YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Helal gıdayla ilgili konuları konuştuğumuz bir ortamda, bir arkadaş oğlunun “isyanını” dile getirmişti. Helâl-haram hassasiyetine dikkat eden bir aileydi. Yurtdışında yaşamaları helâl ürünlere ulaşımı daha da zorlaştırıyordu. Fakat bu durumu çocuklara anlatmak hiç de kolay değildi. 7-8 yaşlarındaki oğulları gördüğü birçok yiyecek ve içeceği almak istese de “şüpheli” veya “haram” olduğu gerekçesiyle onun bu isteği anne-babası tarafından geri çevriliyordu. Demek ki bu durum o kadar çok tekrar etmiş ki çocuk sonunda şu tepkiyi vermişti: “Baba! Bizim dinimiz de ne kadar zormuş, bize her şeyi yasaklamış!”
Çocuk açısından baktığımızda bunu haklı bir tepki olarak görebiliriz. Çünkü gerçekten de günümüzde helâl gıdaya ulaşmanın bir kısım zorlukları vardır. Ama meseleyi biraz daha derin düşündüğümüzde aslında işi zorlaştıranın din değil, Müslümanların sorumsuzluğu ve vurdumduymazlığı olduğunu görürüz. Nasıl mı?
Esasında Kur’ân ve Sünnet’in gıdalarla ilgili yasaklarına baktığımızda bunların oldukça sınırlı ve kaçınması da oldukça kolay olduğunu görürüz. Kur’ân’da haram kılınan tek hayvan domuzdur. Bunun yanında bir de kan, meyte (murdar hayvan), Allah’tan başkası adına kesilen hayvan ve hamr (sarhoş edici içkiler) haram kılınmıştır. Hadislerde ise bu yasaklara yırtıcı kuşlar, yırtıcı hayvanlar ve eşek ilave edilmiştir. (Hakkında kesin ve bağlayıcı bir yasak olmadığı için mezhepler arasında hükmü ihtilaflı olan hayvanlara girmiyoruz.) Bir Müslüman açısından bu haramlardan uzak durmak hiç de zor değildir. Helâl alternatifler haramlara kıyasla çok daha fazladır. Özellikle ulemanın, “Eşyada asıl olan mübahlıktır.” hükmünü hatırlayacak olursak, mübahların haramlara ihtiyaç bırakmayacak kadar geniş olduğu, meşru ve helâl dairenin keyfe kâfi geldiği, harama girmeye hiç de lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kendiliğinden anlaşılır.
Peki, günümüzde helâl gıda meselesi niçin Müslümanların ana gündeminden hiç düşmüyor ve en çok zorlandıkları konulardan biri hâline geldi? Çünkü gıda teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte İslâm’ın yasakladığı üç beş haram kaynak (özellikle domuz, meyte ve alkol) üç yüz-beş yüz katkı maddesine kaynaklık etmeye ve bu katkı maddeleri de üç-beş bin gıda ürününe dahil edilmeye başlandı. (Rakamlar kesretten kinayedir.) Bunun yanında, gıdaların üretim proseslerinde farklı maksatlarla kullanılan bazı haram maddelerin gıdalara bulaşması/karışması da söz konusu olabiliyor.
Burada akla şöyle bir soru geliyor: Madem helâl gıda kaynakları haram olanlara nazaran sayılamayacak kadar çok, niye üreticiler tercihini helâlden yana kullanmıyor. Bu sorunun iki cevabı var: Birincisi, gıda sektörü (özellikle katkı maddelerinin üretimi) büyük oranda gayrimüslimlerin elinde. Dolayısıyla bir gıdanın helâl olup olmamasının onlar açısından bir önemi yok. Maalesef Müslüman iş adamları da şimdiye kadar gıda sahasında alternatif ortaya koyabilmiş, Müslümanların taleplerini karşılayabilmiş, helâl gıda problemine çözüm üretebilmiş değiller. İkincisi ise bugüne kadar Müslüman tüketiciler talep ve beklentilerini üreticilere yeterince duyuramamış. Hatta çoğu Müslüman, helâl gıda probleminin farkında bile değil. Ne yiyip içtiğinden bihaber.
Özellikle son çeyrek asırdır Müslümanlar arasında helâl gıda konusunda bir farkındalık oluşmaya başladı. Pek çok kurum tarafından helâl gıda sertifikası veriliyor. Öyle ki bu kurumların sayısı günümüzde binlerle ifade ediliyor. Fakat bunun da kendine göre zorlukları var. Başta güvenilirlik geliyor. Çoğu Müslüman hangi helâl logosuna güveneceğini bilmiyor. Zira kapitalist zihniyetin her şeyi domine ettiği modern dönemde, çokları helâl gıda sertifikası vermeyi bir kazanç kapısı olarak görüyor. Bu tek başına elbette problem teşkil etmez. Fakat para kazanma motivasyonuyla hareket eden birçok firma, işin hakkını vermiyor. Mesela işin ehli uzmanları çalıştırmıyor, gerekli denetimleri yapmıyor. Helâl gıda sertifikası vermeyi, imzası ve logosu bulunan bir evraktan ibaret görebiliyor.
Bunun yanı sıra sertifika yetkisinin kime ait olacağı, helâl belgesi veren kurumları kimin akredite edeceği, helâl gıda standartlarının hangi görüş ve fetvalara göre belirleneceği, mezhep farklılıklarının nasıl dikkate alınacağı, belge verildikten sonra denetimlerin nasıl yapılacağı gibi bu konuda kafa karıştıran ve çözüm bekleyen pek çok problem var. Haliyle dindar tüketiciler açısından helâl gıda belgesi de problemi kökten çözmeye yetmiyor.
Oldukça ilerleyen ve kompleks hâle gelen gıda sektöründeki mevcut uygulamaların ve ürünlerin dinî hükmüne dair de farklı içtihat ve görüşler ortaya konuluyor. İlgili nasların yorumu ve mezhep görüşlerindeki ihtilaflar yanında zaruret, umum-ı belvâ, istihale, istihlak, zarar, habislik, necaset gibi kavramlara yaklaşım da bu ihtilaflarda rol oynuyor. Çoğu Müslümanın, farklı içtihat ve fetvalar karşısında nasıl hareket edeceğine dair yeterli altyapıya sahip olmaması işi daha da zorlaştırıyor.
Buradaki maksadımız, helâl gıda alanında yaşanan problemleri detayıyla ortaya koymak değil. Bilakis, yapılan onca çalışmaya ve ortaya konulan onca gayrete rağmen hâlâ helâl gıdaya ulaşmanın zorluğuna işaret etmek ve böyle bir tablo karşısında Müslümanların aşırılıklara düşmeden nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair bazı ölçüler koyabilmek. Evet, âdeta bir bataklığa dönen helâl gıda problemi karşısında dinin bizden istediği mükellefiyeti tespit edebilmek ve doğru tavrı ortaya koyabilmek hiç de kolay değil. Bu yüzden de birçok Müslüman uçlarda gezinebiliyor. Bazıları helâl haram demeden önüne gelen her şeyi yiyerek ifrata giriyor, bazıları da haram ve şüpheli şey boğazımdan geçmesin derken hayatı kendine yaşanmaz hâle getirerek tefrite kaçıyor.
Bir Müslümanın, gıda sektöründeki bunca problemi görmezden gelerek yiyip içtiği gıdalar konusunda laubali hareket etmesi, helâl-haram adına hiçbir ayrım gözetmemesi ve bu konuda hiçbir gayret ortaya koymaması dininde de laubali olduğunu gösterir. Markasına, içindekilere, belgelerine bakmadan, sorup araştırmadan bilmediği ürünleri tüketen bir insanın farkında olarak veya olmayarak İslâm’ın haram kıldığı gıdaları da tüketeceğinde şüphe yoktur. Bu ise kişiyi Allah katında sorumlu hâle getirecektir.
Öte yandan, bunca problemin olduğu bir alanda, şayet bir insan, “Değil haram ve mekruh, boğazımdan tek bir şüpheli lokma dahi geçirmeyeceğim.” diyor; sadece niyet ve hedef olarak değil, fiilî olarak da bunu kesin gerçekleştirmek istiyorsa, onun yapması gereken de proses gıdaları bütünüyle terk ederek, yiyip içtiği her şeyi topraktan tabağa kendisinin yetiştirmesi ve hazırlamasıdır. Böyle bir insanın ekmeğinden suyuna varıncaya kadar fabrika kazanlarına girip çıkan bütün gıdalardan uzak durması ve sadece kendi imalatı olan yiyecekleri tüketmesi gerekir. Çünkü hiç tahmin edilmeyen katkı maddelerinde veya gıda ürünlerinde bile sürpriz problemler çıkabiliyor. En azından böyle birinin, bütün içeriklerini ve üretim proseslerini kesin olarak bildiği ve güvendiği gıdaları tüketmesi gerekir.
Bu mümkün değil midir? Umumun yürüyeceği bir yol olmasa da takvada zirveyi tutan bazı şahıslar açısından elbette mümkündür. Bize düşen de bu ölçüde hassas hareket eden bir insanı alkışlamak ve takdir etmektir. Yeter ki böyle bir kişi, hayatını aynı çizgide götürmeyen/götüremeyen kimseler hakkında suizanna girmesin, aleyhlerinde konuşmasın, gıybetlerini yapmasın ve toplumda fitne unsuru olmasın. Hayatını helal-haram sınırlarında götüren, şüpheli gıdalar hakkında aynı hassasiyeti gösteremeyen, farklı fetvalara/görüşlere uyan kimseleri itham etmesin. Dahası, meşakkatin giderilmesinin ve kolaylığın temin edilmesinin dinde en temel ölçülerden biri olduğunu unutmasın. Zorluk ve meşakkatin olduğu yerlerde bazı ruhsatların ve zaruret ahkâmının devreye girebileceğini bilsin. Aksi takdirde şüpheli şeylerden uzak duracağım derken, dengeyi kaçırmış, dinî hükümler arasındaki hiyerarşiyi bozmuş ve dinin açık haramlarını irtikap etmiş olur.
Modern dünyada yaşayan Müslümanlara, geleneksel usullere dönerek yiyip içtikleri bütün gıdaları kendilerinin yetiştirmelerini tavsiye etmek makul ve geçerli bir çözüm olamaz. Onların satın aldıkları bütün ambalajlı gıdaları topraktan tabağa takip etmeleri ve bütün içeriklerinden emin olmaları da çok zordur. Durum böyle olunca, farkında olmadan haram kaynaklardan elde edilmiş bir kısım mamulleri tüketme ihtimalleri her zaman vardır. Öyleyse bu durumda günaha girmiş olmazlar mı? Onları bu gibi en azından şüpheli gıdaları tüketmenin mesuliyetinden ne kurtarabilir?
İki kelimeyle cevap verecek olursak, niyetleri ve gayretleri. Öncelikle onlar, helâli talep etme ve helâlle beslenmenin gerekliliğine inanmalı ve bunu hedeflemeli, arkasından da bunu elde etme adına yapmaları gerekeni yapmalıdırlar. Eğer onlar, güvenilir markaları tercih eder, ürün etiketlerini inceler, gerekli soruşturmayı yapar, sertifikalara bakar ama yine de bütün bu inceleme ve araştırmalarına rağmen farkında olmadan caiz olmayan bir ürün tüketirlerse, Allahu alem bundan mesul tutulmayacaklardır. Aksini iddia etmek dindeki kolaylık prensibine aykırı bir yol tutmak olur.
İslâm’da bu meselenin kıyas edilebileceği değişik misaller bulmak da mümkündür. Meselâ Müslümanlar namazlarında kıbleye dönmekle emrolunmuşlardır. Buna göre kıblenin neresi olduğunu bilmeyen bir insanın yapması gereken, kıblenin tespiti adına namazdan önce gerekli araştırmayı yapmaktır. Şayet bir kişi, kıblenin neresi olduğunu soracak kimse bulamaz ve bir kısım işaretlerden yola çıkarak kalbinin kanaat getirdiği yöne doğru namazını kılarsa, daha sonra yanlış yöne durduğunu öğrense dahi namazı iade etmesi gerekmez. Zira o, kendine düşeni yapmıştır. Helâl-haramların iç içe girdiği ve helâl gıda talebinin bir hayli zorlaştığı günümüzde de Müslümanlara düşen vazife, helâli hedeflemeleri ve ona ulaşma adına mevcut imkânları değerlendirmeleridir.
Azimetleri esas alma, ihtiyatı elden bırakmama, şüpheli şeylerden uzak durma, ihtilaflı görüşleri gözetme gibi esaslar dinin tavsiyeleri arasındadır. Ne var ki çok fazla ürün yelpazesinin olduğu, üretim proseslerini ve içerikleri detayıyla bilmenin uzmanlık gerektirdiği ve aynı zamanda piyasadaki ürünlerle ilgili çok farklı fıkhî görüşlerin ve helal sertifikalarının bulunduğu bir dünyada herkesin bu prensipleri aynı tarzda uygulamasını beklemek gerçekçi olmaz. Dolayısıyla, kendi yaşantımız hakkında ne kadar hassas olursak olalım, başkaları mevzubahis olduğunda -açık haramları işlediğini/yediğini görmediğimiz sürece- hüsnüzandan ayrılmamalı, ihtilafa yol açmamalıyız. Tabii ki hayatlarını hassas ve takva üzere yaşamak isteyen insanlara da aynı hüsnüzan ve saygıyı göstermeli; onların tutum ve davranışlarını da çağdışı veya abartılı bulma bir yana takdirle karşılamalıyız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***