Tunus, Arap Baharı sürecinde ayakta kalan tek demokrasi örneği olduğu düşünülen bir ülkeydi. Ancak şu anda Kays Said’in başlattığı “sivil darbe” süreciyle birlikte bu “müstesna ülke” de elden avuçtan çıkmak üzere. Ülkenin, 2019’da yolsuzluğun kökünü kazıma sözü vererek iktidara gelen eski bir anayasa hukuku profesörü Said yönetiminde yeniden eski baskıcı günlere dönebileceğine dair endişe, Tunus istisnasına gölge düşürüyor. Sanki bir daha demokrasiye dönülemeyecekmiş gibi bir his uyandırıyor Tunuslularda.
Gannuşi’nin tutuklanması İslamcıların demokrasiyle ilişkisine dair tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Ortadoğu ve İslam dünyasında özgür ve adil bir siyasal sistem inşa edememenin faturası sadece İslamcılara mı kesilmeli? Yoksa gerçek sorumlu bölge sosyolojisi başta olmak üzere bütün bir bölge mi? Buna dair soru ve sorgulamalara adil yanıtlar vermek gerekiyor.
Gerçekten de İslamcı yapıların bir kısmı, Türkiye’de olduğu gibi hukukun üstünlüğünü tanıma ve demokratik sistemi sürdürme noktasında büyük hayal kırıklıklarına neden oldu. Siyasi hayatına liberal olarak başlayıp İslamcı olarak sürdüren ve şimdilerde ise radikal sağın sahasında top koşturan AK Parti’nin ülke demokrasisini getirdiği noktayı ve otoriter tutumunu göz önüne aldığımızda, İslamcıların karnesinin kırıklarla dolu olduğu görülüyor. AK Parti’nin İslamcıları temsil etmediği söylenebilir ancak sorun şu ki, hem Türkiye’de hem de uluslararası arenada İslamcı yapıların ezici bir çoğunluğu AK Parti’yi ya İslam adına destekledi ve ya da İslamcılık adına meşrulaştırdı. Bu nedenle iktidar partisinin deneyim ve icraatındaki olumlu olumsuz birçok şeyin İslamcılık hanesine yazılması çok da hakkaniyetsiz bir yaklaşım sayılmaz.
Öte yandan bilindiği gibi Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in aldığı zincirleme kararlarla önce parlamento feshedildi ardından Nahda Hareketi lideri ve Tunus Parlamento Başkanı Raşit Gannuşi tutuklandı. Ancak Gannuşi, hakkında tutuklama kararı çıkarılan tek siyasi değil, onun yanı sıra 11 Tunuslu politikacı daha Kays Said’in bu anti demokratik kararlarından payını aldı. Gannuşi’nin serbest bırakılmasını isteyen Türkiyeli İslamcıların bir bölümü, Selahaddin Demirtaş ve Osman Kavala’nın hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulmasını ya alenen ya da sessiz kalarak zımnen desteklediler.
Bütün bunlara rağmen yine de bu coğrafyada İslamcıların yaşadığı fiyaskonun Liberali, Marksisti, Sosyalisti, Baasçısı, İslamcısı ve seküleriyle paylaşıldığını, benzeri fiyaskoları geçmişte bizzat bu parti ve ideolojik grupların da deneyimlediğini unutmamak zorundayız. İslamcılar otoriter de laikler çok mu demokrat? 1991 yılından önce Ortadoğu ve İslam dünyasında çok başarılı demokrasiler vardı da İslamcı partiler mi buna engel oldu? Elbette hayır. Bölgede özgürlük ve adalet temelinde yükselen bir siyasal sistem inşa edilememesinin sorumlusu tek başına İslamcılar değildir ama meseleyi doğru oturttuğumuzda özellikle geçiş süreçlerinde yaptıkları hatalarla bunda İslamcıların da payı olduğunu görürüz.
Ortadoğu ve İslam dünyasının bir türlü demokratik bir yönetime geçememesinin köklerine göz atmak gerekirse bunun farklı nedenlerinin bulunduğunu görmek mümkündür. Bu neden ve faktörleri, şu şekilde sıralamak mümkün:
- Otoriter yönetimlerin direnci: Eva Bellin, Ortadoğu’daki otoriter yönetimlerin, iktidarlarını korumak ve muhalefeti bastırmak için güçlü bir dirence sahip olduklarını ifade etmektedir. (Bellin, 2004). Söz konusu direnç, Bellin’e göre demokratik geçişi engelleyen unsurlardan biridir.
- Zayıf sivil toplum: İslam dünyasında güçlü bir sivil toplumun olmayışı ya da olsa da STK’ların bağımsız bir yapıya sahip olamaması, demokratik geçiş sürecini zorlaştırmaktadır (Norton, 1995). Bu durum, demokratik değerlerin ve normların yayılmasını, siyasi aktörlerin işbirliğini ve uzlaşmasını engellemiştir.
- Siyasi kutuplaşma ve sekteryan yapı: Ortadoğu’da siyasi aktörler arasındaki kutuplaşma ve sekteryan (mezhepçi) yapıların varlığı da başka bir sorun. Tek başına olmasa da başka faktörlerle bir araya geldiğinde farklı partiler ya da örgütler arasındaki ideolojik karşıtlık, demokratik geçiş süreçlerinde istikrarın ve uzlaşmanın önüne taş koyan bir başka unsur haline gelmektedir (Gause, 2011).
- Ekonomik faktörler: Bölgedeki ekonomik yapılar ve eşitsizlikler, demokratik geçiş sürecini olumsuz yönde etkilemektedir (Richards ve Waterbury, 2007). Yüksek işsizlik oranları, eşitsiz gelir dağılımı ve yetersiz ekonomik kalkınma, demokratik reformların benimsenmesini ve toplumsal desteğini zorlaştırmaktadır.
- Dış müdahaleler ve bölgesel güçler: Elbette asli unsur, iç kamuoyu ve içerde yaşanan rekabet ya da çatışmadır. Ancak yine de İslam dünyasındaki dış müdahaleler ve bölgesel güçlerin rekabeti, demokratik geçiş süreçlerini yokuşa sürmüştür. (Lynch, 2016). Özellikle soğuk savaş döneminde çift kutuplu dünyadaki rekabet, demokrasiye geçiş karşısında kendi müttefiki olmayı daha önemli hale getirmiş, bu açıdan yerel reformları önemsizleştirmiştir.
Görüldüğü gibi İslam dünyasında demokratik bir yapı inşa edilememesinin nedenleri çok farklı faktörlere dayanıyor ve tek bir ideoloji ya da dini anlayışa indirgenebilecek bir durum söz konusu değil.[i] Öte yandan İslamcılığın demokrasiye karşı mesafeli olan, onu yok etmek isteyen versiyonları olduğu gibi tersine demokratik süreçlerin İslam dünyasının sorunlarına çözüm getireceğine inanan, demokrasiyi araçsallaştırmak yerine İslam dünyasında ortak yaşamı mümkün kılacak yegâne unsur olarak gören Siyasal İslam türleri bulunmaktadır.
Öyleyse demokrasiye göz kırpan İslamcı hareketlerin gerçekten samimi olup olmadıklarını nasıl anlayacağız? Demokratik bir düzende faaliyet gösteren İslamcı unsurlar gerçekten ortaya koydukları tarihsel deneyimin verdiği motivasyonla samimi bir ortak yaşam idealine inanarak içtenlikle demokratik bir tavır mı sergiliyor yoksa aslında yapılan manevraların inandırıcı olabilmesi için mi böyle davranıyorlar? İslamcılar, demokrasiyi toplumun huzur ve istikrarı için gerekli olan aparatlara sahip, insanoğlunun geliştirdiği ortak yaşam tecrübesini iyi kötü somutlaştıran bir sistem olarak mı görüyor yoksa bir araçsallaştırma mı söz konusu? Bu konu aslında R. T. Erdoğan’ın tren metaforu üzerinden ülkemizde çok tartışılsa da İslam dünyasındaki farklı deneyimlerin yarım yamalak ve sadece AK Parti ve Milli Görüş ekseninde ele alınması nedeniyle kısır ve lokal kaldığını söylemeliyim.
Türkiye’deki AK Parti deneyimi, açık bir araçsallaştırma durumunu gözler önüne seriyor. Ancak dünya sadece Türkiye’den ibaret olmadığına göre burada yaşananları, farklı deneyimlerle birlikte ele almak gerektiği açık. Örneğin Malezya, İslamcıların demokratik sürece aktif katkıda bulunduğu bir ülke ve İslamcı yapıların demokrasinin konsolide edilmesindeki rolü açısından oldukça ilginç bir örnek. Malezya’daki en önemli İslamcı yapı, 1951’de ülkenin en eski siyasi partisi olarak kurulan Malezya İslam Partisi’dir (PAS). Malezya siyasetinde demokratik süreçlere katılan parti, seçimlere katılma, koalisyon hükümetlerinde yer alma, muhalefette olma gibi demokratik normları benimsedi (Farish A. Noor, 2002). Parti ayrıca, İslamcılık ve demokrasi arasında bir denge kurmayı amaçlayarak, Malezya’daki demokrasinin konsolidasyonuna katkı sağlamasıyla biliniyor. Bu siyasi yapı, İslamcı ideallerini demokratik süreçlere uyum sağlayacak şekilde yeniden yorumlamış ve Malezya’nın çok kültürlü ve çok dinli yapısına saygı göstermektedir (Kamarulnizam Abdullah, 1999). Bunun dışında, parti sosyal adalet ve eşitlik konularında önemli bir rol oynamış ve demokratik değerlerin yayılmasına katkıda bulunmuştur. Parti, Malezya siyasetinde, özellikle de kırsal kesimde, eşitlik ve sosyal adaleti savunarak halkın desteğini kazanmıştır (Mohamed Mustafa Ishak, 2001). Ancak Uluslararası Müslüman Kardeşler teşkilatı ile bağlantılı olan PAS’ın demokrasi konusundaki tutumu, partinin henüz tek başına iktidarı elde edecek güce erişmediği için netlik kazanmamıştır.
Tunus için de benzer şeyler söylenebilir. Tunus, Arap Baharı sürecinde bölgedeki diğer ülkelerden farklı olarak demokratik dönüşüm sürecinde önemli başarılar elde etti. Bu başarıda, Nahda Partisi ve lideri Raşid Gannuşi’nin demokrasiye geçiş sürecinde gerek geniş bir uzlaşma zemini oluşturma noktasında ortaya koyduğu çaba gerekse farklı ideolojik eğilimi olan partilerle girdiği işbirliği önemli bir rol oynadı. 2011’de başlayan Arap Baharı hareketleri sırasında Nahda Partisi ve Raşid Gannuşi, Tunus’ta demokrasi ve insan hakları talepleriyle öne çıktılar (Alexander, 2012). Zeynel Abidin bin Ali’nin iktidardan düşmesinden sonra Nahda hareketi, 2011 seçimlerinde en fazla oyu alan parti olmasına rağmen siyasal alanı bir çatışmaya dönüştürmemek için geri çekilerek Cumhurbaşkanlığına aday göstermedi ve önemli denebilecek bir fedakârlığa imza attı. (Marks, 2015).
Nahda, 2014’te kabul edilen yeni anayasa sürecinde de aktif bir rol oynadı. Parti, diğer siyasi aktörlerle işbirliği yaparak, demokratik değerlere dayalı ve temel insan haklarını güvence altına alan bir anayasa hazırlanmasına katkıda bulunurken İslamcılık ve demokrasi arasında denge kurarak, İslamcı hareketlerin demokratik süreçlere uyum sağlayabileceğini gösterdi (Charrad & Zarrugh, 2014). Parti, İslamcı ideallerini demokratik değerlerle bağdaştırarak, demokratikleşme sürecine olumlu bir şekilde katkıda bulunmuştur (Dalacoura, 2012).
Ancak Nahda ve Gannuşi’nin ortaya koyduğu olumlu örneklere rağmen Kays Said’in karar ve icraatlarının ülkede Nahda’ya yönelik bir eleştiri dalgasının ardından geldiğini unutmamak gerekiyor. Açıktır ki Tunus’taki laik muhalefet, Gannuşi’yi demokrasi konusunda samimi görmemektedir. Tunus el Kaidesi Ensaru’ş Şeria lideri ile konuşmasına ilişkin ortaya çıkan ses kayıtları, kendisi ve Dışişleri Bakanı olan damadı hakkındaki yolsuzluk iddiaları yanıtlanmayı bekleyen sorular olarak durmaktadır. Yargılanma bu anlamda Gannuşi için aklanma vesilesi de olabilir ancak tutuklanması ve kendisinden bir müddet haber alınamaması, Kays Said yönetiminin insan hakları ve özgürlükler konusunu pek önemsemediğini, Kays Said’in politikalarının giderek diktatörlüğe doğru gittiğini göstermektedir. Uluslararası toplumun da ciddi eleştiriler getirdiği bu icraat ve yargılamalar sonucu ortaya çıkacak kararların meşruiyeti de oldukça şüpheli olacaktır.
KAYNAKÇA
Lewis, B. (1993). Islam and Liberal Democracy. The Atlantic.
Huntington, S. P. (1996). The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. New York: Simon & Schuster.
Nasr, V. (2005). The Rise of “Muslim Democracy”. Journal of Democracy, 16(2), 13-27.
Pipes, D. (2003). Can Islamists Be Democrats? The Middle East Quarterly, 10(3).
Farish A. Noor (2002). The Parti Islam Se-Malaysia (PAS) and the Localization of Political Islam. In: Islam in the Era of Globalization: Muslim Attitudes towards Modernity and Identity. Routledge, 69-89.
Kamarulnizam Abdullah (1999). The Impact of the “Asian Values” Debate on Malaysia’s Foreign Policy. Contemporary Southeast Asia, 21(1), 1-22.
Mohamed Mustafa Ishak (2001). The Politics of Accommodation: An Analysis of the 1999 Malaysian General Election. Aldershot: Ashgate Publishing.
Liow, J. C. (2004). Political Islam in Malaysia: Legitimacy, Hegemony and Resistance. In: Ed. A. T. Mohsin, Political Islam and Muslim Politics in the Malay-Indonesian World. Journal of Contemporary Asia Publishers, 53-83.
Case, W. (2004). New Uncertainties for an Old Pseudo-Democracy: The Case of Malaysia. The Journal of Comparative Asian Development, 3(2), 215-244.
Weiss, M. L. (2000). Democracy and the Challenge of Ethnic-Religious Conflict in Malaysia. In: Ed. M. L. Weiss & S. F. Ong, Ethnic-Religious Identity and Conflict in Malaysia. Georgetown University Press, 13-36.
Bellin, E. (2004). The Robustness of Authoritarianism in the Middle East: Exceptionalism in Comparative Perspective. Comparative Politics, 36(2), 139-157.
Norton, A. R. (1995). Civil Society in the Middle East. Leiden: E.J. Brill.
Gause, F. G. (2011). Why Middle East Studies Missed the Arab Spring: The Myth of Authoritarian Stability. Foreign Affairs, 90(4), 81-90.
Richards, A., & Waterbury, J. (2007). A Political Economy of the Middle East. Boulder, CO: Westview Press.
Lynch, M. (2016). The New Arab Wars: Uprisings and Anarchy in the Middle East. New York: PublicAffairs.
Alexander, C. (2012). Tunisia: From revolution to republic. Mediterranean Politics, 17(2), 254-261.
Allani, A. (2014). Tunisia’s new constitution: Progress and challenges to come. The Brookings Institution.
Charrad, M. M., & Zarrugh, A. (2014). Equal or complementary? Women in the new Tunisian Constitution after the Arab Spring. The Journal of North African Studies, 19(2), 230-243.
Dalacoura, K. (2012). The 2011 uprisings in the Arab Middle East: political change and geopolitical implications. International Affairs, 88(1), 63-79.
Huff, A. (2012). The role of Islamist parties in the Arab Spring. Project on Middle East Political Science, 2, 11-15.
Marks, M. (2015). Tunisia’s Ennahda: Rethinking Islamism in the context of ISIS and the Egyptian coup. The Brookings Institution. Retrieved from https://www.brookings.edu/research/tunisias-ennahda-rethinking-islamism-in-the-context-of-isis-and-the-egyptian-coup/
Yousfi, H. (2015). Trade unions and Arab revolutions: The Tunisian case of UGTT. British Journal of Middle Eastern Studies, 42(1), 88-102.
[i] Elbette İslamcıları değil belki ama bölgenin kültürel ve dini yapısının demokrasiyle bağdaşmayacağını savunan, çalışmalar da mevcut. Başta Bernard Lewis olmak üzere Huntington, Vali Nasr ve Daniel Pipes gibi akademisyenler İslam dünyasında demokrasinin yayılmasını zorlaştıran faktörlerden biri olarak İslamcılığı ve İslam hukukunun (şeriat) demokratik değerlerle uyumsuz olduğu düşüncesini savunmaktadırlar. Ancak bu akademisyenlerin çalışmaları, içerdikleri özcü tezler nedeniyle akademik çevrelerde bir zamanlar itibar görse de artık pek muteber kabul edilmemektedirler. Nitekim aksi yönde yani İslamcıların demokrasiye geçişi kolaylaştırdığına ilişkin çalışmalar için bkz: Esposito, J. L., & Voll, J. O. (1996). Islam and Democracy. New York: Oxford University Press. Roy, O. (1994). The Failure of Political Islam.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***