HABER ANALİZ | MEHMET ÖZDEMİR, LONDRA, TR724
Kraliçe II. Elizabeth’in ölümü üzerine geçtiğimiz eylül ayında tahta çıkan İngiltere Kralı III. Charles cumartesi günü dini bir törenle tacını giydi. 2,4 milyar insanın yaşadığı 56 bağımsız ülkeden oluşan İngiliz Milletler Topluluğu’nun başkanı ve bunların 14’ünde ‘devlet başkanı’ olan Charles’ın taç giyme töreni bütün dünyanın ilgisini çekti.
BBC’nin verdiği bilgiye göre sadece Birleşik Krallık’ta 20 milyona yakın kişi çeşitli platformlardan töreni canlı izledi. Aralarında turistlerin de bulunduğu on binlerce insan yağmura rağmen tören güzergahında Kral Charles ve eşi Kraliçe Camilla’yı selamlamak için saatlerce bekledi.
Pazar günü Buckingham Sarayı’ndan yapılan açıklamada ilginin Kral ve Kraliçe’yi ‘derinden etkilediği’ belirtildi. Saray, kraliyet çiftinin, böylesine ‘görkemli bir olayın’ gerçekleşmesine yardımcı olan ve desteğini esirgemeyen herkese ‘son derece minnettar’ olduğunu aktardı.
Buna karşın cumartesi günkü tören sırasında İngiliz demokrasisi açısından ‘talihsiz’ sayılabilecek bir olay yaşandı. Londra polisi, kendilerine ‘Cumhuriyet’ adını veren ve “Kahrolsun kraliyet!” diye slogan atan monarşi karşıtı bir grubun protestosunu engelledi. “Benim kralım değil” yazılı çok sayıda pankarta el koyan polis, grup lideriyle birlikte 52 kişiyi gözaltına aldı. Göstericiler, 16 saat polis merkezinde tutulduktan sonra salıverildi.
“İNGİLTERE’DE BARIŞÇIL PROTESTO HAKKI KALMADI”
Cumhuriyet grubunun lideri Graham Smith, serbest kalmasının ardından yaptığı açıklamada, İngiltere’de artık barışçıl protesto hakkı kalmadığını söyledi. Ana muhalefetteki İşçi Partisi Milletvekili Jess Philips, durumu sosyal medya hesabından eleştirirken, “Ulusumuz ve kralımız, farklı bir görüşün ortaya konmasını kaldıramayacak kadar kırılgan.” dedi. İnsan Hakları İzleme Örgütü İngiltere Direktörü Yasmine Ahm da gözaltı olayının ‘inanılmaz derecede endişe verici’ olduğunu, bunun ancak Moskova’da görülebileceğini ifade etti.
‘Cumhuriyet’ grubu, eylemi Trafalgar Meydanı’ndaki Kral I. Charles heykeli önünde yapmayı planlıyordu. Çünkü heykel, tam da III. Charles’ın ‘taç yürüyüşü’ yapacağı güzergah üzerinde bulunuyor. Ancak polisin engellemesiyle protestocular bu noktaya ulaşamadı. Ayrıca heykelin çevresi BBC’nin çekim yapması için bariyerle kapatılmıştı.
Monarşi karşıtlarının bu noktayı seçmesi ve polisin sıkı tedbir almasının arkasında derin anlamlar var. Çünkü I. Charles, 17. yüzyıl’ın ortalarında dönemin ‘Cumhuriyetçileri’ tarafından tahttan indirilip yargılanan ve kafası kesilerek idam edilen bir hükümdar. 1625’te 24 yaşında iken tahta geçen I. Charles, kendine fazlasıyla kutsallık atfeden, yalnız Tanrı’ya karşı sorumlu olduğuna inanan bir hükümdardı.
Kral I. Charles, savaş endeksli bir dış politika izlediği için sürekli ek vergi toplamaya ihtiyaç duyuyordu. Lakin, parlamentodan onay almadan bunu yapması imkansızdı. Charles’ın, kendi kutsallığına ‘hakaret’ olarak gördüğü bu durum, zengin ve soylu kesimin yönetimindeki parlamento ile arasının açılmasına sebep oldu.
I. CHARLES, TİRANLIĞIN BEDELİNİ İDAMLA ÖDEDİ
Anlaşmazlık arttıkça Charles parlamentoyu feshetme yoluna gitti ve 4 yıl içinde bunu 3 kez tekrarladı. 1629’da ise parlamentoyu lağvederek ülkeyi tek başına yönetmeye karar verdi. Bu dönemde tamamen ‘tiranlaştı’, muteber olmayan yöntemlerle vergi toplamaya çalıştı. Soylulardan ve yeni yeni büyüyen tüccarlardan zorla ‘borç’ aldı. Buna karşı çıkanları, vergisini ödemeyenleri veya buyruğuna itiraz edenleri özel mahkemeler tarafından tutuklattı.
Diğer yandan, I. Charles Anglikan Kilisesi’ne mensup iken eşi Katolik, parlamento üyeleri ile halkın önemli bölümü ise Protestan (Püriten) idi. Bu sebeple kendisine şüpheyle yaklaşan Püritenlere yönelik baskıyı zaman içinde arttırdı. Zulme maruz kalan bu insanların çoğu çareyi Amerikan kolonilerine göç etmekte buldu.
1642’de Charles’ın 5 milletvekilini tutuklatmaya kalkışması iplerin tamamen kopmasına yol açtı. Kraliyet destekçileri ile Parlamento yanlıları arasında bir iç savaş başladı. 4 yıl süren savaş ‘Kralcıların’ yenilgisiyle sona erdi ve I. Charles, parlamenterlerce esir alındı. İktidarı yeniden ele geçirmeye yönelik başarısız bir girişimin ardından Charles ‘vatana ihanet’ suçundan yargılandı. “Kralı yargılayabilecek bir makam olamaz!” diyerek tanımadığı mahkeme tarafından suçlu bulundu ve 30 Ocak 1649’da Whitehall Sarayı’nın avlusunda boynu vurularak idam edildi.
I. Charles’ın idamına tanıklık eden saray, bugün aynı ismi taşıyan cadde üzerinde bulunuyor ve otel olarak hizmet veriyor. Otelin bir köşesinde Charles’ın bir büstü ve kısa özgeçmişi asılı. Ölüm cezasına çarptırılan tek İngiliz kralı olan Charles’ın Trafalgar Meydanı’ndaki at üstündeki heykeli ise bu caddenin sonunda bulunan günümüzün parlamentosuna doğru bakıyor.
II. CHARLES DÖNEMİNDE İKİ BÜYÜK FELAKET YAŞANDI
İngiltere bu olayın ardından 11 yıl sürecek bir cumhuriyet dönemine geçti. Charles’ın idamında önemli rol oynayan asker ve politikacı Oliver Cromwell, 1653 yılında silahlı asker göndererek ‘görevini yapamadığı’ iddiasıyla parlamentoyu dağıttı. Cromwell, hayatını kaybettiği 1658 yılına kadar ‘Koruyucu Lord’ olarak ülkeyi yönetti.
I. Charles’ın oğlu II. Charles ise Fransa sürgününde zor şartlar altında yaşıyordu. Cromwell’in ardından parlamento, ülkeyi yönetmekte zorlanıyordu. Ülkenin tekrar parçalanmasından korkan İskoçya Valisi İngiliz General George Monck, ordusuyla yönetimi devirdi ve II. Charles’ı tahta çıkardı.
II. Charles, 1661’de ‘Kralcıların’ ağırlıkta olduğu bir parlamento topladı. 1679’a kadar hayatiyetini sürdüren bu parlamento, birçok baskıcı yasa çıkardı. Ordunun denetimini krala veren, muhaliflerin başında bulunduğu şehir yönetimlerini feshetme hakkı tanıyan yasalar çıkarıldı. Ayrıca basına sansür uygulandı. Kral, Katoliklere hoşgörü gösterilmesi yönünde çabalar sarf etti ancak bu politika Avam Kamarası tarafından engellendi. Mali yönden serbest davranamayan kral, ekonomik sorunların üzerinden gelemedi. İngiltere-Hollanda arasında ikinci kez çıkan savaşta başarısız (1665-1667) olması II. Charles’ın gücünü kırdı.
Ayrıca bu dönemde Londra’da iki büyük felaket yaşandı. Hollanda savaşının ilk yılına rastlayan ‘büyük veba’ salgınında Londra ve çevresinde yaşayan 100 bine yakın insan hayatını kaybetti. Bu, şehir nüfusunun yüzde 24’üne tekabül ediyordu. Daha vebanın yaraları sarılmadan 2 Eylül 1666’da şehirde büyük bir yangın çıktı. Kayıt tutulamadığı için kaç kişinin öldüğü bilinmeyen yangında 13 bin 200 ev, 87 kilise, ünlü St. Paul Katedrali ve birçok resmî kurum kül oldu. Tahminlere göre 70 bine yakın insan evsiz kaldı.
Charles, 1670 yılında Fransa Kralı XIV. Louis ile gizli bir antlaşma imzaladı. Katolikliğe geçmeyi ve Hollanda’ya karşı Fransızları desteklemeyi taahhüt etti; karşılığında Fransa’dan sübvansiyon alacaktı. Bu müzakerelerin bilinmesi ve mutlak bir monarşi kurma çabaları Charles’ı 1681’de feshettiği parlamento ile karşı karşıya getirdi, aynı zamanda halkın güvenini kaybetti. Bu tarihlerde ağır olarak hastalandı ve hayatını kaybettiği 1685’e kadar tek başına hüküm sürdü. Öldüğünde 14 çocuğu vardı ama bunların hiçbiri meşru olmadığı için yerine kardeşi James geçti.
III. CHARLES’IN TAHTTAKİ 8 AYI PARLAK GEÇMEDİ
Bu gerçeklerden dolayı ‘Charles’lı yıllar’ İngiltere tarihinde pek hayırla yâd edilmez. Hatta bazıları bu yüzden şimdiki kralın ‘Charles’ ismini tercih etmesine şaşırmıştı. Çünkü kendisinin tam adı ‘Charles Philip Arthur George’ ve bunlardan herhangi birini seçme hakkı vardı. Fakat o, belki de küçüklüğünden beri ‘Prens Charles’ olarak anılmasından olacak bu isimde karar kıldı.
İngiltere hükümdarları arasında en yaşlı tahta çıkan kişi olan III. Charles’ın görevde geçirdiği 8 aya bakıldığında onun da parlak bir başlangıç yaptığı söylenemez. Hem yaşı hem de eski eşi Prenses Diana’ya yaşattıkları sebebiyle bilhassa yeni nesil nezdinde ‘en az sevilen’ kraliyet mensubu olarak görülüyor. Daha önemlisi, Brexit, Covid-19 salgını ve Ukrayna savaşının etkisiyle yakın tarihteki en kötü ekonomik dönemini yaşayan bir ülkenin başına geçti. Daha ikinci ayında iki başbakan gördü. Lizz Trus’un istifasını kabul etti, Rishi Sunak’ın görevini onayladı.
Küçük oğlu Prens Harry’nin röportaj, belgesel ve yazdığı kitapla ailesinin kirli çamaşırlarını ortaya sermesi tüm monarşi destekçilerinin canını sıktı. Oğlu ve gelininin Saray sakinleri için yaptığı ‘ırkçılık’ suçlamasıyla sıkıntılı günler geçirirken, eşi Kraliçe Camilla’nın verdiği bir davette benzer hadise yaşandı. Barones Hussey isimli kıdemli bir Saray çalışanının siyahi misafirlerden birine ısrarla nereli olduğunu sorması Saray’ın ırkçılık karnesini bir kez daha tartışmaya açtı.
Öte yandan Kral’ın halen ‘devlet başkanı’ olarak kabul edildiği 14 İngiliz Milletler Topluluğu üyesinin çoğu artık bu bağlılığa son vermek istiyor. Pazar akşamı, Windsor Kalesi’nde düzenlenen ve 20 bin kişinin canlı izlediği, 100 ülkede naklen yayınlanan taç giyme konserinde oldukça mutlu görünen Kral III. Charles’ın yüzü bundan sonra ne kadar gülecek veya tarihe nasıl geçecek, bunu zaman gösterecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***