedeydi. HES’lere, Karadeniz’in talanına karşı durdu.
Diyarbakır’a gitti, yüz binlere şarkılar söyledi. “Denizlerin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdim!” diyor, Karadeniz’in ezgilerini Kürt halkıyla buluşturuyordu. Barış, eşitlik, özgürlük, kardeşlik onun harcında vardı.
KAZIM’IN DOLMAYACAK BOŞLUĞU
Kazım bu topraklarda yaşamış, çok sevilmiş, bunca zaman sonra hala çok özlenen birisi. Onun olmadığı yıllarda yaşadıklarımızı düşünüyorum, eminim her zaman olması gereken yerde olacaktı. “Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim; ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim” diyordu. Tasada, sevinçte insanlarla yan yana olacaktı. Yüz binlerle meydana aktığımız Taksim 1 Mayıs’ında ve meydanlara her çıktığımızda bizimle olacaktı. Gezi için şarkılarıyla, bedeniyle direnecekti. Parkta bize şarkılar söyleyecek, yeri geldiğinde de yüklenecekti çuvalı sırtına, yiyecek taşıyacaktı. Ankara’da, Sakarya Caddesinde TEKEL işçilerinin çadırında olacaktı. Roboski’de katledilenlerin ailelerinin yanında duracaktı. Karadeniz sahil yoluna, HES’lere, doğanın her türlü talanına karşı yürüttüğü mücadelesini sürdürecekti. Karanlığın karşısında duracaktı, “hayır” diyecekti. En güzeli onu moralsiz hiç görmeyecektik ve bize de şarkılarıyla sözleriyle moral verecek, ayakta tutacaktı. Yapacaklarını sürekli yeni adımlar atarak büyüttüğü sanatıyla birlikte yapacaktı. Belki de şimdi hiç bilmediğimiz bir tarzda müziği bize dinletmiş sevdirmiş olacaktı…
Bu dünyadan göçtükten sonra Kazım Koyuncu’nun bir albümü daha yayınlandı. Konser ve stüdyo kayıtlarının bir araya getirilmesiyle hazırlanan Dünyada Bir Yerdeyim adlı albüm 2006 yılında Halkevleri tarafından dostları, ailesi ve sevenlerinin desteğiyle, yoğun bir emek sürecinin sonrasında yayınlandı. Albüm geliriyle ve gönüllülerin katılımıyla uzun yıllar çalışmaya devam eden, geçtiğimiz yıllarda kapanan Kazım Koyuncu Kültür Merkezi açıldı.
Kazım, devrimi, gelecek güzel günlerde arayanlardan değildi, şöyle diyordu: “Devrimi düşünebiliriz, düşleyebiliriz, hatta bir sistem bile kurabiliriz. Sistemimiz şöyle olsun böyle olsun. Ama bunu ne zaman yapabiliriz, devrimi yaptıktan sonra. Bok devrim yaptıktan sonra yaparız. Bunu düşünüyorsan şimdi yapmaya başlarsın, yaparsın. Sonra da hep öyle yaşarsın ve bu böyle böyle çoğalır. Hayatla da böyle anlamlı bir ilişki kurarsın. Yolda yürürken de yürüyüşün ona göre olur, adımların öyle gider, insanlara baktığın göz değişir. Herkes de seni sorgulayıp anlamaz ama birileri anlar, biri farklı yürüyordur orda. Sana bir puan yazmaz da bir şey verirsin hayata…”
Kazım Koyuncu’nun gidişiyle kısa zamanda onu tanıyan herkesin çok sevdiği bir insanı, yapacağı şarkıları ve hayatımıza katacağı eşsiz güzellikte ve değerde pek çok şeyden de mahrum kaldık. Bıraktığı güzellikler onu çok sevmeye, anlamaya ve özlemeye yetiyor. Bizimlesin Kazım, dünyada bir yerdesin.
Ne güzel söylemiştin….
“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Çe” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***