Dünyada artık ensest üzerine yapılan birçok film var. Bunlardan izlediklerim içinde en çok beğendiklerimden bahsedeceğim.
İlk bahsetmek istediğim film MUCİZE (The Wonder). Emma Donoghue’nun, Room adlı romanından uyarlanmış, 2016 yapımı bir film. Hemşire Pugh aylardır yemek yemeden hayatta kalmayı başaran bir çocuğu gözlemlemesi için İrlanda’nın ücra bir köyüne gönderilir.
Hikaye 19. yüzyılın ortasında geçer. 19. yüzyılın İrlanda’sında kıtlık hüküm sürmektedir. 15. ve 20. yüzyıllar arasında bölgede “oruç tutan kızlar” tarihe geçmiştir. Film boyunca modern bilim ve kilisenin çatışmasını görürüz. Bu çatışmanın tarafları olarak bir hemşire ve bir rahibe dönüşümlü olarak onbir yaşındaki Anna’yı izlemekle görevlendirilir. Katolik Kilisesi Anna’nın açlığını propaganda için kullanır. Anna’yı görmek için gelenlerin bağışları kiliseye gider.
Açlığın ilerleyen günlerinde Hemşire Pugh, Anna’yı annesinin gizlice beslediğini farkeder. Bu lokmalar ailesi tarafından dinsel olarak meşrulaştırılarak Anna’ya verilir çünkü Anna gerçekten yemek yemeyi reddetmektedir. Annesinin dediğine göre, Anna’ya cinsel istismarda bulunan abisi onun yüzünden cehennemde yanmaktadır. Abisini cehennem ateşinden kurtaracak olan Anna’nın ödeyeceği kefarettir.
Hemşire aileyi Anna’dan uzaklaştırır bu şarlatanlığa son vermek için. Bu sefer gerçek ölüm orucu başlar. Aile ve toplum bu ölüme seyirci kalır. Hemşire Pugh ise hayatı pahasına Anna’yı kurtarır çünkü kendi kurtuluşu da bu kızın hayatına bağlıdır.
İkinci film Dogma 95 tarzının ilk filmi ŞÖLEN (FESTEN). 1998 Danimarka yapımı film, babanın 60. doğum gününde verdiği şölenle başlar. Cristian, ikiziyle birlikte babası tarafından maruz kaldığı cinsel istismarı ifşa etmek için katılır doğum gününe. İkizinin intiharının ardından yapılan ilk doğum günü kutlamasıdır.
Cristian şölen masasında konuşmak için her ayağa kalktığında birileri savunur babayı ve Cristian yenilmiş bir şekilde tekrar yerine oturur. Cristian hiç vazgeçmez. Cinsel istismar durumlarında pek göremeyeceğimiz bir kanıt olmasına rağmen (ikizinin bıraktığı mektup) Cristian yine yenilir masaya…
Masada Cristian’a son yumruğu indiren annesi olur. Aile içi cinsel istismarda seçtiği taraf hayati derecede önemli olan anne, Cristin’a;
“Cristian bizimle konuşan Mug’mu?” der.
Mug… Cristian’ın çocukken hayatta kalmak için yarattığı hayali karakter. Birçok mağdur çocuğun, hayatta kalmak için yarattığı bu karakterler, “sınır”ın ötesine geçtiğinde akıl hastanelerine kapatılma sebebidir.
Masadaki çatışma ilerledikçe bir taraftan da dengeler değişmeye başlar. Çünkü birçok aile içi cinsel istismar örneğinde olduğu gibi, evin içinde başka ihmal ve istismarlarda vardır. Diğer çocuklarda ihmal ve istismarlara maruz kalmıştır. Çocuklardan Michael’in yaşadığı travmatik olayların kişiliğinde yarattığı problemlerin yansımasını filmin sonunda babasına tecavüz etmeye kalkışmasında görürüz.
Gecenin sonunda Cristian,filmin en önemli diyaloglarından birini başlatır, yine birçok mağdurun sorduğu soruyu sorar babasına;
“Neden ben?
Çünkü bir işe yaramazdın…”
Burjuva masasının ikiyüzlülüğünde en çok ezilenlerden (malikanenin çalışanları, azınlıklar, çocuklar…) başlayarak dengeler mağdur lehine değişir.
Failden yana olan akşamki şölen masasının yerini, sabahın aydınlığında mağdurdan yana kahvaltı masası alır. Herkes oturduktan sonra, bir kişi masadan kalkmak zorunda kalır. Baba Helge…
Şölen şimdiye kadar izlediğim aile içi cinsel istismarı en iyi anlatan film.
Üçüncü film, Dogma 95 yönetmenleri gibi Hollywood sinemasına eleştirel bakan İspanyol yönetmen Almadovar’a ait. VOLVER (Dönüş).
Bütün Almadovar filmlerinde olduğu gibi bakış, erkeğin değil kadının gözündendir. Filmlerinde kadınlar güçlüdür. Kadınlar aralarında rekabeti değil, dayanışmayı tercih eder. Çok büyük acılar, toplumun çok yadırgadığı karakterler ve olaylar çok sıradandır Almadovar’ın filmlerinde.
Filmin kahramanı Raimunda’nın kızının, babasını öldürmesiyle başlar film. Genç kız, kendisine cinsel saldırıda bulunan babasını, kazayla öldürür. Raimunda bunu hiç yadırgamaz. Almodovar filmlerinde en travmatik olaylar bile sıradan bir olay gibi gösterildiği için mi yoksa Raimunda’da babası tarafından istismara maruz kaldığı için mi bunu yadırgamaz bilmiyoruz. Film ilerledikçe birçok sır perdesi kalkmaya başlar. Kasabalar sırlarıyla meşhurdur, kasabaların sırları meşhurdur…
Almodovar filmlerinde çok ağır travmatik deneyimler karşısında dahi karakterler hep umutludur. Filmin en hüzünlü sahnesi olan Raimunda’nın şarkısında da yine umut vardır;
Geçmişle yüzleşmeye korkuyorum
Yine hayatıma baskı yapıyor
Gecelerden korkuyorum
Hepsi hatıralarla dopdolu
Tüm rüyalarımı kaplıyorlar
Fakat kaçan bir yolcu
Er ya da geç yürüyüşü kesiyor
Ve her şeyi mahveden bu unutuş
Eski hatıralarımı yok etse de,
İçimde hep bir umudu saklıyorum
Ki bu, kalbimin tek serveti
Volveeeeerrr
Alnı çizgilerle dolu
Şakaklar gümüşi olmuş
Sanki zaman kar gibi yağmış
Hissetmek
Hayatın tek bir nefes olmadığını
Yirmi yılın hiçbir şey olmadığını
Coşkulu bir bakışın
Gölgelerde gezerken
seni arayıp, seslendiğini
Yaşamak
Çengele takılmış bir ruhun
Tatlı bir hatırayla
Bir kez daha ağlıyorum…
Dördüncü bahsetmek istediğim filmin özelliği ise filmin yönetmeninin aile içi cinsel istismara maruz kalmış biri olması. Filmin yönetmeni İngiliz kökenli ünlü oyuncu Tim Roth. SAVAŞ ALANI (The War Zone) filmi de romandan uyarlama. Film 1999 yapımı. Roth, kendisini istismar eden dedesini 2016 yılında ifşa ediyor. İfşada dedenin, hem Tim Roth’ı hem babasını istismar ettiğini öğreniyoruz.
Film ailenin üçüncü çocuğunun doğumuyla başlıyor. Filmdeki kasvetli gökyüzü, hırçın dalgalar, sarp kıyalıklar bana bir yerleri hatırlatıyor. Film ilerleyince ailenin yaşadığı şehrin Devon olduğunu öğreniyorum. Devon… Cinsel istismar konusunda farkındalık yaratmak için yürüyüş yaptığımız, Viv Gordon’un yürüdüğü kıyılar bunlar. İngiltere’de çocuğun cinsel istismarı ile ilgili birçok büyük projeyi yürüten, hayatta kalan aktivist Viv Gordon’la gerçekleştirdiğimiz projenin adı “Huzursuz” du. Metafor olarak “Huzursuz Deniz”i seçmiştik. Milyonlarca damlacıktan oluşan denizin kıyıyı şekillendirmesi gibi milyonlarca mağdurun bir araya gelmesi de hayatı şekillendirebilirdi…
Filmde baba genelde bu kıyıda bir sığınakta istismar ediyor kızını. Cinsel istismar filmlerinde genelde istismar görüntüsü verilmesi tercih edilmezken, Tim Roth filmde istismarı göstermekten kaçınmıyor. Kızın acı hıçkırıklarıyla babanın zevk inlemeleri birbirine karışıyor. Bu sahne ağır bir utanç yaratıyor insanda.
Cinsel istismar bize, ergenlik çatışmaları içinde boğulan erkek kardeş Tom’un gözünden anlatılıyor. Belki de Roth’ın kendisinden çok babasına üzülmesi –istismar nedeniyle babasının hayatı daha çok mahvolmuştur- ya da başkasının hikayesine bakmanın kendi hikayene bakmaktan daha katlanılabilir olması üçüncü gözün bakışı. Film kardeşlerin saklanmak zorunda kaldığı, kıyıdaki sığınakta biter.
Beşinci film ise Türkiye’de aile içi cinsel istismarı anlatan ilk hatta tek film; ATLIKARINCA. İlksen Başarır’la Mert Fırat’ın senaryosunu yazdığı film 2010 yapımı. Atlıkarınca’nın gösterime girdiği dönem hayatımda ilk defa terapi aldığım dönemdi. Otuzbeş yaşındaydım. Filmi izleyeceğim için çok gergindim. Sinemada koltuğuma yerleştim, film başlamadan önce ışıklar karardı. O karanlık, hayatımın en uzun karanlığıydı. Yaşadıklarımı perdede görecektim, boğulduğumu hissettim.
Atlıkarınca’da da fail yine baba. Baba iki çocuğuna da cinsel istismarda bulunuyor. Bizim toplumumuzda cinsel istismar, belli bir etnik kökene, belli bir sınıfa atfedilmek istenir. Film, ters köşe yapıyor. Aile; Doğulu değildir, gelir durumu iyidir, en önemlisi de ebeveynler eğitimlidir. Hatta fail bir şairdir…
Filmde, istismarın tek tanığı felçli anneannedir. Genç kız, yaşadıklarını sadece anneanneye anlatır. Anneanne her şeyi görür, duyar ama çaresiz seyirci kalır. Felçli anneanne filmin en güzel metaforudur. Felçli kadının sessizliği, toplumun cinsel istismar karşısındaki sessizliği gibidir…
Anne cinsel istismarı fark eder ve görmezden gelmez. Bizim toplumumuzda pek rastlanmadığı üzere… Yine pek rastlamadığımız şekilde anne, faili cezalandırır ve adaleti sağlar.
Merkezinde ensest olmasa da, değinmek istediğim bir başka yerli film, Zülfü Livaneli’nin MUTLULUK filmi. Bu filmden bahsetmek istiyorum çünkü bizim toplumumuzda kadının hem aile içi cinsel istismara maruz kalması hem de işkence, intihar ve öldürülmeyle cezalandırılması çok yaygındır. Bu yönüyle batıdaki mağdurlarla farklılık gösterir. Namus cinayeti ya da intihar diye bildiğimiz vakaların arkasında yatan sebeplerden biri aile içi cinsel istismardır. Bir dönem Batman’da yoğun yaşanan intiharların arkasında da yine aile içi cinsel istismarlar vardır.
Bütün filmlerin ortak özelliği mağdurlar yalnızdır. Failler manipülatiftir. Örnek verdiğim filmlerin hepsi mutlu sonla biter. Mutlu son derken çocukluk dönemi cinsel istismarda mutlu son olamaz tabiki çünkü mağdurlar ömür boyu sürecek acılarla yaşayacaktır. Mutlu sondan kastım, çocuğun hiç bitmeyecek sandığı cinsel istismarların sonlanmış olması ve gerçek hayatta pek olmadığı şekilde faillerin cezalandırılmasıdır. Cezalandırma hukuki yollardan değil, aile içinden birinin faili öldürmesiyle olur, Şölen filmi hariç.
Meliha Yıldız: 1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı, bu onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan Kutsal Tecrit’i 2021 yılında yazdı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***