YORUM | MAHMUT AKPINAR
1950’lerden sonra hız kazanan seçmen davranışlarını incelemek, pek çok faktörü dikkate alan karmaşık bir çalışma alanı. Zira insanların sosyal ve ekonomik sınıfları, ideolojik yaklaşımları, cinsiyetleri, refah durumları, kültürleri seçmen davranışlarını etkiler.
İktidara tepkili, ama muhalefete güven duymayan, değişim umudu olmayan seçmenlerde genelde iki tür seçmen davranışı gözlemlenir:
- Sandığa gitmeyerek, oy kullanmayarak muhalefetiyle-iktidarıyla siyasi aktörleri protesto etmek.
- Reaksiyoner davranarak, uç partilere/liderlere oy vermek
Erdoğan rejimi iktidardan yaygın bir memnuniyetsizlik olduğunu görüyor ve bunu anketlerle ölçüyor. Türkiye’de nefreti körükleyen, demokrasiyi manipüle eden, en ilkesiz siyaset yapan parti AKP. Ama Erdoğan liderliğindeki AKP yıllardır seçimlerin ruhunu okuma, seçmen davranışını analiz etme ve kazanma konusunda gayet rasyonel. Zira seçmenlerin taleplerini, tepkilerini ölçerek söylem geliştiriyor, politikalarını bu sonuçlara göre revize ediyor. Bazen Erdoğan oldukça seviyesiz, ilkesiz, kaba söylemler üretiyor. Toplumu aşağılayan, bazı kesimleri rencide eden ifadeler kullanıyor, çamur atıyor, belden aşağıya vuruyor. Ama seçim ve sandık söz konusu olduğunda Erdoğan oldukça rasyonel davranır, bilimsel yöntemleri dikkate alır. Kamuoyu yoklamaları yaptırır, seçmenlerin taleplerini, davranışlarını dikkate alır. Bazen kendini inkar edecek şekilde keskin dönüşler yapar. Zira onu ölçtürmüştür, seçmen üzerindeki olumsuz etkisini öğrenip tornistan yapmıştır.
Erdoğan’ın seçim stratejisi birinci turda kendisinin kazanması üzerine değil, Kılıçdaroğlu’nu kazandırmamak üzerine. Dolayısıyla yapması gereken şey, seçimin ikinci tura kalması. Anlaşılan o ki, Erdoğan iki tur arasında, 2015 Haziran’ından sonra başarıyla uyguladığı kaos stratejisini devreye sokacak. Bununla ilgili hazırlıklar yaptığı anlaşılıyor. Yüzbinlerce trolle, sosyal medya içerik üretim ekipleriyle, havuz medyası ile seçim öncesi kamuoyunu domine etmeye, halkı kaygılandırıp korku tüneline sokmaya başladılar bile. Kaybederlerse bunun “darbe” olacağı, seçimi kazansa bile milletin CHP’ye yetki vermeyeceği gibi akla ziyan söylemler, toplumda “Erdoğan’ın gitmeyeceği”, “iç savaş dahil her seçeneği kullanacağı” korkusunu yayıyor. Ayrıca silahlı bürokrasiye ilave SADAT, silahlandırılan partizanlar gibi paramiliter gruplara hükmetmesi kaygıları daha da güçlendiriyor.
Öte yandan Erdoğan CHP’yi ve Millet ittifakını itibarsızlaştırıyor, PKK ile eş tutuyor, “beceriksiz” göstermeye çalışıyor. Böylece kendisine oy vermeyecek seçmenin muhalefetten de umudu kesip sandığa gitmemesini istiyor. “Ben gidersem Kılıçdaroğlu da gelemez! Kaos gelir, iç savaş çıkar!” diyerek, kararsız seçmenin Kılıçdaroğlu’na yönelmesini engellemek ve ilk turda kazanmasının önüne geçmek istiyor. Zira kaosla, iç savaşla, ölümle korkutulan halk kitleleri “daha kötüsü olmasın” diye mevcuda rıza gösterme eğilimine girer. 2015 seçimlerinde akan kan ve çıkan kaos halkta bu etkiyi oluşturdu. Gündelik yaşam mücadelesi veren insanlar “Suriye, Irak gibi olmaktansa Erdoğan’a biraz daha katlanalım!” kıvamına getirildi.
Yine halkı tehdit ediyor, iktidarı teslim etmeyip ortalığı karıştıracağı, koltuğu devretmeyeceği ihtimalini kamuoyuna yayıyor. Böylece halkı kerhen de olsa kendine razı etmek, en azından sandığa gitmemeye ikna etmek istiyor. Korkan, endişelenen halkın sandığa gitmeme refleksi gösterdiğini iyi biliyor.
Erdoğan’ın seçimleri ikinci tura bıraktıracak stratejilerinden birisi de kendisine gelmeyecek oyların Kılıçdaroğlu’na gitmesini engelleyecek iki tavşan aday çıkarmak oldu. Reaksiyoner davranacak seçmen Muharrem İnce ve Sinan Oğan’a yönelecek, böylece Kılıçdaroğlu’nun ilk turda seçilmesinin önüne geçeçek. Eğer iki aday %5 ve üzeri oy alırsa Erdoğan hedefine ulaşmış olacak. Buna matuf son düzlükte Sinan Oğan ve Muharrem İnce propagandasını artıracaktır. Ama seçim yaklaştıkça seçmenler daha makul düşünmeye ve rasyonel davranışlar geliştirmeye başlarlar. Bu çerçevede iktidarın desteğine rağmen seçmenin Oğan ve İnce’nin neye hizmet ettiğini sorgulayıp akıllıca davranması bekleniyor.
Seçim atmosferinde Hizmet insanlarında da bir kafa karışıklığı gözlemliyorum. Bu dönemin mağdurları arasında “Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceği!”, “Halkın Erdoğan’ı hakettiği, dolayısıyla bir süre daha gitmeyeceği”, “diktatörlerin seçimle gitmesinin mümkün olmadığı” gibi söylemler var. Çözümün sandıkta ve seçimlerde olduğuna inanmayan, mistik ve ezoterik beklentiler içinde olanlar az değil. Bunlar oy kullanmayı, sandığa gitmeyi abes, gereksiz görüyor. Dolayısıyla çevrelerini de etkiliyorlar. Ayrıca “siyasete fazlaca bulaştık ve başımıza bela açıldı!” diyerek vatandaşlık hak ve görevi olan oy kullanmayı bile “politize olmak” şeklinde yorumlayanlar var.
Bazen ifrat-tefrit arasında savrulmalar yaşıyoruz. Hak ve özgürlükler anlamında ciddi açılım getiren Anayasa referandumunda “mezardakiler dahi kalkıp oy kullansın” ifadesi ve bazı seçimlerde taraf olmak sıkça eleştiriliyor. Bundan dolayı bazıları seçimlere tavır alma, sandığa gitmeme tercihinde bulunabiliyor. Camianın hafızasında siyaset/siyasetçiler nedeniyle zarar görüldüğü fikri güçlü şekilde duruyor. Bunun için siyasete mesafe koyma, seçime ve sandığa duyarsızlık gözlemleniyor. Bu hal biraz da umutsuzluktan, küskünlükten, siyaset kurumunu protesto etmekten kaynaklanıyor. “Toplum Erdoğan’a müstahak, bırakalım gerçek yüzünü görene kadar çeksin!” şeklinde derinden sitem de barındırıyor.
Bunlar makul bir hareket olan, sebeplere riayeti önemseyen bir topluluk için rasyonel, kabul edilebilir yaklaşımlar değil. Kaldı ki Hoca Efendi’nin çevresini oy kullanmaya teşvik ettiği biliniyor. Erdoğan’ın seçime müdahale etmesi, sonuçlarla oynaması, koltuğu bırakmak istemeyeceği öngörülebiliyor. Ancak bunların başarıya ulaşacağı gibi bir seçeneği peşinen kabullenip sandığa gitmemek, siyasi çözümleri yok saymak kader ve kaza anlayışımıza ters. Tedbiri almadan, sebeplere riayet etmeden yenilgiyi kabul etmek cebriyeci bir kader yorumuna giriyor. Sebeplerle hareket etmek, yapabileceklerimizi yapmak durumundayız. Şu anda önümüzdeki en etkili, yasal ve makul seçenek, vatandaş olarak oyumuzu kullanmak. Bunun dışındaki haller ve seçenekler etki ve sorumluluk alanımızın dışında. Dolayısıyla mistik, metafizik, ezoterik söylemlere itimat edip sandığa gitmemek, çevremize bunu telkin etmek, farklı beklentilere girmek, makul, mantıklı, rasyonel Hizmet insanlarına uymuyor. Parti propagandası yapmaya, siyasi amigoluğa soyunmaya elbette gerek yok, lakin anayasal hak ve sorumluluk olan tercihlerimizi kullanmalı ve reyimizi sandığa yansıtmalıyız.
Sandık her şey değildir, tek başına bir ülkeye demokrasi getirmez. Ama sandık olmaksızın da demokrasi, çoğulculuk, katılımcılık, değişim olmaz. “Bir oydan bir şey olmaz”, “ben mi değiştireceğim?” demeyip sandığa gitmek lazım. Ben bel fıtığıma rağmen, 3 saat 45 dakika kuyrukta bekleyip oyumu kullandım, bireysel görevimi yaptım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***