YORUM | VEYSEL AYHAN
“Adam dedi ki, ‘Toplama kampına geldiniz, sanatoryuma değil, buradan tek bir çıkış yolu var, o da bacadan.’ Ve ekledi: ‘Bunu beğenmeyen varsa dikenli tellere kendisini asmayı deneyebilir. Bu grupta Yahudiler varsa söyleyeyim, iki haftadan fazla yaşamaya hakkınız yok.’ Sonra devam etti: ‘Aranızda rahibe var mı? Rahipler gibi sizin de bir ay ömrünüz var. Geri kalanlarınızınki üç ay.”
Yukarıdaki cümleler William Styron’un Sophie’nin Seçimi romanından. Türkiye’de internet ve sosyal medya olmasa benzer sahneleri yaşamamız işten bile değildi. Çünkü ne yönetenler Hitler’den merhametli ne de tribündekiler daha şefkatli.
28 Mayıs’ta yapılacak seçim benzer sonuçları doğurabilecek kritik bir dönemeç.
Böyle zamanlarda rasyonel olmak kolay değil. Çoğu insan normal olarak öfkeli ve hayal kırıklığı içinde. Duyguların peşine takılınca “Pire için yorgan yakmak.” “Papaza kızıp oruç bozmak.” “Eşeğini dövemeyince semerini dövmek.” “İmama kızıp abdest bozmak.” oldukça kolay ve anlaşılır.
Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli seçimi. Erdoğan, muhalif seçmeni sandıktan uzak tutmayı başarırsa, az bile çalsa yüksek bir oranla diktatörlüğünü onaylatmış olacak. Allah millete acır, emri hak vaki olursa ne âla. Değilse ölene kadar yıllarca o koltukta kalır.
NE YAPAR?
Ne yapar, bu seçim zaferiyle çok geçmeden “Halk dezenformasyon istemedi” deyip sosyal medyayı tamamen kapatır. “Halkım böyle istedi” deyip devlet sistemini komple değiştirir. Şimdiden sonra seçimle falan kendini yormayı düşünmez. Ülkeyi batıdan tamamen koparıp Çin-Rusya eksenine kaydırır. Sonrasında kendini halife ilan eder. İran benzeri Müslümanlığın devlet zoruyla dayatıldığı münafık üreten bir sistem kurar. Bunların önünde bir engel yok.
Her seçmenin önünde iki seçenek var. Üç değil. Bu seçimde sandığa gitmemenin diktatörlüğe oy vermekten farkı yok. “Ben çekimser kalayım” dediğinizde bile dolaylı olarak oy vermiş oluyorsunuz. Peki ama gayet mantıklı görünen “Seçimle gitmez.” “Boşa oy vermeye gerek yok.” tezleri ne olacak?
Bunları doğru kabul ettiğimizde zımnen şunları yapmış olacağız:
Ülkede on yılı aşkındır süren ve her kesimi ezip geçen zulmün baş aktörünü sevindirmiş olacağız.
Siyaset tarihinin en şirret içişleri bakanını onaylamış olacaksınız. O tiksindirici tavrıyla elini karnına götürüp “oh!, oh!” yapacak.
Hitler’in adalet bakanlarını aratmayan Bekir Bozdağ’ı mutlu edeceksiniz.
Tarihin en boş hazine bakanı Nebati’yi başarılı bulmuş olacaksınız. Başta beşli çete olmak üzere tüm hırsızlık ve yolsuzluk çeteleri level atlayıp işlerine devam edecek.
Ama muhalifler de bize aynı dille saldırıyor!”
“Bunlar gelse bunlar da aynı zulmü yapabilir.”
Yaptı mı?
“Yapmadı ama yapabilir.”
İhtimal yani!
Bu iktidardan bunaldığı için intihar eden gençler var. Zindanlarda bu ağır atmosfer hafifler diye umutla bekleyenler var. Hicranla inleyen aileler var.
AKP iktidar eliti, insani özelliklerini tamamen yitirmiş sefil bir kitle. Önceki gün cari yasalara rağmen bir bebek daha annesiyle zindana girdi. Bundan vicdanen rahatsız olmayan, kanserli bir çocuğun annesinden ayrı olması umurunda olmayan bir güruh var iktidarda.
Karşımızda sadece cemaate değil, Kürtlere, toplumun her kesimine zulmetmekten hazzeden yeni hapishaneler açmayı başarı projesi olarak sunan bir yönetim var.
Sosyal medyayı kapatabilse muhalif herkesi duraksamadan gaz odalarına tıkabilecek kadar canavarlaşmış bir kitle.
Böyle sistematik bir yıkımı ve zulmü ne Kılıçdaroğlu, Ne Akşener, ne Davutoğlu, ne de Karamollaoğlu yapabilir.
“Yok Ergenekon şöyle ayarladı, yok üst akıl böyle kurguladı…” gibi komplo teorilerine prim vermenin -velev doğru olsa- faydası yok.
Bu iktidara oy vermek, yapılan tüm zulümlerden pay istemek demektir. Oy vermemek, vermemeyi teşvik etmek dolaylı olarak bunu yapan herkesi zulümden pay sahibi yapar.
“Oy verdik ama ya koltuğu terk etmezse”
“14 Mayıs’ta çaldığı gibi yine çalarsa…”
Evet ama bunlar bizim etki alanımızda değil. Bizim sorumluluğumuz sadece oy vermek. Vermediğimiz her oy diktatörün adayının meşruiyet kazanmasına sayısal olarak hizmet edecek. Yani o diktatörlüğün temelinde bir tuğlamız olacak. Sandığa gitmeyerek böyle süfli bir yönetime dolaylı destek vermenin hesabını vermek kolay olmayacaktır.
Brezilya’da 2. Turda seçimi kazanan Lula da Silva’nın meşhur sözünü hatırlayalım.
“Bu seçim cennetin kapılarını açma seçimi değil; cehennemin kapılarını kapama seçimi.”
Türkiye o kadar boğucu hale geldi ki “Cehennemin kapılarını kapanması” değil “kapanma ihtimali” için bile koşa koşa oy vermeye gitmeye değer.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***