Mümtaz’er Türköne’nin freeturkishpress.com’da yayınlanan yazısının tamamı şöyle:
İslâm dünyasında siyasî rekabet sembolleşen isimler üzerinden yapıldı. Rekabetin kuralları ise din tarafından değil, iktidar hırsı ve hesapları ile belirlendi. Muaviye iktidarı ele geçirmek ve sonra sürdürmek için her şeyi mübah görenleri, Hz. Ali ise hakkı-hukuku ve saf inancı temsil ediyor.
Halk ise her devirde kalbiyle, inancıyla Ali’nin arkasında duruyor, ama Muaviye’ye itaat ediyor. Devlet her zaman ejderhaya benzeyen sevimsiz yüzüyle ve bütün kurum ve kurallarıyla Muaviye’yi, halk ise umutları ve idealleriyle Ali’yi rehber ediniyor.
Sünniler arasında hiç Muaviye veya Yezid ismine rastladınız mı? Ya Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma?
Muaviye, Machiavelli’nin “Hükümdar”ına taş çıkartacak ölçülerde, ondan yüzyıllarca önce iktidarı eline geçirmiş bir fırsatçı. İslâm’ın başlangıcında Mekke’nin fethinden sonra trene en son vagonda en son binenlerden, en geç Müslüman olanlardan biri; buna rağmen iktidarı ele geçiriyor ve ilk devleti o kuruyor.
Siyaseti bütün hayatı boyunca dini sadece iktidar aracı kılarak, sonuna kadar istismar ederek yapıyor. Çıkarlarına uygun inançları destekliyor, karşı tarafı zulmün her vasıtasını kullanarak yok ediyor. Dört halifeye Halife-i Resulullah, yani peygamberin halefi denirken, o kendisine “Halifetullah” yani “Allah’ın halifesi” dedirtiyor.
Muaviye’nin iktidar sırrı kabile reisleriyle arasını iyi tutmasında, özellikle Şam civarında çok kalabalık olan Beni Kelb kabilesinin desteğini ele geçirmesinde saklı.
Kelb, Arapça’da köpek anlamına geliyor, Türkçe’ye bu kabilenin ismi “İtoğulları” şeklinde tercüme edilir.
Üç kabilenin desteği ile hayat bulan Emevi devletini kabile rekabetinin şekillendirdiği, dinî prensiplerle yakından uzaktan alâkası olmadığı pek konu edilmez. Bu dönemin iktidar mücadelesi de Kays ile Beni Kelb kabilesi arasındaki rekabetle şekillenmiştir.
İslâm alimleri Muaviye’yi hep eleştirmiş ve onun yol açtığı kötülüklere karşı çıkmıştır. Seveni yoktur; iktidarı her zaman dine önceleyen Diyanet’teki birkaç hocadan başka. Ancak hayatımızı, devlet düzeni üzerinden etkileyen en güçlü gelenek bu anlayıştan neşet etmiştir.
Ezcümle, “Muaviye dini” diye, Sünniliğin çok ötesinde bir din mevcut.
Her devirde iktidar sopası olarak kullanılan bu din toplumu böler, çatıştırır, aradan sıyrılır ve görgüsüzce zulmeder. Ahlâkî hiçbir prensibi, hak-hukuk ölçüsü yoktur. Beytülmali ceb-i hümayun sayar; istediği gibi tasarruf eder.
İslâm tarihi boyunca, dün ve bugün, dinî kurallara uygun bir siyasî sistem modeli hiçbir zaman tartışma gündemine girmemiştir. Tartışmalar hep dinî siyasetin basit, sıradan iktidar aracı olarak kullanılmasına itiraz edilmesine ve ne kadarına cevaz verileceğine dairdir.
Camiyi siyasetin mezesi yapmak, Sünniliğin değil Muaviye’nin marifetidir.
Cami avlusunda işret alemi düzenlemekten, fuhuş yapmaktan on milyon kat daha büyük günah orada siyaset yapmaktır.
Yaparsanız, kul ile Allah arasına, inancın en kutsal katına, Müslümanların maslahatına fitne sokarsınız; böler, parçalar ve inancın arkasına saklanarak siyasî çıkarlarınız-iktidar hırsınız için insanları birbirine düşman edersiniz.
Boyunuz kadar günaha girer, hem dünyanızı hem de peşinize takılanların ahiretini berbat edersiniz.
Alevîlik Türkiye’de bir mezhep kavgasının tarafı olarak değil, Muaviye siyasetinin düşman ihtiyacını karşılamak için siyasî tartışmalara dahil edildi. Resmi ulemadan Ebusuud Efendi’den itibaren devlet bir iktidar tekniği olarak bu sorunu sömürdü.
Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesiyle Bektaşiliğin de dahil edildiği bu kutuplaşma toplumda derin yaralar açtı. Halbuki akıl ve feraset sahibi herkes, Aleviliğin çekip çıkartıldığı bir Türkiye’nin çorak çöle döneceğini bilir. O olmadan geride ne Türkçemiz, ne türkümüz ne de sanatımız kalır. Medeniyetimiz solmuş bir gül gibi dağılır gider.
Bu seçimler, Alevî düşmanlığı arkasına saklanan fitne-fücuru defetmek, ülkenin ayarlarını düzeltmek için altın değerinde bir fırsata dönüştü.
Kılıçdaroğlu’nun “Ben Alevîyim” sözü, Sünniliğe değil Muaviye’ye karşı bir meydan okuma olarak görülmeli. Alevî olduğunu komplekssiz ifade eden bir Cumhurbaşkanı’nın mevcudiyeti, yıpratıcı çatışmaları aşmak adına Türkiye’ye derin ve güçlü bir nefes aldırabilir.
Çekişme bu sefer Alevî-Sünni eksenine girmiyor. Sünniliği AK Parti’nin azalan oylarına hapsedemeyeceğinize göre inanç alanını aşan bir seçim söz konusu.
Kim daha iyi yönetecek? Dibi delik fıçıya dönen Beytülmale kim sahip çıkacak? Yolsuzluk nasıl önlenecek? Hukuk ve adalet nasıl tesis edilecek?
Semboller üzerinden soralım: Kim seçilecek? Ali mi, Muaviye mi?
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***